Ümit Kardaş
Adalet, Gözaltı, Tutuklama
Daha önceki iki yazımda hukukun nihai hedefi olan adalet değerinin adil yargılanma hakkı kapsamında tabii hakim, hakim bağısızlığı ve tarafsızlığı ilkeleri ile bağlantısını incelemiştim. Bu yazımda da adalet değerinin bizim özgürlüğümüzü ve hukuk güvenliğimizi çok yakından ilgilendiren gözaltı ve tutuklama tedbirleriyle bağlantısını bir köşe yazısının elverdiği ölçüde anlatmaya çalışacağım.
Şüpheli kişinin gözaltına alınmasına karar vermek için, suç işlendiği hususunda makul bir şüphenin bulunması gerekmektedir,aksi durumda gözaltı hukuka aykırı olur.AİHM, makul şüphenin,tarafsız üçüncü bir kimseyi ilgili kimsenin suç işlemesinin mümkün olduğuna ikna etmeye yetecek ölçü ve nitelikte bulunması gerektiğini belirtmekte.Gözaltı sürelerinin,gözaltındaki kimsenin salıverilmesi veya hakim önüne çıkarılması bakımından sonuna kadar kullanılması her zaman hukuka uygun olmaz.Eğer gözaltı nedeni ortadan kalkmış veya gözaltına alınmakla güdülen amaca ulaşılmış veya hakim önüne çıkarılmak için yapılması gereken başka bir iş kalmamışsa sürenin bitmesine gerek bulunmamakta..Gözaltı süreleri doldurulması gereken süreler olmadığı gibi bu sürelerin aşılması da gözaltında yapılan işlemleri hukuken sakatlayarak ve daha sonra yapılacak işlemleri de hukuka uygun olmaktan çıkarır. Nitekim AİHM, de gözaltı süresinin aşılmasının sorgulama sırasında şüpheliye verilmesi gereken avukattan yararlanma hakkı olmak üzere diğer teminatları ortadan kaldırdığına karar vermiş bulunmakta.
Bir bireyin özgürlüğü yalnızca çok ciddi nedenlerle sınırlandırılabilen çok önemli bir hukuksal değerdir. Bunun için kanuni dayanaklar yanında, adil yargılanma hakkı, maddi gerçeğin araştırılmasının asgari ölçütleri ve hukuk devletine özgü gerekliliklerin bulunması gerekir. Bu nedenle kişisel özgürlüğü kısıtlayan tutuklama kararının yeterli özgürlük güvencelerini içermesi ceza muhakemesinin vazgeçilmez koşuludur. Tutuklamanın kanunda öngörülmeyen amaçlar için kullanılması, kararların yeteri derecede gerekçelendirilmemesi, tutuklama sürelerinin orantısız biçimde uzun tutulması bir hukuk devletinde kabul edilemez. Orantılılık prensibine göre tutuklamanın bütün somut etkileri ve kişinin sağlığına, ailesine, işine, ticari varlığına ve imajı da dahil olmak üzere hayatının bütün alanlarına etkisi değerlendirilmek zorunda.
