Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
1894 Depremi -3-
2023 depreminin yarattığı yıkım büyük oranda ortada dururken, bir yandan genel seçim hengamesi bir taraftan da ‘hayat gailesi’ nedeniyle mevcut felaketin giderek unutulmaya yüz tutacağı endişesi taşıyorum. Ancak asıl İstanbul’u da vuracak bir depremin kapıda olması ve yetersiz de olsa mevcut duyarlılığın azalmasının asıl bu bağlamda büyük felakete yol açacak olmasından endişeleniyorum.
Jelogolar ve sismologlar başta olmak üzere uzmanların bu konuda artık feryat figan uyarılarına ve çözüm önerilerine rağmen şehir ve ülke somut adımlar atmaktan uzak görünüyor.
Oysa İstanbul için Prof. Dr. Naci Görür’ün yayınladığı yedi maddelik önlem listesi, adeta manifesto niteliğinde gerçekten. Cumhuriyet gazetesinde verilen habere göre paylaşımlarının aslen 'siyasilere yönelik' olduğunu söyleyen Görür, sitemini oldukça düşündürücü bir şekilde dile getirmiş: “Yazarsam belki okurlar. Kendi bildiklerini yapıyor, bizi de süs gibi vitrine koyuyorlar."
Bu koşullarda deprem tarihi hakkında yazmak ne anlama gelir doğrusu emin olamıyorum, ama tarih hocalığı gereği olarak hatırlamak ve hatırlatmak görevimiz.
Sonraki yazılarda Cumhuriyet döneminin iki büyük felaketine yol açan 1939 ve 1999 depremini ele almak üzere, bu yazıda 1894 depremiyle ilgili yazılmış olan bir rapordan notlar iletmek ve o dönem hazırlanmış bir fotoğraf albümünden seçilmiş bazı fotoğraflar aracılığıyla depremde yaşanan yıkımı göstermek istiyorum. Tek örneği İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı’nın koleksiyonda bulunan çalışma, günümüz okuyucusunun hizmetine sunulmak üzere kitap olarak yayına hazırlanmaktadır.
xxxxx
Tarihyazımında ve kolektif hafızada 1894 depremi, İstanbul üzerindeki etkisi nedeniyle öne çıkmaktadır. Nitekim 2023 depremi gibi çok büyük bir bölgeyi etkileyen ve otuz binden fazla can kaybına yol açan 1939 Erzincan depremi, çıkarılacak tarih tersleri açısından çok daha öğretici olmasına rağmen, yeterince ilgi görmemiştir.
İstanbul gibi bir ‘dünya şehri’ söz konusu olduğu için çok sayıda çalışmaya konu olmakla birlikte, Cumhuriyet’e devreden Osmanlı hafızasında 1894 depreminin yer aldığı pek söylenemez. 1999 depremine kadar az sayıda uzmanın çalışmasına konu olurken, her an yaşanabilecek İstanbul depremi bağlamında o zamana kadar ele alındığı görülmez.
Nitekim, Abdülhamit yönetiminin rasathane çalışmalarıyla gösterdiği ilgili özel ilgiye eşlik edecek duyarlıkla bir deprem hazırlığı söz konu olmamıştır. Depreme dayanaklı yapılar ve genelde deprem duyarlılığıyla geliştirilmiş yeni bir şehircilik anlayışı ne sonraki yıllarda Osmanlı’da ne de 1999 depremine kadar Cumhuriyet tarihinde yeterince ele alınır.
Asıl 1999 depremi sonrasında 1894 depremi yeniden hatırlandı ve İstanbul’un halen deprem riskli bir şehir olduğu sıkça gündeme geldi gerçi, ama maalesef bunun somut sonuçları olmadı.
xxxxx
Depremden iki yıl sonra 1896 yılında yayınlanan Halil Edhem’in Hareket-i Arza Dair Birkaç Söz başlıklı kitapçığı, depremden kısa bir süre sonra 21 Ağustos 1894’te Sabah gazetesinde yayınladığı yazısının genişletilmiş versiyonundan oluşuyor. Günümüz alfabesi ve Türkçesi ile daha önce yayınlanmamış olan çalışmanın yazarı Halil Edhem (1861-1938), daha sonra müzecilik konusundaki çalışmalarıyla tarihe geçecektir, ancak yazıyı kaleme aldığı zaman Mülkiye’de jeoloji mühendisi olarak hocalık yapmaktadır. Zamanın meşhur matbaacılarından Mihran Matbaasında basılan 32 sayfalık bu kitapçığın içeriğini yazarı şöyle özetliyor:
“Doğal işaretlerin her biri hakkında pek çok inceleme yapılarak epey kitaplar ve kitapçıklar yazılmışsa da depremle alakalı eskiden beri toplanan bilgilerle yakın zamanlarda yayımlanan bilimsel araştırmaların derecesi, neredeyse, diğerlerinden yüksektir. Fakat sonraki bulgulardan öncekiler, hayvanların deprem olacağını hissetmeleri ve insanların korkuyla deprem olan yerlerdeki kayıp ve hasar miktarını abartmaları gibi hikayelerden öteye gidememiştir. Yeni bulgular ise son derece dikkatli yürütülen derin araştırmaların sonucu olmakla birlikte bazen birbirinden o denli farklılaşır ki insan hangisini seçeceğini şaşırır.
