Suriye’de cihatçıları destekleyen Ankara’ya ne ABD ne Rusya güveniyor

Türkiye’nin Suriye’de ne yapmak istediğini uluslararası camia artık çok iyi biliyor. Kürt düşmanlığına ve cihatçılığa dayalı politikada yolun sonuna gelindi.

Suriye’deki kanlı iç savaş  8’inci yılında.  

İktidar Koalisyonu savaşın başından bu yana Suriye’de karanlık bir oyun peşinde. Esad’ın hemen devrilmesini sağlayarak yerine Sunni cihatçı bir devletin kurulabilmesi için her türlü açık gizli yolu denedi. Bu amaçla uluslararası hukuk kurallarını, kendi yasalarını ve evrensel değerleri çiğnemekten kaçınmadı.

Cihatçı terör örgütleriyle işbirliği yaptı, muhalif adı altında örgüt kurdu, kurulan örgütleri destekledi ve yönetti. Ne yaptıysa başarılı olamadı.

Geldiğimiz noktada her ne kadar Esad’ın artık devrilemeyeceği gerçeğini anlamış olsa da bunu asla kabul etmiyor ve Suriye’de Rusya ile kurulan biat ilişkisine rağmen Sunni cihatçı bir devletin işbaşına geçebilmesi için hala var gücü ile manevralar çeviriyor. 

Her türlü kirli ilişkiye giriyor, terörist gruplara hamilik yapıyor. IŞİD kökenli, El Kaide yetiştirmesi cihatçı teröristleri maaşa bağlama, hatta TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) kadrosuna alma dahil her çareye başvuruyor.

Bir yandan da IŞİD’i yenilgiye uğratan Suriye Kürtleri ile müttefiklerini sınırın hemen öteki tarafındaki topraklarından, yurtlarından söküp atmak ve ezebilmek amacıyla bir güvenli bölge oluşturmanın yollarını deniyor.

Bu hedefin gerçekleştiği, Kürtlerin ve müttefiklerinin ezildiği bir coğrafyada IŞİD’in yeniden canlanarak harekete geçmesi için uygun bir ortamın oluşacağı konusununda Suriye ile ilgili -Türkiye hariç- hemen hemen bütün taraflar hemfikir.  

ABD VE KOALİSYON IŞİD’İN CANLANMASINDAN KORKUYOR

İktidar Koalisyonu zaman zaman vazgeçmiş görünse de, Rusya ve İran’ın zoru ile Suriye’nin toprak bütünlüğüne çağrılar yapsa da bu bu çarpık ve hastalıklı hedefleri için ülkenin dış politikasını duvara toslatmak ve kaynaklarını bu çıkmaz için tüketmek dahil, her yolu denemeye devam etti.

Türkiye, Kuzey ve Kuzey Doğu Suriye’de iki-üç yıldır peşinde olduğu güvenli bölgeyi oluşturabilmek için bölgedeki egemen güç olan ABD’yi ikna etmeye çalıştı, bunu sağlayabilmek için her yola başvurdu.

Pazarlık, tehdit, şantaj, rüşvet, efelenmek dahil bütün yolların denenmesinden sonra geçtiğimiz günlerde ABD ile bir anlaşmaya varıldı.

Bu anlaşma ile Ankara’nın tek başına sınır ötesinde bir operasyon yapmasının önüne geçildi. Derinliği ve kapsamı henüz kesinleşmeyen sınıra paralel bir koridorun oluşturulabilmesi için de bir Ortak Harekat Merkezi’nin kurulması kararlaştırıldı. Bu merkez de ilginçtir, Türkiye sınırları içinde Urfa’da kuruldu.

ABD ve Koalisyon güçleri başından beri Türkiye’nin taleplerini reddederken iki önemli neden ileri sürdüler. 

Birincisi, Ankara’nın bölgede Kürtlere ve müttefiklerine yönelik ‘Etnik Temizlik’ niyetine karşı çıktılar. Türkiye’yi yönetenlerin bütün israrlarına ve tehditlerine rağmen Demokratik Suriye Güçleri ile işbirliğine devam etme kararlarında bir değişiklik olmayacağını söylediler. 

İkincisi ise, Türkiye’nin genel olarak Suriye’de özel olarak da Kuzey ve Kuzey Doğu Suriye’de cihatçı yapılarla sürdürdüğü ilişkiler sonucunda IŞİD’in yeniden ortaya çıkma belirtilerinin gün geçtikçe artıyor oluşundan duydukları endişeyi dile getirdiler. 

Kürtlerin ezilmesi ile bu tehlikenin daha da artma ihtimalinden korktular.

Neticede özellikle bu konuda Türkiye’nin güven vermeyen uygulamaları ve faaliyetlerine atıf yapmaktan da çekinmediler.

