Ne korona ne kriz, aslolan imajdır!

İsveç’ten hasta getirme, sağa sola maske gönderme şovları, ayrıştırıcı, provokatif dinsel söylemler eşliğinde hız kesmeyen soygunlar ve ülke doğasının talanı devam ediyor.

Ülke, son zamanlarda varlığını giderek daha fazla hissettiren bir imaj prodüksiyon şirketi tarafından yönetiliyor adeta. 

Her olaya, iktidara sağlayacağı fayda ve seçmen nezdinde yaratacağı imaj penceresinden bakılıyor.

Ele geçirdikleri iletişim gücüne, milyarlar dökerek denetledikleri sosyal medya ve diğer mecralar üzerindeki sınırsız kontrolünü de eklersek, iktidarın nasıl bir prodüksiyon gücü olduğunu daha iyi anlarız.

Tabii bir de bu güce biat etmeyip gerçeklerin peşinde koşanlara, imaj faaliyetlerinin foyasını ortaya çıkaranlara karşı devlet sopası olarak kullanılan polis ve yargı lojistiğini de unutmayalım.

Söz gelimi, ülkenin hazinesi ve mali kaynakları ile doğası, çevresi, tarihi değerlerinin yağmalanmasından söz etmek yasak.

Koronavirüs salgınına ilişkin resmî açıklamaların, hastalığa yakalananlar ve ölenlerin sayılarının güven verici olup olmadığını sorgulamak bile yasak. 

Maske dağıtımında yaşanan sorunları dile getirmek yasak. 

Sosyal medya polisi troller ortada kol geziyor. 

Buna karşılık iktidar imaj prodüksiyon şirketi, Türkiye’nin gelişmiş ülkeler başta olmak üzere sağa sola Cumhurbaşkanı forsu ile yolladığı tıbbi yardımlar haberlerini şişirip duruyor.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu 14 Nisan’da ne diyordu?

"Kendimizin tıbbi ekipman ihtiyacı olmasına rağmen İngiltere, İtalya ve İspanya gibi önemli müttefiklerimizin de aralarında bulunduğu 34 ülkeye yardım elimizi uzattık."

Buna şimdi ABD’yi de eklemek gerekiyor.

Koronavirüsüne karşı dünyanın "en muhteşem" mücadelesini verdiğine "yürekten inanan" ve buna inanmayanlara hain gözüyle bakan bir Devlet Başkanı’nın ülkesine, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı yardım gönderiyor.

Bunun karşılığında halkın maskesiz kalması gibi bir bedel ödemesini de kimse çok görmemeli.

Prodüksiyon şirketinin üzerinde çalıştığı imaj bu. 

GERÇEKLERİ SAPTIRMAK İÇİN İMAJ PRODÜKSİYONU

Ülke gerçeklerini ise kısıtlı da olsa muhalif ve sosyal medya mecralarında görmek mümkün. Onların gündeminde, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve salgına rağmen hız kesmeyen yolsuzluk ve talan haberleri var.

Dolar 7 TL’yi geçmiş, gidiyormuş!

Merkez Bankası döviz rezervlerinin yüzde 14.5’i erimiş!

Türkiye'nin, bir yıl içinde vadesi gelen 168,5 milyar dolar dış borcunu ödemesi ya da yenilemesi gerekiyormuş!

Halkın enflasyonu gerçekte yüzde 29’muş!

İmaj prodüksiyon şirketinin faaliyetlerini izleyenler bunları görmüyor, duymuyor. 

İnternetle ilgisi olmayan, buna karşılık sadece ve sadece iktidarın çizdiği yayın politikasını uygulayarak özenle belirlenmiş imaj çalışması haber ve yorumları yayınlayan yüzlerce TV kanalını izleyen milyonlar var.

İmaj prodüksiyonu onlar için.

Yalanlar, düşmanlaştırma ve ayrıştırma provokasyonları da yine onlara.

Mesela son olarak Berat Albayrak’ın başkanı olduğu Varlık Fonu ile ilgili haberler… 

Fonun iki yıldır zarar ettiği ama buna rağmen yüz milyonlarca lirayı sağa sola dağıttığı iddia ediliyor. Nereye, kime ne verilmiş bilen yok. 

