“Meşruiyet"in Kaybı

Meselenin CHP-İmamoğlu ile ilgili olmaktan öteye geçtiği, artık her kesim için hak, adalet, hukuk, demokrasi, özgürlük, ekonomi sorunu haline geldiği açık. Sürecin provoke edilmesine mahal vermeden sürdürülmesi ise CHP’nin sorumluluğunda.

Daha önceki yazılarımda adalet, hakim bağımsızlığı ve tarafsızlığı, hukuk güvenliği, hakimin niteliği, yargının araçsallaştırılması ve iktidar tarafından kullanılması konularında ısrarla durmuş, ülke demokrasisi ve hukukunun eğik düzlemde nasıl kaydığını belirtmiştim. İnsan hak ve özgürlüklerinin kullanılamaz hale getirilmesinin vahim sonuçlarını analiz etmiştim. Durum iktidarın meşruiyet kaybına yakın durduğunu gösteriyordu.

Meşru yani evrensel hukuka dayanan bir yargı sisteminin herkes için ne kadar elzem olduğu anlaşılmış olmalıydı. Ancak ne yazık ki iktidar henüz bunun farkında değildi ve güce dayalı bir hukuksuzluğu bize meşru ve sürdürülebilir bir hukukmuş gibi göstermeye çalışıyordu. Artık hukukun işlemediği, ceza yargısı alanının siyasi iktidarın karanlık gölgesi altında kaldığı Kafkaesk bir durumu yaşamaktayız.

Tek kişide tecessüm etmiş olan iktidarın iki hamlesi toplum nezdinde meşruiyet sınırının aşılmış olduğunu gösterdi. Birinci hamle Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasının İstanbul Üniversitesi’nce iptal edilmesiydi. 31 yıl önce alınmış bir diplomanın 28 kişiyle birlikte üniversiteye iptal ettirilmesi siyasi rakibini herkesin görebileceği ve anlayabileceği bir çıplak şiddetle sahanın dışına savurmak olarak gözüktü.

Aralarında herhangi bir birliktelik olmayan 28 genç insanın başvurusunu idarenin kabul edip onların kariyerlerini verilen diploma üzerine inşa etmelerinin yolunu açması hiçbir bakımdan onların kusuru olamaz. Bu durum idarenin çok açık bir “hizmet kusuru” olduğunu göstermekte. 31 yıl sonra ceza soruşturması yapılmasını gerektiren bir sahtecilik varsa bunun saptanması öncelikli mesele olup. ceza yargılaması yapılmasını gerektirir. Bu durumda da zamanaşımı engeli ortaya çıkar. Oysa idare kendi kusurunu yetkisi olmadığı halde, fiili durum yaratarak baskı sonucu ortadan kaldırmış, kişileri mağdur etmiştir.

Ertesi gün gelen İmamoğlu ve bürokrasisi hakkındaki gözaltılar, uygulanma şekilleri , gizli tanık ağırlıklı yapılan özensiz soruşturma hukuksuz alandaki çıplak şiddetin daha da vurucu bir göstergesi oldu. Terör soruşturmasında tutuklama elde ederek kayyuma ulaşma hedef olmasına rağmen toplumsal itiraz bunu engelledi.

Meşruiyet ( legitimite ), yetkili organlar tarafından konulmuş olan bir kanuna uygun olmayı belirten hukukilik ( legalite ) kavramından farklıdır. Çünkü mevcut hukuk normları varlıklarının meşruluğunu evrensel esas ve ilkelere göre ispat etmekle yükümlüdürler.

Meşruluk siyasi alanda iktidarın sağlanması ve elde tutulması bakımından en önemli faktörlerden birini oluşturur. Bir siyasal sistemde yönetilenler, iktidarın meşruluğuna inandıkları ölçüde onun kararlarına kendiliklerinden uyma eğilimi gösterirler. Bu durumda iktidar zora başvurma gereği duymaksızın itaati sağlamış olur.

Aksi durumda, yani yönetilenler arasında iktidarın meşruluğuna olan inanç zayıfsa, onun kurallarına kendiliğinden uyma eğilimi de düşük olacak ve iktidar itaati sağlamak için güce, şiddete ve tehdide başvurma yoluna gidecektir. Demek ki kaba güç ve şiddet kullanma ile meşruluk arasında ters orantı bulunmakta.

Şiddet kullanma, devlet aygıtlarıyla baskı altına alma ve tehdit etme yöntemleri iktidarların güçlü olduğunu göstermez. Aksine rejimin ya da iktidarın meşruluk temelinin zayıf olması nedeniyle ayakta kalabilmek için çıplak güce dayanmak zorunluluğunda olduğunu gösterir. Bu nedenle meşruluk yönetimi kolaylaştıran, onu etkili ve istikrarlı kılan bir unsur.

Siyasi iktidarın kanuniliği ile meşruluğu birbirinden faklıdır. Kanuni bir iktidardan kastedilen, mevcut anayasa ve hukuk kurallarına bağlı olarak seçimle ortaya çıkan meşru iktidardır. Ancak başlangıçta meşru olan bir iktidar daha sonra meşruiyetini kaybedebilir. Bu nedenle meşruiyet sorunu iktidarın kaynağıyla olduğu kadar kullanılmasıyla da ilgilidir.

