Asıl takıldığım mevzu, böylesine sembolik ve sıradan bir gösteride, askerle annenin veya eşin sarılmasından 'rahatsızlık' duymayı başarabilen kafa yapısı.
Özgürlükçü Demokrasi baskını, Kürt medyasına her daim yapılan baskınların, artık ne yazık ki sıradanlaşan kriminalize etme, şiddet ve sindirme çabalarının ötesine işaret ediyor...
Hoş, Hülya Hanım ve benzerleri, Erdoğan aşkı sebebiyle ağzını açmaz, açamaz. Hatta el yükseltip, 'Onların hepsi terörist, sanatçı değil' dese şaşmayız.
Zaten Milliyet’ten transfer edilen baş polis, Hürriyet’in tepesine yerleşip gereken hazırlığı ve temizliği yaptı. Geriye, kılçıkları temizlemek kaldı.
Roboski, Tahir Elçi, Uğur Kaymaz anıtları 'bir gece, ansızın' yıkılmadı mı? Demek ki mesele sadece askeri üstünlük sağlamak değil. Halkın değer verdiği semboller üzerinden can yakmak, ezmek.
Tablo şunu gösteriyor: Demek ki referandumun kılpayı ve haksız biçimde kazanılması, ağır yaralar açmış. Demek ki anketler, doldur boşalt yüzde 51 etmiyor. Demek ki kaybetme korkusu büyük.
Mahkemenin işi, kaptanın gemiyi ne zaman terk edeceğine mi karar vermek? Bu durumda Silivri hapishanesi, batan gemi mi oluyor? Bu mu hukuk, bu mu adalet?
Asıl zor olan, akvaryumdan çıkmayıp yemin ne zaman atılacağını, ne zaman suyun değişeceğini bekleyeduran bir balık olmak. Nefes alıp verebilmenize bile bir başka insanın karar vermesi...
BM raportörü, Türkiye'deki sorgulamalarda 'vahşi sorgulama teknikleri' kullanıldığına dair kendisine raporlar ulaştığını söyledi.
Muhbir vatandaşın sadece kulakları değil, gözleri de maşallah fıldır fıldır. Bırakın yüksek sesle konuşmayı, sessizce yazışsanız da kaçış yok. Dikilen bir çift göz, hayatınızı kaydırabilir.
Seçim kanunları değiştirilirken katırlar tutuksuz yargılanacak, eşbaşkanlar ve barış sözcüleri hapiste tutulacak, IŞİD katilleri sınırdan bir girecek, bir çıkacak...
Altanlar ve Ilıcak’a verilen cezalara zil takıp oynamak, AKP savunucularıyla sözde muhalifleri aynı kümede birleştiriyor... Adalete inanayan, kabile devletine teslim olmuş bir topluluk.
Kutuplaştırma araştırmasının gösterdiği, Türkiye’nin kendini ahlaken diğerinden daha üstün gören, ötekiyle konuş(a)mayan, konuşmadığı için de nefret eden bir insan topluluğuna dönüştüğü.
Robot hadisesi, medya yalakalığının sonunun olmadığını, hep bir aşama daha ötesini becerebildiklerini de gösterdi. Kanal D, robotu yayına çıkarıp Bakan’dan özür diletmeye kadar vardırdı işi.
Çocuk istismarından çevre kıyımına, işsizliğin yakıcı boyutlarından erkek sorununa; laiklikten, demokrasiden, haklardan gün be gün uzaklaşan rejimin yıkımı konuşulmuyor. Konuşulamıyor.
Gözaltına alınıp bırakılan Sibel Hürtaş, ‘faili meçhul’ masasına götürüldüğünü anlatıyor: 'Bu bir örgüte dahil edemedikleri olağanüstü dönemin sakıncalıları için oluşturulmuş yeni bir masa.'
İki vekil, saldırılara uğrayacaklarını bilerek bu çıkışı yaptı. Meclis’te aktif boykot ve Meclis çalışmalarından çekilme önerisi, son derecede yerinde hatta geç kalmış öneriler.
Askeri vesayeti bitirdiğini söyleyen AKP, anlaşılan emekli bir tuğgenerali güvenlik politikalarında kilit göreve getirdi. Güvenlik zirvesine katılan Adnan Tanrıverdi, Fidan’ın yanına oturdu.
Sınırötesinde savaşın hüküm sürdüğü, gazeteciliğin görülmemiş bir baskıyla bocaladığı, haberlerin nasıl yapılması gerektiğinin dikte edildiği bir dönemde, The Post’u izlemek iyi geldi.
Merkez medya zaten eridi gitti; Baş komutanın yanında, arkasında çoktan hizalanan, sanki askeri harekata bizzat katılan bir yayıncılık anlayışı mevcut.
'İstanbul’u kazanmak için adayım' çıkışını yapan Kaftancıoğlu’nun, eğitimli, vicdanlı, açıksözlü bir kadın olması, Erdoğan için ciddi bir tehdit. Çünkü İstanbul, referandumda ‘kaybedildi’...
Churchill ve savaş güzellemesi yapmak değil amacım. Bir ölüm kalım anını, tarihte ‘cesaret’in yarattığı büyük farkı vurgulamak istedim. Türkiye en ‘karanlık saat’ini yaşadığının farkında mı?
Birileri öyle istiyor diye boyun eğecek değiliz. Asli işimiz, 'halkı bilgilendirme hakkı'na sahip çıkmak. Uçaklarda baş köşelerde oturmak veya borazancıbaşılık yapmak değil.
Siyasi iktidar, ‘kendi kültürü’nü yaratmanın eksikliğini hissederken zaten elde kalan bir avuç değeri, sırf canının istediği gibi ele geçiremiyor diye avucunun içinde parçalamaya çalışıyor.
Bu kaçıncı falso ey Diyanet? Çocuk istismarını, tecavüzünü, zorla evlendirmeyi, kaçırılmasını, pazarlanmasını alenen teşvik ediyorsun. Kıyamet kopunca da ‘haber asılsız’, öyle mi?
Her şey o kadar hızlı gelişiyor ki çocuklara filan kalmayacak, 5-10 yıl içinde küme değil, birkaç lig birden düşmüş olacağız. Evet, durum o kadar vahim!
Anaokullarına dahi Kur’an eğitimini sokan, okulları İmam Hatipleştiren iktidar partisi temsilcilerinin, Kur’an’ın diline karşı dahi bu kadar önyargılı olması çelişkili değil mi?
Demirtaş'ın tutuklanması, 'demokratik toplum' adınaymış. İktidarın, dokunulmazlıkların kaldırılmasına onay veren ortağı MHP ve CHP’yi referans gösterdiğini de belirtelim.
‘Gerici eğitim’in karşısına ‘laik, bilimsel eğitim’ gibi haberleri koymak çok mu sıkıcı geliyor insanlara? Yoksa müfredata yapılan dinci müdahaleler, artık vakayı adliyeden mi sayılıyor?
Tıpkı yolsuzluğun ‘işbilirlik’ olarak tariflenmesi ve normalleştirilmesi gibi, akademide de norm artık sallabaş olmak. Aman ha, iktidarın gücüne gidecek söz etmemek...
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.