Bu yüzden aşağıda ilk olarak depreme dair yeni bilgileri özet olarak açıklamaya, ikinci olarak depremin ortaya çıkış nedeniyle alakalı gene kabul görmüş sözleri toplayıp bir araya getirmeye, üçüncü olarak da geçenlerde İstanbul’da hissedilen depremle alakalı bazı düşünceler ortaya koyacağız.”
İstanbul’da yaşanan depremlerin tarihini kronolojik olarak sıralayan yazarın, yakın zamanda yaşananlarla ilgili verdiği istatistik oldukça ilginç:
“Eskiden beri İstanbul’da ara sıra deprem olduğu bilinir. Bunların çoğu İzmir ve Bursa’da veyahut Akdeniz adalarıyla diğer yerlerde görülen depremlerin yansımasıdır. Rumi 1302’den [1886/1887] 1306 [1890/1891] senesine kadar Osmanlı’da gerçekleşen depremlerin istatistiğine başvurursak 231 depremden İstanbul’a 15 deprem rastlamıştır. Demek oluyor ki İstanbul’da birbiri ardına senede üç deprem olmuştur.”
Ancak daha ilginç olan, bu istatistiklerden yola çıkarak yazarın depremlerin yaşandığı mevsimlerle ilgili çıkarımıdır:
“Yukarıda açıklanan beş senelik istatistiği mevsimlere bölecek olursak 231 depremden 51’i kışa, 39’u ilkbahara, 44’ü yaza ve 92’si sonbahara tesadüf eder. Demek oluyor ki kış ile sonbaharda yaz ile ilkbahardan daha fazla deprem olmuştur.”
Ekonomi, toplum, mimari ve inşaat veya genelde şehircilik bağlamında konuyla ilgili bir şey söylemeyen yazar, kitapçığından çıkarılacak özeti de kendisi veriyor:
“Yerküremiz için deprem sıradan bir olaydır. Hiçbir gün yoktur ki yeryüzünün bir tarafında deprem hissedilmesin. Bir hesaba göre günde iki deprem olmaktadır. Bunların büyük çoğunluğunu genel bir sebebe yormalıyız. Şöyle ki yerküre soğumakta bulunan bir cisimdir ve her soğuyan sıcak bir cisim hacmini küçülteceğinden dış tarafını saran kabuk bu küçülüşe bağlı olmaya mecburdur. Fakat mezkûr kabuk yumuşak olmadığından ancak üzerinde oluşacak yarık, çatlaklar ve birçok buruşukluklar ile yüzeysel bir denge oluşturmaya çalışıyor. Bu gibi durumların yer kabuğunda daima birdenbire olması şart olmayıp belki gayet yavaş ve görünmez bir surette gerçekleşmektedir.”
En sonda depremin anlaşılması için önerdiği deney ilginç:
“Bir güzel tecrübe hatıra gelsin. Bir cam parçası üzerine bir miktar kum döküp kenarına bir keman yayı ile dokununuz. Kum sıçramaya başlar ve karmakarışık olur fakat zemini bulunan cam parçasının titreşimi göz ile görülemez. Bu durumu yerküre gibi büyük bir cisimle kıyaslayacak olursak hem yer altında olup biten şeylerin yerin hacmine göre ne kadar yavaş gerçekleştiği hem de etkisinin bize ne kadar şiddetli görüneceği ortaya çıkar.”
Not: Yayına hazırlamakta olduğumuz bu risaleden aktardığım bu pasajların günümüz Türkçesi ile çeviriyazımı, sevgili arkadaşım Tolga Karahan’a ait.
xxxxx
Yazıyı bitirirken, 1894 depreminde günümüze kalan eşsiz bir kaynaktan, yine yayına hazırladığımız yukarıda sözünü ettiğim fotoğraf albümünden fotoğraflarla baş başa bırakmak istiyorum:
Kaynak:
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Alb.184-1, Alb.184-2 ve Alb.184-3.