Tutuklama, şartları gerçekleşmiş olsa bile başvurulması zorunlu olmayan bir koruma tedbiri olup, kural, soruşturma ve kovuşturmanın tutuklama olmadan yapılmasıdır. Hakim tutuklamada öncelikle kuvvetli suç şüphesi olgularının bulunup bulunmadığına bakacaktır. Bu olgular muhakeme sonucunda kişinin mahkum olma olasılığının yüksek olduğunu göstermek zorunda. CMK 100/3’te yer alan suç listesinde sayılan suçlar bakımından dahi tutuklama zorunluluğu bulunmamakta.Hakim bu suçlarda bile suçun işlendiğine dair delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebinin varlığıyla yetinmemek,ayrıca kaçma şüphesi veya delil karartma şüphesinin var olup olmadığını da incelemek zorunda.. Listede yer alan suçun isnat edilmesi sadece bir karinedir ve bir karineden yola çıkılarak tutuklama yapılamaz. Somut olayda şüpheli kimsenin kaçacağına veya delilleri karartacağına yönelik somut delillerin bulunması, tutuklama nedeninin karar gerekçesinde açıkça belirtilmesi, elde edilen delillerin kuvvetli suç şüphesini ve tutuklama nedenlerinden birinin varlığını göstermesi gerekir. ( AİHM, Boicenco/Moldova,Memedova/Rusya kararları )
Kaçma şüphesinin kabulü somut bir takım olguların varlığına bağlıdır.Mesela kişinin pasaport alması,ikametgahının veya sabit bir işinin bulunmaması,uçak bileti alması gibi olgular kaçma şüphesi uyandırabilir.Hakim kararında bu olguların neler olduğunu göstermek zorunda.( AİHM, Labita/İtalya, Punzelt/Çek Cumhuriyeti kararları ) Kaçma şüphesi,sadece şüpheli ve sanığın ileride mahkum edilebileceği cezanın ağırlığına göre varsayılamaz. Şüpheli veya sanığın karakteri,mesleği,dış dünyaya yansıyan davranışları,aile bağları gibi faktörler ile somut deliller birlikte değerlendirilmek zorunda.( AİHM, Neumeister/Avusturya kararı )
Ayrıca hakim, adli kontrol uygulanmasının kanunen mümkün olduğu hallerde neden adli kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağını veya amaca neden ulaşılamayacağını açıklamak zorunda. Tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda kanunun aradığı şartların her biri, gerekçelendirilmiş olarak yazılmak mecburiyetinde.( Anayasa 141,CMK 100/2 ) Ayrıca başlangıçta tutuklama için var olan nedenler zaman geçtikçe zayıflayıp, kuşkulu hale gelebilir.Sonraki kararların meşruluğu için,o nedenlerin halen varlığını ve ölçülük koşuluna uygunluğunu sürdürmesi gerekir. ( AİHM, Kreps/Polonya kararı )
CMK 101/1’in emredici düzenlemesine göre savcının tutuklama isterken mutlaka gerekçe göstermesi ve ayrıca adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiili nedenlere yer vermesi gerekir. Aynı şekilde mahkeme de tutuklamada bu emredici düzenlemeye uymak zorunda. Maddenin 2.fıkrasına göre tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)Kuvvetli suç şüphesini,b/Tutuklama nedenlerinin varlığını,c)Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.
Hem 1982 Anayasası, hem de CMK mahkemelerin tüm kararlarının gerekçeli olmasını zorunlu kılmakta. AİHM, gerekçe olarak"suçun niteliğine, delillerin durumuna ve dosyanın içeriğine ilişkin" gibi basmakalıp terimler kullanılmasını hukuka uygun bulmamakta. Uygulamada tutuklamaya veya tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda sıkça kullanılan bu tabirler tutukluluğun devamını haklı göstermez. (Letellier-Fransa, Tomasi-Fransa, Tymoshenko-Ukrayna kararları )
Anayasa,CMK düzenlemeleri ve AİHM içtihatlarıyla "gerekçeli karar hakkı" kabul edilmiş bulunmakta.Söz konusu kararlarda gerekçesizlik olarak değerlendirilebilecek "kuvvetli suç şüphesinin devam ettiği","suçun önemi",şüphelinin tutuklu kaldığı süre","kaçma şüphesinin devam ettiği" gibi somutlaştırılmamış,basmakalıp (stereo-type), genel,soyut ve hukuka aykırı tabirler kullanılması, savunmanın taleplerine yönelik nedenlerin irdelenmemesi ve bu hususlara cevap verilmemesi bu hakkın ihlalidir..Nitekim AİHM,Türkiye’yi bu nedenlere bağlı olarak tahliye talebiyle ilgili kişiye başarı şansı ve umudu sunmaması sonucu AİHS’nin "özgürlük ve güvenlik" başlıklı 5/4 hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle mahkum etmiştir. (AİHM Koşti ve diğerleri-Türkiye, Mehmet Özcan ve diğerleri-Türkiye kararları)
İktidarın ve medyanın hakimleri baskı altına aldığı ve istenmeyen kararları veren hakimlerin aynı anda azledildiği yerde adil yargılanma hakkının gerçekleşmesi ve insani yüksek bir değer olan adalete ulaşılması mümkün değildir. Maalesef Türkiye bugün gerçek adalet değerinden uzaklaşıp, gücün adalet anlayışına teslim olmuş, medeni bir toplum olma vasfını kaybetmiştir.