Ülkenin kâr eden seçkin ekonomik kurumlarını bünyesinde toplamak üzere Saray tarafından oluşturulan bu Fon’un iki yıldır herhangi bir denetime tabii olmadığı biliniyor. Hatta yönetim kurulunun bile toplanmadan kararlar aldığı belirlenmiş. 

Söz gelimi, 2017'de Türkiye Varlık Fonu’na devredilene kadar kâr eden ÇAYKUR, fona devredildikten sonraki 3 yılda toplam 1 milyar 559 milyon TL zarar etmiş.

Fon’a devredilen bir başka kurum olan PTT’nin kasasında, 2017’de 650 milyon TL bulunuyordu. O yıla kadar kâr eden PTT, 2018-2019 yılında ise 900 milyon TL zarar etti.

Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi Fon’a devredilen kurumların içleri boşaltılıyor.

Yaa, demek öyle!

İmaj-maker’lar, "Konu ciddi, bunu ancak Diyanet İşleri Başkanının yapacağı bir konuşma ile saptırabiliriz" diye mi düşündüler acaba?

"Patlatsın bir konuşma da gündem nasıl saptırılırmış cümle alem görsün" demiş olmalılar.

Hazret de patlatıyor! Ne alakaysa, koronavirüs salgınının sebebi olarak bir sürü bilim dışı, afaki nedenle birlikte LGBTİ’leri de gösteriyor. 

Konuşma feci. Ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı, nefret saçan ve insan haklarını ayaklar altına alan bir provokasyon.

Tabii böyle bir konuşmaya karşı çıkan olmaz mı? 

DİYANETİN İMAJ PRODÜKSİYONUNA ANLAMLI KATKISI

Ankara Barosu, Diyanet İşleri Başkanı Erbaş'ın bu konuşması hakkında "halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek"ten suç duyurusunda bulundu. Bazı barolar, sivil toplum kuruluşları ve insan hakları örgütleri de konuşmayı kınadılar.   

Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan da devreye girmekte gecikmedi ve Diyanet İşleri Başkanı’na sahip çıkarak, "Ülkemizde İslam adına konuşacak bir kurum varsa bu Diyanet İşleri Başkanlığı'dır. Ankara Barosu'nun açıklaması direkt İslam'a yönelik bir saldırıdır ve Diyanet İşleri Başkanlığına yapılan saldırı devlete yapılmış sayılır" dedi.

Ve demesiyle de savcılık, Ankara Barosu hakkında soruşturma başlattı.

Öyle görünüyor ki bu mesele daha uzun süre gündemde kalacak. Çünkü üzeri örtülecek meselelerin sayısı hiç de az değil.

Korona salgını var.

Buna rağmen iktidarın önceliği üretim ve ihracatın devamı. Emekçiler salgın tehdidine rağmen çalıştırılırken ve hastalığı kapanların sayısı normalin üç misli fazlayken normalleşme planları yapılıyor.

Cumhurbaşkanı’nın yakında bu planı açıklaması bekleniyor.

Herkesin maske takması isteniyor ama hâlâ maske dağıtımı sorunu halledilebilmiş değil. 

Üstelik cezaevlerinden de salgının giderek yayıldığına ilişkin haberler geliyor. 

Şimdiye kadar uyarılara kulak tıkayan Adalet Bakanı, salgına yakalanan tutuklu ve hükümlülerin sayısını 120 olarak açıklamak zorunda kaldı.

Dileriz cezaevleri bir dehşet ortamına dönüşmez.

Peki, böyle bir ortamda bir başarı hikâyesine ihtiyaç duyulmaz mı?

O hikâye de İsveç’te yaşayan Türkiyeli bir aileden geldi.

İsveç’in Eslöv kentinde Covid-19 testi pozitif çıkan Emrullah Gülüşken, orada hastanelere alınmadığını ve tedavi edilmediğini iddia etti. Ailenin twitter üzerinden yaptığı çağrıyı gören Sağlık Bakanlığı, Gülüşken’i ambulans uçağıyla alarak Türkiye’ye getirdi. 

Getirilme olayı, iktidar medyasının nitelemesiyle tam bir ‘operasyona’ daha doğrusu şova dönüştürüldü. 

