ayşe düzkan
aa bak kuş geçiyor!
akp, türkiye’nin neoliberalleşmesi projesini hayata geçirmek üzere iktidara geldi. emperyalist odakların ve sarmayenin desteğini bu vaatle, oy desteğini de ideolojik söylemiyle yani islamcılığıyla aldı. türkiye’de neoliberal dönüşüm, tarımın bitirilmesinden, en son kıdem tazminatı hakkına göz dikilmesine kadar uzanan bir yelpazede adım adım gerçekleşti. bu kadar büyük ve geniş emekçi yığınların gündelik hayatı açısından bu kadar olumsuz sonuçları olacak bir dönüşümü gerçekleştirecek partinin, islamiyet gibi kolay kolay sorgulanamayacak bir ideolojik kalkanla yürümesi çok mantıklıydı.
öyle de oldu zaten. sermayeyle olan sorunları da, kendi sermayesini güçlendirme sürecinin bir parçası olarak ortaya çıktı. paranın, servetin el değiştirmesi hep kanlı süreçlerle gerçekleşir. bu sefer belki –örneğin 6-7 eylül gibi- gerçek kan akmadı ama o el değiştirme sürecinde iflas edenlerin intiharları sanırım hâlâ hafızalardadır. bu dalgaya varını yoğunu kaybetmeden karşı koyabilen "büyükler" önlemler aldı, tavizler verdi…
akp’nin ideolojik önceliklerinin bir söylemden ibaret olduğunu söylemek istemiyorum. eğitimdeki köklü değişiklik mutlak bir islamileşme programı mesela. uluslararası ilişkilerde ise, türkiye cumhuriyeti’nin geleneksel siyasetinden kopuldu, türkiye akp ile, bölgedeki ihwan hareketinin bir parçası oldu, daha radikal güçlerle ilişkilerini anlatmaya gerek yok.
ayasofya’nın cami olarak müslümanların ibadetine açılma hamlesinin ardından hilafetin ilanı ve hatta saltanatın konuşulduğunu görüyoruz.
türkiye büyük millet meclisi’nin kaldırdığı hilafetin aynı meclis tarafından tekrar ilan edilebileceği fikrine, 2000’lerin ortalarında kimi islamcı yayınlarda rastlamıştım, muhtemelen geçmişi daha eskiye dayanıyordur. ancak hilafetin kaldırılmasının ardından geçen yıllarda çok şey değişti. idari boyutu zaten manevi anlamından daha önde olan bu makamın bugün islam aleminde hiçbir karşılığının olmayacağını, bu fikri savunanlar da bilir. peki, bu saltanatın ilanına yönelik bir adım olabilir mi? en azından böyle bir rüzgâr estirildiği ortada.
monarşi eleştirisine girmeye bile gerek bile görmüyorum. ama şu noktayı özellikle saltanat özlemi içinde olanlara hatırlatmak gerek, bence. monarşinin özü, bir tek kişinin yönetimi olması değil; zaten hem osmanlı’nın son döneminde hem de avrupa hanedanlıklarında meclis var. avrupa hanedanlıkları hep kendi aralarında evlilikler yapmış. örneğin fransız ihtilâli sırasında giyotinle idam edilen ve "ekmek bulamıyorlarsa… " sözüyle tanınan fransa kraliçesi marie antoinette, avusturya’da, habsburg hanedanlığında, avusturya imparotoriçesi maria theresa ve roma imparatoru ı. franz’ın kızı olarak dünyaya gelmişti. maria antonia olan adı, fransa veliahtı xvı. louis ile evlendikten sonra fransızlaştırılıp marie antoinette oldu. hanedanlar arasındaki bu evliliklerde amaç –belki öyle iddia edilse de- "mavi kan"ı korumak yani soyluluğu sürdürmek değildi ki malum, osmanlı’da böyle bir zaten gelenek yok. saltanatın mantığı, doğduğu andan itibaren yönetmek üzere yetiştirilen bir insanın yönetici olması. (çevrelerinde, kendilerini yetiştiren hocalar da dahil olmak üzere bir ortak akıl olduğunu söylemeye gerek yok.) bu süreklilik, kardeş katliamı da dahil olmak üzere birçok çürütücü unsur içerir, bunları lise tarih kitaplarında dahi gördük. ama o süreklilik ve o eğitim olmadan tek adam yönetimine saltanat denmez, ne deneceğini söylemeye bile gerek yok! eski monarkların gözü hâlâ yönetimde olabilir ama onların arasında bile krallık geri gelsin diyebilen olmuyor; nitekim, devrimle sürgün edilen son bulgar çarı ıı. simon, rejimin değişmesiyle birlikte, 1996’da ülkesine döndükten sonra siyasete atıldı, 2001-2005 arasında başbakanlık yaptı ama o kadar.
akp’liler de, partinin bir adım dışında durup daha radikal şeyler savunanlar da bunları gayet iyi bilir. diğer yandan akp böyle köklü dönüşümler konusunda kararlı olsa, bunları başta seçmen desteği olmak üzere gücünün daha yüksek olduğu zamanlarda gerçekleştirmeye kalkması, daha akla yakın olurdu.
ama akp’liler, muhalefetin kendisini laiklik üzerinden tanımlayan kesimlerini de iyi bilir, iyi tanır. bu insanların islam’ın dünyadaki durumu (örneğin hamas, suudi arabistan, ışid, iran arasındaki farkları, ilişkileri, çelişkileri) öğrenmeye, bilmeye tenezzül dahi etmeyip her arapça harfi, anadili arapça olan herkesi islamcılıkla özdeşleştirdiklerinin, siyasi bir mesele olan islamileşme konusunu güncel ve tarihsel gerçeklerden kopuk ele aldıklarının farkındadır.
evet, "laikçi teyze" diye küçümsenenler haklı çıktı. ama türkiye’de din, onu merkeze alan her kesim için hâlâ en elverişli manipülasyon araçlarından biri. kimilerini "islam böyle diyor" diye en olmadık şeylere inandırabilirsiniz. aynı şekilde bir başka kesimin dikkatini dini herhangi bir imgeyle dağıtabilirsiniz.
islamcılarda fantezi bol, güncel ve tarihsel gerçeklerden kopuk fanteziler konusunda kimse ellerine su dökemez. "rasyonel" sağ siyaset, onların sırtını sıvazlayıp işine baktı yıllarca. bugün hilafet ya da saltanatın ilan edilmesi ihtimali bence çok zayıf ama kıdem tazminatına el konulması, dijital sansür ve istanbul sözleşmesi’nden çekilme çok güçlü ihtimaller.
bu sefer kuşa değil, cebimize, hayatımıza uzanan ele baksak çok daha iyi olmaz mı.