Doğal hukuk anlayışına göre hukuki olanla ,meşru olan arasındaki fark önemlidir. Fransız Littre Sözlüğü, bunu şöyle açıklamakta.” Kanuna uygun olan hukukidir. Hakkaniyete uygun olan meşrudur. Kanunu ihlal eden bir fiil hiçbir zaman hukuki olamaz, ancak şartlar gereğince meşru olabilir” Hukuki olan bir hükümet, doğal hukukun esas ve ilkelerini ihlal ettiği oranda meşru olmaktan çıkabilir. Bu durum Ortaçağ’da “tirani” olarak adlandırılmıştır.

Doğal hukuk düşüncesi insanların doğuştan vazgeçilmez, devredilmez hak ve özgürlüklerle dünyaya geldiğini; eşit ve özgür olduklarını belirtir. Devlet sistemine adalet ve faziletin egemen olması gerektiğini kabul eder. Bu düşünceye göre devlet amaç değil aksine bireyin hak ve özgürlüklerini en iyi şekilde kullanabileceği ortamı hazırlayan ve bunu hukuk güvencesi altına alan bir araçtır. Yani devlet kutsal değildir ve demokrasinin kahramanı bireydir.

John Locke, 17. yüzyılda egemenliğin meşruluğunu bireysel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasına bağlamıştır. Bütünleşen, tümel bir genel irade yoktur, birey vardır. Bireyi araç olarak değil, amaç olarak görmek, onu ön plana çıkarmak ileri demokrasinin gereğidir. Locke ile doğal haklar bireyselleşmiştir. Locke’a göre, doğuştan özgür ve eşit olan insanların bir toplumsal mutabakat içinde toplumsal sözleşmeye bağlı olarak bir devlet örgütlenmesi içinde yaşamalarının meşruiyeti ve kabul edilebilirliği hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmalarından doğmaktadır.

Tarihsel seyri içinde doğal hukukun, hukuk inşası ve uygulaması bakımından bugün geldiği ilişki noktası “insan hakları hukuku” olmuştur. Bu hukukun temelinde ise insancıl hukuk ve ulusal üstü hukuk bulunmaktadır. AB kriterleri ve AİHM içtihatları da bu kapsam içindedir.

Meşruluk kavramıyla “temel mutabakat “(consensus ) kavramı arasında yakın bir ilişki bulunmakta. Bir siyasal sistemin meşruluğu konusundaki mutabakat oranı düştüğünde ,birden çok meşruluk inancı arasında çatışma başladığında toplumsal barış bozulur ve kriz durumu ortaya çıkar.

Türkiye’de yaşanan krizin nedeni de temel mutabakat (consensus) yokluğuna bağlı olarak meşruiyet kaybı noktasına gelinmiş olmasıdır. Münci Kapani’ye göre “temel mutabakatın yokluğu” (dissensus ) diğer bir deyişle “meşruluk çatışması” barışçı yollardan giderilemezse siyasal gerilim ve iç çatışma kaçınılmaz hale gelebilir.

Kuşkusuz bu temel mutabakat farklılıklarımızla bir arada barış içinde yaşamamızı sağlayacak çoğulcu, çoklu, katılımcı, özgürlükçü olma niteliklerine dayalı bir demokraside ve meşru hukukun ( doğal hukukun ) hak ve özgürlüklerimizi güvence altında tutacağı ilke ve değerlerde olmalıdır.

Hukuk sosyolojisi alanında çok önemli bir değer olan hocam Tarık Özbilgen’e göre, hukuk ilminin ve hukukçunun görevi, sadece var olan hukukla meşgul olarak kanun koyucu karşısında pasif kalmak değil ama aynı zamanda hukuk kurallarını belirli ilke ve esaslara göre değerlendirmektir. Buna göre hukukilik özellikle pozitif bir kurala uyumluluğu ifade ederken ,meşruiyet başka bir üst bağlamdaki yüksek bir ilkeye uyumlu olmaya atıf yapar.

Yaşananlar hepimize meşru hukuka bağlı, çoğulcu ,katılımcı, özgürlükçü bir demokrasi ve vicdan ekseninde her kesimle bir araya gelerek yeni bir inşaya başlama görevi yüklüyor. İktidarın karnesi, Osman Kavala, Tayfun Kahraman, Mine Özerden, Çiğdem Mater, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Can Atalay ile birlikte binlerce siyasi tutuklu ve hükümlüyle ilgili insan hakları ihlalleriyle dolu.

En son iki hamleyle iktidar, seçmenin iradesini hiçe sayıp, halkı küçümseyerek meşruiyet sınırını aşmış oldu. Ekonomik ve toplumsal zarar telafisi zor bir noktaya geldi. Meselenin CHP-İmamoğlu ile ilgili olmaktan öteye geçtiği, artık her kesim için hak, adalet, hukuk, demokrasi, özgürlük, ekonomi sorunu haline geldiği açık. Sürecin provoke edilmesine mahal vermeden sürdürülmesi ise CHP’nin sorumluluğunda.