Pelin Cengiz
Adalet yok edildi, kalkınma iflas etti: Sinop’ta kesilen 650 bin ağacın ahı tutsun
Japonya’nın önde gelen gazetelerinden Nikkei’de geçen hafta Japonya’nın Osaka kentinde gerçekleştirilen G20 Zirvesi öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yapılmış bir röportaj yayınladı.
Erdoğan, o röportajda bir süreden beri konuşulan ancak resmî olarak açıklama yapılmayan bir konuya değinerek, Japon-Fransız ortaklığıyla Sinop’ta yapılacak Türkiye’nin ikinci nükleer santral projesinin durduğunu söyledi.
(Röportajın tam metnine şuradan ulaşabilirsiniz)
Erdoğan’a fizibilite çalışmalarının Sinop’ta santralin maliyetinin tahmin edilenin iki katından fazla olduğu ve projenin durdurulduğu söylendiğinde Erdoğan itiraz etmeyerek, şu cevabı veriyor:
"Sinop nükleer enerji santrali projesinde arzu edilen noktada değiliz. Japonya tarafının hazırladığı fizibilite raporu ve maliyet analizi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığımız ve diğer gerekli kurumlarımız tarafından ayrıntısıyla incelendi. Hem maliyet, hem de takvim bakımından başlangıçtaki anlaşmamızla uyum içinde olmayan bir tabloyla karşılaştık."
Bu demek oluyor ki, 22 milyar dolarlık proje olmuş size 44 milyar dolar… Geçen yıl yaşanan kur kriziyle birlikte bütün hesaplar alt üst olunca, proje astarı yüzünden pahalı bir hale dönüştü.
Tabii iptal oldu demiyor ancak projenin durdurulduğunu en yetkili üst düzey siyasetçinin söylemesi önemli. Projenin tamamen iptal edilmesi Japonlarla olmadı Çinlilerle, Çinlilerle olmadı Amerikalılarla gibi alternatiflerin her zaman masada olmamasını sağlaması açısından da önemli.
Diğer yandan, sorunun ikinci kısmı bir anlamda projenin iptal yolunda olduğuna bir işaret.
Çünkü, "Japonya'nın nükleer santral yatırımının yerini hangi sektörlerde veya altyapı türlerinde görmek istersiniz?" sorusuna Erdoğan, "Japonya ile enerji işbirliğimizi sadece nükleer enerji alanıyla sınırlamıyoruz. Japonya ile temiz kömür, yenilenebilir enerji, Ar-Ge çalışmaları, insan kaynakları gelişimi ve ulaştırma gibi çok alanda birlikte çalışabileceğimizi düşünüyoruz" diyor.
Kömür nükleerden iyi değil elbette ancak burada sadece bir niyet beyanı var, somut bir bilgi yok.
Aslında tam bu noktada Nikkei gazetesinin gerçek bir fikritakip yaparak iyi bir gazetecilik örneği sergilediğini söylemek lazım.
2018’in aralık ayının başlarında yine Nikkei gazetesinde yer alan Japonların Sinop’taki nükleer santralden çekileceğiyle ilgili haber epey ses getirmişti.
O haberde de özetle, Japon Hükümeti ile Mitsubishi şirketinin Sinop nükleer santral projesinden çekilme sürecine girdiği ve bu kararın nedeninin de geçen temmuz ayında santralin inşaat maliyetlerinin ikiye katlanarak 44 milyar dolara ulaşmasının ardından Türkiye ile Japonya arasında projenin geleceğine yönelik bir anlaşmaya varılamamış olmasından bahsediliyordu.
Ne olmuştu şöyle bir geriye giderek hatırlayalım…
Sinop’taki nükleer santral projesi için Mayıs 2013’te Türkiye ve Japonya arasında nükleer santral yapımına ve işbirliğine ilişkin hükümetlerarası anlaşma imzalandı. Nükleer santralin inşasına 2017 yılında başlanması ve 2023 yılında da ilk reaktörün devreye alınması planlanıyordu.
