Ragıp Duran
Ah Mahmut Vah Kemal Ah Kenan Vah Recep!
Tarihçilerle toplumbilimciler ayrıntılı olarak gidişatı inceleyip nereye nasıl yöneldiğimizi yazar. Ben gazetecilik alanı ile sınırlıyorum tespitlerimi.
Geçende Suphi Nuri İleri’nin ‘’Gazetecilik Hatıralarım’’ başlıklı kitabını okumaya başlayınca büyük bir hayal kırıklığına uğrayıp ‘’Burdan düzgün bir gaste/gasteci filan çıkmaz!’ başlığıyla bir yazı yazmıştım. Kitabı bitirdim, üzüntüm, öfkem, umutsuzluğum üç kat arttı. Esas olarak iki nedeni var:
Birincisi S.N. İleri’nin (1887-1945) sıradan bir gazeteci/yazar olmadığını öğrendim. Mekteb-i Sultani mezunu, Istanbul ve Paris Hukuk Fakülteleri ile Paris Siyasal Bilgiler Okulunda eğitim almış, doktoralı bir hukukçu. Bence daha önemlisi Marx’ın Kapital’inden Ekonomi Politiğin Eleştirisi’ni Türkçe’ye tercüme etmiş, 1919-20 yıllarında Şefik Hüsnü önderliğindeki Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fıkrasının yöneticiliğini yapmış bir aydın. Kısacası teoride ve pratikte dört dörtlük solcu bir entelektüel portresi var karşımızda. Oğlu Rasih Nuri İleri’nin Türkiye’de komünist harekete olan katkıları da tartışılmaz.
Gerçi, bu bilgiler/bu geçmiş ‘’Hatırat’’a pek yansımıyor.
Ve ne var ki tüm bu olumlu yapıya, formasyona, siyasi perspektife rağmen, yazar, hatıratı boyunca övünerek ifade ettiği üzere aslında sıkı bir Kemalist. Mustafa Kemal’in verdiği gizli görevleri yerine getirmiş, ondan sürekli ‘’direktifler’’ almış. Mustafa Suphi ve Merkez Komite üyeleri öldürülmüştü değil mi? Sahte bir TKP de kurmamış mıydı bu iktidar?
İkincisi de, eski gazetecilerle bugünküler arasındaki neredeyse tek farkın bireysel bağlamda eskilerin sadece eğitim ve kültür düzeyi olarak bugünkülerden daha üstün olduğu. Oysa ki mesleki uygulamalarda temel bir fark olmadığı ortaya çıkıyor.
Kemalizm, özellikle 1923 sonrasında ve hatta 1938’den itibaren ırkçı, milliyetçi, devletçi, jakoben tonlara bürünmedikçe, egemen sınıfın bir ideolojisi olarak liberal ya da solcu bir yaklaşımla sıkı bir şekilde eleştiriye tabi tutulması gereken bir zihniyet, seküler bir din adeta. Cumhuriyet döneminde ya da bugün, İslamcı akımların Kemalizm’e yönelik eleştirilerinin herhangi bir önem ve değeri yok bence. Çünkü siyasal islam, her bakımdan Kemalizm’den geri ve daha gerici bir ideoloji. Ayrıca siyasal islamcıların dün ya da bugün Kemalizme yönelttikleri tüm eleştirileri bizzat kendileri muhalefette ya da iktidarda iken uygulamaktan çekinmemiş, tartışmalı ve istikrarsız ayrıca anakronik bir felsefe, bir sistem, bir zihniyet.
S.N. İleri gibi Marksist formasyonu olan bir aydının, Kurtuluş Savaşı, irtica tehlikesi gibi gerekçeleri öne sürse bile, siyaset insanı olarak Mustafa Kemal’i ve politikalarını benimsemesi, övmesi pek doğal karşılanmasa da kabul edilebilir. Eleştirel yaklaşım değil midir bir kişiyi aydın yapan? Benim de zaten esas itirazım meslekle ilişkili. Gazeteci ile siyasetçiyi ayıran/ayırdeden kriter, ilke ve uygulamaların neredeyse hiç biri İleri’de yok.
