Gün Zileli
12 Mart ve Sol
Ümit Zileli, Tele-1’deki programın başında “Neydi 12 Mart?” diye sormuş, ben de bugüne kadarki genel kabulün dışında bir yanıt vermiştim: “Reformist bir muhtıraydı.”
MUHAFAZAKÂRLARDAN “REFORM” VAADİ!
Elbette baş muhtıracı Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç “reformcu” falan değil, mevcut düzenin devamından yana bir muhafazakârdı. Genç subayların ve 9 Mart’ta akim kalan “sol cunta” hareketinin baskısı altındaki Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur “reformcu” sayılabilir. Zaten 12 Mart Muhtırası da onların baskısıyla verilmiştir. Memduh Tağmaç ve onun gibileri, “sol cuntayı” önlemenin yeterli olmayacağını, sosyal hareketin reform vaatleriyle yatıştırılması gerektiğini düşündükleri için Muhtıra’yı gönülsüzce imzalamışlardır.
SOL’UN İLK TEPKİSİ: ŞARTLI DESTEK
12 Mart Muhtırası’ndan sonra kurulan I. Nihat Erim Hükümeti, muhtırada sözü edilen reformları yapmakla görevli teknokratlardan oluşan bir reform hükümetiydi. AP hükümetten uzaklaştırılmış, fakat parlamento feshedilmemişti. Parlamentoda muhafazakâr AP’nin ağırlığı devam ediyordu ve Memduh Tağmaç bu ağırlığı “hini hacette” kullanmak üzere yedekte tutmaktaydı.
Genelde solun Muhtıra’ya ilk tepkisi, “şartlı destek”ti. Eğer sözü edilen reformlar gerçekten yapılacaksa sol bunu destekleyecekti. Dev-Genç merkezinin tutumu buydu. TİP ve o sırada milletvekili olan eski TİP Başkanı Mehmet Ali Aybar da benzer tutum içindelerdi. O sırada “silahlı mücadeleye” girişmiş ve 12 Mart Muhtırası’nı “faşizm” olarak nitelemiş THKO dışında sol, başlangıçta “hayırhah bir destek” tutumu içindeydi ki, bunda yanlış olan bir şey yoktu. Toplumsal mücadelenin talepleri yönünde bazı reform vaatleri varsa sol buna neden karşı çıksındı ki.
SİLAHLI EYLEMLERE DEVAM…
Buna rağmen THKO’nun ve artık bir örgüt olarak kendini deklare etmiş olan THKP-C’nin banka soymak, adam kaçırıp fidye almak, hatta “kır gerillası” ve “şehir gerillası” gibi girişimleri devam etti. Bu eylemlerin devamı, elbette ordunun başındaki AP yanlısı muhafazakâr generalleri (Tağmaç, Türün vb) iyice tedirgin etti, dolayısıyla bu tedirginlik reform vaadiyle işbaşına gelmiş I. Erim Hükümeti’ne de yansıdı. Erim Hükümeti, devletin normal işleyişi içinde giderek sertleşmekle birlikte (Nisan’da Sıkıyönetim ilan etti) olağanüstü sertlikte devletsel önlemler almadı. Sol gruplar ve yayınlar (yalnızca Ant dergisi Nisan sıkıyönetimi tarafından kapatılmıştı) legal çalışmalarını sürdürmeye Mayıs ayının sonlarına kadar devam etti. 12 Mart’tan sonra yakalanan Deniz Gezmiş’in sıkıyönetim mahkemelerinde idama mahkûm edileceği o günlerde kimsenin aklından bile geçmiyordu. Nurhak’ta ele geçmiş THKO’luların alacağı cezanın en fazla müebbet olacağı tahmin ediliyordu.
İLERİYE KAÇIŞ
Devletin elinde toplumsal hareketi bastırmak için iki silah vardı: 1. Şiddet; 2. Reform. Devlet (ya da hükümet) önce şiddeti dizginsiz bir şekilde kullanmamaya gayret etti. “Reform” silahı ise uzun vadeli olarak kullanılacaktı.