Toplamda 4480 MW’lık dört reaktörü olacağı belirtilen santralin yapımını Japon Mitsubishi Heavy Industries, Itochu Corp. ve Fransız GDF Suez (daha sonra adı Engie olarak değiştirildi) 22 milyar dolar bedelle üstlenmişti. Reaktörleri, Japon Mitsubishi ile Fransız Areva yapacaktı ve ikisinin ortak ürünü olan Atmea-I reaktörleri inşa edilecekti.
Japon ve Fransızların Sinop'a inşa etmeyi planladığı Atmea-I model reaktör henüz denenip başarılı olmadı, güvenlik onayı almadı, aynı Rusların Mersin Akkuyu’da kurmayı planladığı VVER-1200 model reaktörde olduğu gibi… Şayet devreye girebilirse ikisi de ilk kez Türkiye'de denenecek.
Atmea-1, sadece ticari kaygılarla nükleer güvenlik kültürü olmayan, gelişmekte olan ülkelere satılmak amacıyla piyasaya sürülmeye çalışılan bir reaktör tipi. Fransa ya da Japonya’da inşa edilme planı yok.
Nükleer enerjinin hali hazırda taşıdığı kritik riskler yanında yapılacak reaktörün hiç denenmemiş olmasına bir de Türkiye’nin geçen yıl yaşadığı kur krizi eklenince, risk de maliyet de katlandı.
Henüz kur krizi yaşanmadan önce Nisan 2018’de yapılan açıklamalarda maliyetlerin iki kat artmasının beklendiği, bunun da öngörülen hesaplamalara uymadığı gerçekçeleriyle konsorsiyumda yer alan Itochu, konsorsiyumdan çıkmıştı.
O dönemde Itochu’nun ayrılmasıyla projenin gecikeceği belliydi. Itochu’nun ayrılığıyla yüzde 30’unun konsorsiyum, yüzde 70’inin diğer finansörler tarafından karşılanacağı düşünülen projenin maliyetinin karşılanması açısından dengeler bozulmuş oldu.
Nükleer enerjiyi savunanların en çok kullandığı ve artık yenilenebilir enerjideki fiyatların daha cazip hale gelmesiyle gerçekliğini tamamen kaybetmiş argümanlardan biri, dünyanın nükleer enerjiden vazgeçmediği ve nükleer enerjinin ucuz olduğu iddiasıdır.
Ancak, nükleer endüstride her geçen gün tecrübe edilen gelişmeler, bu iddiayı giderek daha fazla çürütüyor. Nükleer santral inşaatlarındaki tahminlerin üzerindeki gecikmeler, nükleeri ucuz olmaktan çıkarıp maliyetleri giderek arttırırken, nükleer endüstri şirketlerine büyük zararlar yazdırıyor.
Her yıl uzman bir ekip tarafından hazırlanarak yayınlanan WNISR (World Nuclear Industry Status Report - Dünya Nükleer Endüstri Durum Raporu) raporunun 2018 versiyonunda gecikme ve iptaller bölümünde, "Geçmiş deneyimlerden görüldüğü üzere bir reaktör siparişi vermek hatta inşaatın ileri aşamasında bir nükleer tesise sahip olmak, nihai şebeke bağlantısının ya da enerji üretiminin garantisi değildir ifadesi yer alıyor.
Ayrıca, benzer biçimde maliyetli ve uzun inşaat sürelerine rağmen nükleer santral yatırımlarının gelişmiş ülkeler yerine gelişen ülkelerde devam ediyor olmasının anlamı, nükleer santrallerin güç unsuru olarak kullanılmasından kaynaklanıyor…
(Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz ulaşabilirsiniz)
1951’den 2018’in ortalarına kadar 20 farklı ülkede 762 reaktör inşaatının en az 94’ü (yüzde 12’sine denk geliyor) inşaatının farklı aşamalarında ya durduruldu ya da iptal edildi. Geçen 10 yılda ortalama sekiz reaktör inşaatından birinin iptal edildiğini gösteriyor.
Nükleer santrallerin ilk inşa aşamalarında yaşanan finansal zorluklarla nükleer santrallerin kurulum maliyetlerinin projedeki maliyetten yüksek çıktığına dair pek çok örnek mevcut. Temel olarak yüklenicilerin riski tamamen üstlendikleri için fiyatların çok hızlı ve düzenli arttığı belirtiliyor. Sadece inşaat değil çok uzun süren lisans prosedürlerini ve karmaşık finansman pazarlıkları da hesaba katıldığında süreçler daha da uzuyor.
Aynısının yıllardır zaten Rosatom’un Akkuyu’da yapmaya çalıştığı nükleer santral projesinde de yaşandığı herkesin malumu.
Akkuyu nükleer santrali, üreteceği elektriğin yüzde 50’sini 15 yıl boyunca, Sinop nükleer santrali de üreteceği elektriğin tamamını 20 yıl boyunca, yapılan anlaşmalar gereği TETAŞ isimli devlet şirketine satacak.
Türkiye, yasayla Akkuyu’da üretilecek elektriğin yarısını KWH başına 12.35 dolar/sent bedelle, Sinop’ta tümünü KWH başına 11.80-12 dolar/sent bedelle alma taahhüdü verdi.
Türkiye’nin Japonya ile anlaşma yaptığı Mayıs 2013’te dolar kuru 1.85’ti. Bugünkü kur 5.80 seviyesinde. Şu anki tahminlerle 44 milyar dolar bulunsa ve nükleer santral inşa edilse bile devreye girdiğinde muhtemelen o dönemdeki yenilenebilir enerji yatırımlarından gelen elektriğin fiyatı en az beşte bir daha ucuz olacak.
İnsana en fazla dokunan ise doğru dürüst finansal fizibilitesi bile ortada olmayan bir proje için Sinop’ta 650 bin ağaç kesilmiş olması. 2013’te imzalanan anlaşmadan bu yana Japonlar, Sinop’ta zemin etütleri yapıyordu. Geçen yıl Sinop’ta daha lisansı dahi alınmamış santral için en az 650 bin ağaç kesildiği, yüz binlercesinin daha kesileceği belirtilmişti. Görünen zarar bununla sınırlı kalacak, ancak gidenin telafisi var mı, işte epey başta yerelden olmak üzere örgütlü, sistematik bir mücadeleyi gerektiriyor.
Peki ne yapılabilir? İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi’nden Prof. Dr. Doğanay Tolunay, şunları öneriyor:
"Arazinin ekolojik değerlendirmesi yapılmalı. Bu ekolojik değerlendirmede yöredeki endemik türlerin (Isatis arenaria, Verbascum degenii ve Crocus speciosus gini endemik türler olduğu biliniyor) bulunduğu alanlar belirlenmeli ve buralar korumaya alınmalı. Yöredeki dik yamaçlar, kıyı alanları, dere yatakları gibi ekolojik olarak hassas alanlar belirlenmeli, buralar ağaçlandırılmamalı, doğal türler korunmalı. Korumaya alınacak alan tahrip edilmişse yöredeki doğal ağaç ve çalı türlerinin tohumları ile buralar tekrar bitkilendirilmeli. Toprakların derin olduğu ağaçlandırmaya uygun alanlarda yine yörede doğal olarak yetişen meşe, kayın, gürgen ve diğer geniş yapraklı ağaçların tohumları ile yeniden ormanlaştırma yapılmalı. Bu ormanlaştırma çalışmasında yöredeki yaban hayatı için açıklık alanlar bırakılmalıdır."
AKP iktidarları öteden parti adında yer alan adaleti bitirdi, ayaklar altında paspas etti. Adındaki diğer ifade olan kalkınma ise krizde, adeta can çekişiyor. Kalkınma adı altında neye el attılarsa, ne yaptılarsa ekonomiyi dara soktular, ekolojik kıyım yaptılar, işçileri katlettiler, toplumsal kodlarla oynadılar. Mega projelerin, yap-işlet-devret işlerinin birileri saltanatını sürerken, hem adaleti hem kalkınmayı iflas ettirdiler. Tablo son tahlilde bu.
Peki Sinop için ne yapmalı? Yapılması gerekenler belli, kolları sıvama ve bölgenin tekrar ormanlık alan haline getirilmesi için çaba gösterme zamanı. Belki de bu olanlar kesilen ağaçların ahıdır, kim bilir… Eğer öyleyse bir an önce o ahın sorumluluları bulması dileğiyle…