Haksızlık yapmayayım. İleri’nin anıları olağanüstü samimi bir üslupla hatta zaman zaman naif bir kalemle yazılmış. S.N. İleri, muharrirden muhbire, gazetenin idaresinden ilan alımına, dağıtımdan okurlarla ilişkiye mesleğin tüm boyutlarına değinmiş. Reis’e ve egemen ideolojiye bağımlılık hariç, yani bağımsızlık ve özgürlük hariç, gazeteciliğin temel ilkeleri konusunda pratikten çıkardığı birçok doğru yaklaşımı da yazıyor. Oysa ki gazeteciliğin abc’si bağımsızlık ve özgürlükle başladığı için, bu doğru yaklaşımların çok fazla değeri kalmıyor. İleri, ‘’Apoletli Medya’’ tabirini doğrularcasına ‘’Gazeteci adeta bir asker gibi vatan ve milleti, hükümet ve rejimi müdafaa eder.’’ (s.99) diye yazdığı gibi Yazı İşleri Müdürünü de Genelkurmay Başkanına benzetmekten çekinmiyor: ‘’İsim tasrih etmeyeceğim: fakat bunca tahrir müdürleri içinde iyileri nadirdir. Adeta bir Erkan-ı Harp reisi demek olan bu tahrir müdürü üzerine pek çok mesuliyet alır ve herkesi memnun edemez.’’ (s.120)
Gazetecinin iktidara, Mustafa Kemal Atatürk’e biatı konusunda o kadar çok somut örnek, vakıa anlatıyor ki, altını çizdim hep üzüntüyle, kızarak.
Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet’in ilk döneminde gazetecilik konusunda yazılan anı ve inceleme kitaplarından, Yalman, Tokgöz ve Karacan’ınkileri okumuştum.
Kitaplığım yanımda olmadığı için (Ya da ben kitaplığımın olduğu yerde olamadığım için) okuduğum birkaç başka kitabı hatırlayamadım. Mehmet Altan, bir aralar bu konu ve dönem hakkında ufuk açıcı makaleler yayınlamıştı. Umarım kitap olarak da toparlayıp derler bu yazılarını. S.N. İleri’nin149 sayfalık hatıratı, tüm bu literatür içinde bana en içten olanı gibi geldi. Ne var ki, biri yüzyılı geçen diğeri yüzyıla yaklaşan iki devasa siyasal/ideolojik/zihni/vicdani yara, yani Ermeni Sorunu ile Kürt Meselesi, bu kitaplarda ya hiç yok ya da öylesine, hatta resmi bakış açısıyla geçiştiriliyor. (Kémalisme oblige!) S.N. İleri, dönemin önde gelen gazeteci ve aydınları ile Şeyh Said İsyanını kışkırttığı ya da desteklediği bahanesiyle Elazığ İstiklal Mahkemesinde yargılanmış, neyse ki beraat etmiş bir aydın. Ki Şeyh Said ile en küçük bir iltisakı bile yok.
Bitirirken başlığı açayım: 2. Mahmut açıkça yazmıştı, kullarına İmparatorluğun yani Saray’ın faaliyetlerini bildirmek için gazete çıkardığını (1831). O ilk gazetelerde zaten Saray’ın maaşlı memurları muharrir görünümünde görev almışlardı. O zamanlar bizde gazetecilik Padişah’ı, Saray’ı övmekle özdeşti. (Sadece o zaman mı?). Sonra Kemal, ki evet bilgili, kültürlü ve kuşkusuz iyi niyetli bir liderdi –ama bunlar tayin edici değil-, Yunus Nadi örneğinde olduğu gibi o da gazetecileri kâtip olarak değerlendirdi. Kemalist olduğunu söyleyen Kenan Evren de geleneği bozmadı. Devlette süreklilik esastır ya, şimdilerde Beştepe Sarayının Tek Adamı da kendine biat edenleri gazeteciden sayıp, diğerlerini hapse atıyor. Oysa onun yaptığı kendisinden önceki yöneticilerin uygulamalarından farklı değil ki… Sonra Fransız-Alman Ortak Kültür TV kanalı ARTE, Tek Adamlık ve Alevilere karşı tutum konusunda Kemal ile Recep arasında benzerlik hatta devamlılık olduğunu söyleyince kızıyorsunuz.