Nazım Alpman
1 Mayıs utanma günü!..
Bütün dünyada işçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanan 1 Mayıs, Türkiye’de işçilere haram edilmesi için bütün hükümetler ellerinden geleni artlarına koymadılar.
Ta en başından beri böyle geldi…
1921’de İstanbul işgal altındaydı. Halk İştirakiyun Fırkası öncülüğünde tersane işçileri Kasımpaşa’dan Şişli Hürriyeti Ebediye Tepesine kadar kızıl bayraklarla yürüdüler.
Tarih 1 Mayıs 1921 idi.
Bu elbette anti emperyalist bir gösteriydi. İşgale karşıydı. Ama işgal kuvvetleri kendilerini protesto eden Tersane işçilerine müdahale etmediler.
Bütün işgalci devletleri İstanbul’daki temsilcileri, işçi hakları konusunda yontulmuşlardı! Kendi ülkelerinde işçiler 1 Mayıs’ı kutluyorlardı.
Sonra Kurtuluş Savaşı kazanıldı. Düşman askerleri yurdumuzu terk ettiler. Bizimkiler, düşmanların gittiklerinden iyice emin olunca ne yaptılar?
1 Mayıs kutlamasını yasakladılar! (1924)
1925’te de Takrir-i Sükûn Kanunu çıktı. Sonra sen sağ ben selamet… Fakat bütün dünya 1 Mayıs’larda tatil yapıyor. 1935’te biz de tatil yapalım ama öyle amele tayfasıyla bir ilgisi olmasın. Ve hayatımıza "Bahar Bayramı" dahil oldu.
1976’da Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK "1 Mayıs bahar bayramı falan değildir" diyerek 50 yıl aradan sonra Taksim Meydanında son derece görkemli bir İşçi Bayramı kutlaması yaptı.
Ardından 1 Mayıs 1977. Sosyalist ülkeler dışında yapılan en görkemli 1 Mayıs töreniydi, en kanlısı oldu!
Terör denildiğinde aklımıza ilk önce "devlet terörü" gelmesini 1970’lerin gençleri bu 1 Mayıs’taki devlet şiddetine borçluyuz!.. Bir yandan ateş ediliyordu diğer yandan panzerler (TOMA’ların eski nesli) dört bir yandan ses bombaları atarak ve tazyikli su sıkarak meydana giriyorlardı. Yere yatmış insanların üzerine doğru… Ateş edenleri de biliyorduk. Ama hadi "karanlık güçler" edebiyatını yemiş olalım, "bilmiyoruz" diyelim.
Polis panzerlerine kitleye "bomba atın" ve "tazyikli su sıkın" diye emir verenleri ne yapacağız?
Daha sonra ateş edenleri yanında duvarın üzerinde onlarca kare fotoğrafı çekilmiş olan İstanbul’un pala bıyıklı siyasi şube müdürünün hiç davaya dahil edilmemiş olmasındaki ihmali(!) nereye koyacağız?
Devlet terörünün en çıplak halini 1 Mayıs 1977’de gördük ilk kez…
İşverenler de devlet şiddetinden ziyadesiyle hoşnuttular. Tek düşünceleri vardı: Para kazanmak, daha çok kazanmak!
Dünya kapitalistleriyle partner olmak için biraz "yontulmuş" olmak gerekiyordu.
Avrupa Birliği standartları, İLO ilkeleri, Kopenhag Kriterleri falan hep bu yontulma meselesinin detaylarıydı.
İşçiler sendikalara üye olsunlar, toplu sözleşmeler yapsınlar, haklarını aldıklarına inansınlar…
Bizim tomruk halindeki yontulmamış kapitalistlerimiz çok kazanma uğruna askerî cuntalarla aynı yataklara girdiler.
12 Eylül 1980’de DİSK yöneticileri için "İdam Cezası" verilmesini istedi İstanbul Sıkıyönetim Askerî Savcısı Albay Süleyman Takkeci..!
Yuh artık değil mi? Değil, onu kenara koyun sırası geliyor birazdan… Darbe olmuş, sendikalar kapatılmış, siyasi partiler de öyle. İşverenlerin en tepesindeki patron durum değerlendirmesi yapıyor:
"20 yıldır onlar güldü biz ağladık!"
Şimdi gülme sırası bizde demenin heyecanı saklanamıyor. Şimdi o cümleyi telaffuz edebilirsiniz:
"Yuh artık!"
O günler geçti bugünlere geldik. Yontulma durumları değişti mi?
Ne gezer? 2019 yılının 1 Mayıs’ında sendikalı olduğu için işçiler fabrikalardan atılıyor. Toplu sözleşmeler yapılamıyor. Hatta OHAL’ler grev yasaklamak için kullanılıyor.
Bütün bu hoyratlık bir işe yaradı mı?
İş yerleri kapanıyor, ekonomi yere çakılmakta olan bir jet gibi hızla inişe geçiyor, 1 Mayıs kutlamaları için Taksim’e izin verilmiyor.
Demokrasi olmayınca ülke de iflah olmuyor.
Onun için işçi bayramı gayri resmî bir ismi daha hak ediyor:
"1 Mayıs utanma günü!"