Ambulans uçağın gönderilmesi ve Türkiye’ye geri dönüşü canlı yayınlarla bütün televizyon kanallarında gösterildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Emrullah Gülüşken’ın kızı Leyla Gülüşken’i aradı, kaydedilen konuşma yine bütün kanallarda defalarca yayınlandı. 

Böylece Türkiye’nin sağlık sisteminin İsveç’ten bile ileri olduğu dosta düşmana ama öncelikle iç kamuoyuna ilan edilmiş oldu.

Bu hikâyenin, hele de İsveç hükümetinden karşı tepkiler gelirse daha uzunca bir süre kullanılacak bir imaj çalışması olacağı şimdiden belli.

Bu imaj çalışmaları sırasında başka neler oldu memlekette? Pek duyulmayan, gözlerden kaçan ya da dikkati çekmeyen!..

Neler olmadı ki!

KORONA GÜNLERİNDE PLANLANAN ÇEVRE YAĞMALARI

Memleketin sadece kasaları boşaltılmadı. Doğal ve tarihi zenginliklerine, el değmemiş güzelliklerine de el konuldu, konuluyor.

Bu gibi soygunları, yağmaları izleyenlere bile, "Bu kadar da olmaz" dedirten bir iki örnek:

Beyşehir Gölü’nün imara açılması. 

Salda Gölü’ne millet bahçesi saldırısı. 

Dipsiz Göl’ün, Gala Gölü’nün imar sınırlarının değiştirilmesi. 

İnanamıyor insan değil mi? Memleket bunca dertle uğraşırken iktidarın bu işleri hem de ayrıntılı bir şekilde planlayıp Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile yürürlüğe koymasına…

Daha birçok saldırı ve yağma var ama sonuncusu da parmak ısırtacak derecede önemli.

Gökova Körfezi’nde önce 2018’de Marmaris, Ula, Merteşe Bölgesi bakanlar kurulu kararıyla imara açıldı. 16 Mart’ta Resmî Gazete’de yayımlanan karara göre, Akbük’ten Bördübet Koyu’nun olduğu alana kadar orman ve deniz kıyılarının yer aldığı şeritte SİT alanında daraltmaya gidildi.

Geçtiğimiz Şubat ayında da Cumhurbaşkanlığı kararnamesine dayanılarak Marmaris Okluk Koyu’nda yaptırılan 300 odalı yazlık sarayın olduğu yerleşke ve çevresindeki alan daha da genişletildi.

Bölgede yüzme havuzlu küçük saraycıklar, 3 helikopter pisti ve güvenlik alanı için imara açılan 65 hektarın ardından 27 hektarlık alanın daha statüsünde değişiklik yapıldı. Böylece toplamda 130 futbol sahasına yakın alan yapılaşmaya açılmış oldu.

Uzatmayalım, bu liste çok uzun. Ayrıntılara girsek bu yazı bitmez.

Yazıyı toparlamadan son bir imaj çalışmasına daha yer vermek gerekir diye düşünüyorum.

Şu Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’na Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından adeta hibe edilen vakıf arazisine yapılmak istenen usulsüz yapılaşma ile ilgili mesele. 

Bu olay da herkesin, "Saray’daki yöneticiler neyse ki var güçleri ile korona belası ile uğraşıyorlar" diye düşündükleri bir sırada cereyan eden bir olay.

Bunca işin gücün arasında Vakıflardan arazi kiralama meselesi hallediliyor. Bu fark edilip inşaat belediye tarafından mühürlenince de kıyamet kopuyor.

Sonuçta belediyecilerden bu olayı haberleştiren gazetecilere, oradan CHP’nin İstanbul il başkanına kadar meseleyi devletin güvenliği sorununa bağlayıp soruşturmalar başlatılıyor. Davalar da açılacak muhtemelen.

Yasa dışı girişimler yakalanınca, iş ’Ulusal güvenlik’ meselesine, hatta terör soruşturmasına dönüştürülebiliyor.

Nerede beceriksizlik, yeteneksizlik varsa, nerede hırsızlık, yağma, yolsuzluk söz konusuysa imaj prodüksiyonu iş başında.

Bazen din soslu saptırma şovları, bazen böbürlenme amaçlı propaganda çalışmaları, bazen de sindirme ve baskı amaçlı polis ve yargı operasyonları devreye giriyor.

Maksat iktidar ve soygun çarkı dönsün. Gerisi teferruat…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi