Aydın Selcen
Adam kazandı
Madrid Zirvesi’nin temel amaçları NATO’nun gelecek on yılı savunma yapılanmasını belirleyen stratejik kavram belgesinin imza altına alınması ve aynı bağlamda İsveç ile Finlandiya’nın en doğrudan gerçek tehdit Rusya’ya karşı ittifaka katılmasıydı. Erdoğan’a göreyse FETÖ ve PKK’nin NATO belgelerine yani doğrusuyla üçlü uzlaşı andıcına sokturulması temel başarıydı. Ve söylenmese de, daha önemlisi herhalde Biden’la karşılıklı bacak bacak üstüne atıp resim vermekti.
Peşine Tahran Zirvesi dönüşünde yine Erdoğan, Rusya ve İran’la olan ticaret hacmine vurgu yaptı. Toplantı aralarındaysa, ikili düzlemde Suriye ve Irak’a ilişkin güvenlik kaygılarımızı da dile getirdiğini aktardı. TSK’nin Suriye ve Irak’ta PKK ile uzantılarına karşı olası ve süregiden harekâtlarının Astana formatında ele alınan konu başlıkları arasında bulunmadığını böylece öğrenmiş olduk. Üstelik Erdoğan, ABD’nin Fırat’ın doğusundan çekilmesi talebinin sonuç bildirgesinde yer almasını kazanım olarak yineledi.
Sözkonusu iki zirvenin ardından İstanbul’da çıkılan Karadeniz’de tahıl koridoru maçında, bana sorarsanız, adam kazandı. Putin, sırtında ırmağı geçerken soktuğu kurbağaya akrebin "ne yapayım tabiatım böyle" demesi gibi, henüz imzaların mürekkebi kurumadan Odesa’ya ve Mikolayiv’e saldırdı ama olsun. Kıtlık, açlık umurunda olduğundan değil şimdilik atacak barutu azaldığından, soluklanma, toparlanma gereksinimi duyduğundan atmıştı imzayı. Üstelik rehin kalan ve açık hedefe dönüşen donanmasının karşısına bir de NATO deniz görev gücü çıkması olasılığını bertaraf etmek istediğinden.
Arada Madrid’de Macron Anastasiades’in koluna girip, Erdoğan’ın yanına götürdü. Şen şakrak sıcak bir sohbete tanık olduk. Mitsotakis ise defterden silindi. Draghi İstanbul’a geldi, NATO’yla bütünleşik çalışabilecek AB üretimi SAMP-T hava savunma sistemi işi iyice kolayladı. Gerçi eski dostumuz Boris Johnson ile yeni dostumuz Draghi devrildiler. Macron mecliste mutlak çoğunluğunu yitirdi, Scholz da zorda. Biden’ın önünde pek başarılı çıkamayacağı şimdiden belli sonbahar kongre seçimleri var ve F-16 dosyası kongrede. Ama olsun, yine de…
Ona bakarsanız bizde de seçim var ama vız gelir tırıs gider. Tünelli, viyadüklü, köprülü, çevre düzenlemeli, taş istinat duvarlı, yeri geldiğinde iş artışlı, avro geçiş güvenceli, faizsiz kredili, adrese teslim otoyol ihaleleri olsun, Karadeniz’den gaz Akdeniz’den nükleer müjdeleri olsun, döviz kurunu düşük tutup ihracatı ve turizmi patlatmak olsun, bolluk bereket aylarında ucuz meyve sebzeye doymak olsun, koptuk yaldır yaldır geliyoruz evelallah. Biz "pozitif ayrışma" deriz buna literatürde.
Ve dış politikada o eski boynubükük Türkiye yok artık. Nitekim Erdoğan’ın kendi şöyle buyurdu: "Çeşitli sebeplerle sorunlar yaşadığımız ülkelerle ilişkilerimizi birer birer yoluna koyuyoruz. Bazı dostlar şunu söylüyor: 'Sizi anlayamıyorum' diyor. 'Hem kavga ediyorsunuz, hem ara buluyorsunuz. Nasıl oluyor bunlar? İşin zaten anahtarı orası. Bütün mesele dost kazanmakta, düşman değil. Biz de bunu hamdolsun şu ana kadar başardık, başarıyoruz." Adeta hikmet deryası. Kim yaptı, kim düzeltti, neye mal oldu, ağam biz bu… Her neyse.
Büyükelçi Selim Kuneralp, "Beni şaşırtan bunlar değil, olaylara iktidardan daha akılcı, daha az popülist bir şekilde bakacağını ummak istediğim muhalefetten bu konuda ses çıkmamış olmasıdır. (…) Muhalefet partilerinin ve özellikle CHP’nin uygun bir üslupla bu tür hususları gündeme getirmesini beklerdim. Ancak beklentilerim yine boş çıktı." diye hayıflanıyor. Yazlık komşusu Büyükelçi Rıza Türmen de okuduysa, güleç yüzle ayaküstü bir sohbet geçmiştir aralarında sanırım.
Kemal Can ise "Her devrin insanlarının omurgasızlığının güvence sayılması da çok tuhaf. Bu iktidar yıkılınca, bürokratından iş adamına, gazetecisinden akademisyenine kadar etrafında kümelenen pek çok kişinin taraf değiştireceği iddiası, iktidar değişikliğinin sorunsuz yaşanacağının güvencesi sayılabilir mi? Tam tersine, senelerdir yaşananlardan çıkartılan tecrübeyle edinilmiş bu tespit, sorunun en büyüğü değil mi?" diye şaşırıyor. "Bürokrat" deyince, insanın aklına ister istemez liyakatlı hariciyenin güncel durumu da gelebiliyor korkarım.
Biz onları kaygılarıyla baş başa bırakıp, Ukrayna’ya geri dönelim. Oraya buraya çalıntı Ukrayna tahılı boşaltan Rus yük gemileri limanlarımızda habire Yörük Işık’ın radarına takılıyor. Rus oligark yatlarının biri bir koyumuza demir atar, biri bir marinamıza palamar verirken, özel uçaklarından biri havaalanlarımızdan birine tekerlek koyuyor. Sıfır S-400 sandığında ışıl ışıl duruyor, herhalde ara sıra elde üstüpü, greslenip tekrar sandığına geri konuyor. Hava sahamız ve Marmara boğazları Rus silahlı kuvvetlerine Montrö gereği kapalı, Ukrayna’ya SİHA satışı berdevam, Kırım’ın işgalini zinhar tanımıyoruz, Rusya’ya yaptırımları da uygulamıyoruz. Altına imza koyduğumuz NATO stratejik kavram belgesi mi? Onu okuyan yok, işte denge siyaseti bu!
ABD’den HIMARS, Almanya’dan Flakpanzer, Fransa’dan CAESAR, Britanya’dan Javelin vb. derken Batı’dan Ukrayna’ya alanda etkin silâh sevkiyatı ivmelendi. Rusya’nın neo-kolonyal taş üstünde taş bırakmama ve hiç yoktan Donbas’ı Ukrayna’dan kopartıp yutma girişimi sürse de, 28 Temmuz ulusal gününe çeyrek kala, iki anlamıyla da moral üstünlük Ukrayna’da. Zelenskiy, Napolyon veya Hitler gibi Moskova’ya yürümüyor, kendi topraklarını Rus işgalinden kurtarmaya çabalıyor. Savaş, yöneliminin öngörülmesi zor olduğu denli sağlam irade işi. Dayak yerken de döğüşmeyi sürdürmek; çabuk öğrenip, sürekli değişip dönüşen koşullara uyum sağlamak; ittifaklar kurmak; düştüğü yerden kalkmayı, ne uğruna ölümü göze aldığını, ne zaman nereden nasıl çekilip, ne zaman nereye nasıl saldıracağını bilmek de demek.
2. Dünya Savaşı sırasında Churchill, gençken savaşın korkunç ama eğlenceli olduğunu düşündüğünü oysa artık yalnızca korkunç bulduğunu (mealen) belirtmiş. Savaş, savaşı bitirmek ve özsavunma amaçları için yapılırsa haklılık kazanıyor. Putin’in bu savaşı kazanmasına ne askeri ne iktisadi ne siyasi açılardan olanak var. Bugünden, zamanında yapılacaksa gelecek yaz başına dek köprülerin altından çok sular daha kuşkusuz akacak. Ancak yine bugünden, o gün geldiğinde aynı Putin’le nasıl ilişkiler yürütüleceğini ve S-400 hakkında ne karar verileceğini muhalefetin iyice ölçüp biçmesinde sanırım yarar var. Bunun da "cumhuriyetimizi yüzüncü yılında demokrasiyle taçlandırmak" hedefinin ayrılmaz bir parçası olması gerektiğini düşünenlerdenim.