Ancak, 12 Mart’tan önce silaha sarılmış THKO ve artık kendini bazı silahlı eylemlerle deklare etmiş THKP-C gibi örgütler uzlaşmaz ve sabırsızdı. Onlar, hükümetin reform yapacağına inanmıyorlardı. “Sahte reformcu” bu hükümetin “maskesi”nin bir an önce düşürülmesinden yanaydılar. Bunun yolu da silahlı mücadeleyi geliştirmek ve yaymaktı. İki örgütün arasındaki “kim daha iyi mücadele ediyor?” rekabeti de silahlı eylemleri körükleyen bir başka faktördü. Toplumsal muhalefetin beklemeye geçtiği koşullarda, Ergun Aydınoğlu’nun yerinde deyimiyle, “gerçek siyasal görevlerden kurtulmak” için bir ileriye doğru kaçış söz konusuydu. (Ergun Aydınoğlu, Eleştirel Bir Tarih Denemesi 1960-1971, Türk Solu, Belge, 1992, s. 144)
SERTLİK YANLILARININ ARADIĞI FIRSAT
İşte devlet içindeki muhafazakâr ve sertlik yanlısı kliğin beklediği tam da buydu. Bu silahlı gruplar toplumu şoke eden bazı silahlı eylemler yapsınlardı ki, devlet de solun ve toplumsal muhalefetin tepesine binsindi. Bu beklentilerinin gerçekleşmesi fazla gecikmedi. 17 Mayıs 1971 günü THKP-C’nin, İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’u kaçırması muhafazakâr-saldırgan kliğin savaş borusunu çalmasının koşullarını sağladı. Orduya egemen olan, Parlamentoda AP aracılığıyla çoğunluk olan, CHP’den kopmuş tutucu-sağ Ferit Melen gibi Güven Partililerin desteğini alan muhafazakâr sertlik yanlıları böylece Elrom’un ölüsünün bulunduğu 22 Mayıs 1971 tarihinden itibaren dizginsiz baskıcı bir rejimi yürürlüğe koydular; ilerici entelijansiyaya ve devrimci gençlere saldırdılar; hapishaneleri solcularla doldurdular; AP ağırlıklı Meclis’in de onayıyla Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı idam ettiler ve Kızıldere’de toplu kırıma giriştiler. Ah o karanlık 1972 yılı!
Birbiriyle taraftar kazanma rekabeti içinde, derme çatma örgütlenmelerle silahlı eylemlere girişmiş iki sol örgüt (THKO ve THKP-C) 12 Mart’tan sonra da silahlı eylemlerini sürdürerek, hatta bir üst düzeye çıkararak devlet şiddetine bahane ve zemin hazırlamış oldular. Kısacası atasözünde belirtildiği gibi “keskin sirke küpüne zarar” verdi.
SALDIRIYI ÜZERİNE ÇEKME!
Peki ne yapılmalıydı?
Yapılması gereken, 12 Mart sonrası legal solun (Dev-Genç, TİP, Sol yayın organları vb.) “şartlı destek” siyasetini sürdürmek, daha olmadı “bekle, gör” tutumu alarak sola ve toplumsal harekete saldırı için bahane vermekten kaçınmaktı. Devlet bir hamle yapmış, bazı vaatlerde bulunmuş; öte yandan elinde sopası toplumsal hareketi ve solu ezmek için bahane arıyor. Bu durumda sen neden tutumunla ona bu bahaneyi veriyorsun? Dur, bekle, gözle. Ve şunu göster: Bakın, biz bu reaksiyoner AP hükümeti karşısında birtakım eylemlere giriştik, şimdi bu hükümet gittiğine göre yeni gelenin ne yapacağını gözlemek istiyoruz. “Reform” vaatlerinin ne kadar gerçeğe dayandığını görmek istiyoruz. Bunun için de yasal plandaki mevzilerimizi korumaya önem vereceğiz. Özgürlüklere dokunmayın! İfade ve örgütlenme özgürlüğünü baskı altına almayın! Vadettiğiniz reformları yapmaya girişin! Böyle davrandığınız takdirde bizden de olumlu yanıt alacaksınız!
O zamanki solun silahlı eylemlere girişmiş kesimi ne yazık ki böyle akıllıca bir tutumdan çok çok uzaktı. Romantik bir “silahlı mücadele” hummasına ve rekabetine kapılmıştı, taktik filan bildiği yoktu. Akılcı davranmak ona uzlaşmacılık, hatta teslimiyet gibi görünüyordu. Bu yüzden de “daima ileri” mantığıyla ileri atıldı ve bu tam bir felakete yol açtı: Solun ezilmesi, hapishanelerin doldurulması, işkence, sokak infazları, Deniz’lerin idamı ve en son Kızıldere faciası.
DERS ÇIKARILDI MI?
Sol bütün bunlardan ders çıkardı mı? Ne gezer! Örgüt şefleri, 1974 özgürlükçü dalgasıyla dışarı çıkar çıkmaz, THKO ve THKP-C deneyini bir daha asla tekrarlamamakla birlikte, yelkenlerini, bu örgütlerin kahramanlık edebiyatı ile şişirerek bu sefer kasaba ve mahallelerde yerel iktidar kavgalarına doğru yol aldılar.
Gelecek yazıda 12 Eylül’e doğru gidişi, 12 Eylül’ü ve hemen sonrasını ele alacağım.
Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.