ABD yönetiminin değişik kademelerinden yapılan açıklamaların yanısıra ABD’nin eski Merkezi Kuvvetler Komutanı Joseph Votel, güvenli bölgenin kontrolünün Ankara’ya verilmesine karşı çıkarken, "Böyle bir güvenli bölgenin ilgili tüm taraflar için sorun oluşturacağını" ifade ediyordu.

Votel, Mart ayında, Trump’ın Suriye’den çekilme kararına karşı çıkarken yaptığı bir konuşmada 'IŞİD teslim olmadığını, yeniden harekete geçmek için doğru zamanı beklediğini söylemişti.

Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton da yine aynı günlerde yaptığı bir açıklamada, "Biliyoruz ki şu an IŞİD savaşçıları Suriye ve Irak'ta dağılmış halde varlığını sürdürüyor ve dünyanın diğer yerlerinde büyümeye çalışıyor. IŞİD, tehdit oluşturmaya devam ediyor" ifadesini kullanmıştı.

Özellikle son dönemde bu konuya ilişkin çok sayıda haber ve değerlendirme yayınlandı. Bunların hemen hepsi Ankara’nın bölgedeki cihatçı yapılarla tehlikeli ilişkilerine dikkat çekiyor.  

RUSYA DA ANKARA’NIN CİHATÇILARA DESTEĞİNDEN  RAHATSIZ

Suriye’nin Kuzey Batısı'nda Rusya’nın egemen olduğu bölgede de durum farklı değil. 
Türkiye’nin İdlib’teki cihatçı yapılarla yakın işbirliği ve ilişkileri Rusya’nın da tepkisini çekiyor. Görünüşte iki ülke ve liderleri Erdoğan ve Putin çok yakın ve sıkı işbirliği içinde bir birlikteliği temsil ediyorlarmış gibi yapıyorlar ama sahada neredeyse hasım durumundalar.

Kuşkusuz son günlerdeki gelişmelerde Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki güvenli bölge ya da koridor takıntısı nedeniyle ABD ile giriştiği işbirliği sürecinin Moskova’ya verdiği rahatsızlığın da rolü var.

Birkaç gün önce Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova, Türkiye'nin aslında fiilen sona ermiş olan 17 Eylül 2018 tarihli Soçi mutabakatı yükümlülüklerini hatırlatarak, bu mutabakatın terör örgütü kabul edilen grupları korumak için bir bahane olarak kullanılmaması gerektiğini söyledi. 

Zaharova sözlerini "Türk partnerlerimizin bu mutabakat kapsamında üstlendikleri yükümlülükleri eksiksiz olarak yerine getireceğini düşünüyoruz" diye noktaladı.

Sözcü kuşkusuz bu ağır suçlamayı kendi başına yapmış değil.    

Sedat Ergin’in dünkü yazısı da bu duruma işaret ediyor. Türkiye Rusya ilişkilerinin öyle göründüğü gibi toz pembe olmadığını anlatıyor.

Ankara’nın, İdlib’te cihatçılara yönelik operasyonlara girişen Şam Yönetimi'nin sahadaki kazanımlarını engelleyebilmek amacıyla muhalif adı verilen cihatçı örgütlere yaptığı ağır silah yardımından söz ediyor.

Bu konuyu daha önceki yazılarımda anlatmıştım. Sedat Ergin İktidar’ın vakıflarından SETA’nın bir uzmanı tarafından kaleme alınan bir rapora dayanarak bu bilgileri verebiliyor.     

Raporda Türkiye’nin, muhalif gruplara tanksavar silahları ve Grad füzeleri sağladığını ve böylelikle bu grupların 38 kilometrekare bir alanı ele geçirebildiklerini anlatılıyor.

Ayrıca Türkiye’nin, eğittiği Özgür Suriye Ordusu’na bağlı birçok gruba bağlı bin kadar savaşçıyı (cihatçı militanı) mayıs ayından itibaren Fırat Kalkanı ve Afrin’den İdlib’e gönderdiğini de belirtiyor.

Bu raporun da belirttiği gibi Türkiye başından beri İdlib’de ikili oynuyor.

Bir yandan bölgedeki cihatçı çeteleri temizleme sözü verirken bir yandan da Soçi Mutabakatı gereği olarak 12 gözlem noktası kurarak bölgedeki cihatçıları koruma ve kollama görevine soyunuyor.

Kuşkusuz Rusya bu durumun farkında. 

Son günlerde Şam rejimi Rusya’nın desteği ile İdlib’in güneyinde önemli noktaları ele geçirdi. Rejimin ilerlemesi sürerse Türkiye’nin 9 numaralı askeri gözlem noktası kuşatılmış olacak.

Ankara’nın Suriye’de ısrarla uyguladığı Kürt düşmanlığına ve cihatçılığa dayalı politikası artık iflas etti.

ABD de Rusya da bütün uluslararası camia da Türkiye’nin Suriye’de ne yapmak istediğini artık çok iyi biliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi