Koray Düzgören

Koray Düzgören

AKP-Devlet koalisyonu 80 milyonu rehin aldı

Batı, Türkiye’nin dış politikasının ‘rehin alma’ esasına göre yeniden oluşturulduğunun farkında. Ancak sadece dışta değil, içte de aynı rehinci politika uygulanıyor.

 


ABD’de yayınlanan Foreign Policy Dergisi’nde çıkan bir yazıda, Türkiye’nin yeni dış politikasının, ‘rehin alma’ esasına göre yeniden oluşturulduğu değerlendirilmesi yapıldı.

Derginin yazarı Nate Schenkkan’a göre, ‘Batı bu yeni dış politikanın farkında, ancak adını koymuyor’.

Bu değerlendirme kuşkusuz bir gerçeği işaret ediyor, ama eksik.

Türkiye’nin sadece dış politikası değil, iç politikası da aynı anlayışla yürütülüyor.

Zaten bir ülkenin dış politikası başka, iç politikası başka olamaz. Dış politika, iç politikanın bir uzantısıdır. Bir ülke içerde barışçı, dışarda savaşçı olamayacağı gibi tersi de söz konusu değil.

Dolayısıyla Türkiye, sadece dış politikada değil, iç politikada da ‘rehin alma’ anlayışını en keskin ve tavizsiz bir şekilde uyguluyor.

Bu anlamda koskoca 80 milyonluk bir ülke, bu iktidarın rehinesi durumunda. Ülkede hiç kimsenin, iktidar mensupları, iktidara yakın olanlar ve kendisini bir nedenle muktedir sayanlar dahil kimsenin bir garantisi ve güvencesi yok.

Çünkü ülkede ne hukuk var ne de adalet… Hatta uygulanan ne bir yasa ne de anayasa var. Ülkenin ayakta kalan ya da içi boşaltılmamış tek bir kurumu kalmadı.

80 milyonluk ülke topyekûn rehin alındı.

Herkes AKP-Devlet koalisyonunun rehineleri durumuna getirildi.   

DENİZ YÜCEL’İN REHİN ALINMASI

Nate Schenkkan yazısına Türkiye ve Almanya arasında 'rehine krizi' yaşanmasına neden olan Die Welt’ın muhabiri, Türkiye ve Almanya vatandaşı Deniz Yücel ile başlıyor. Yücel’in, çoğunluğu tek kişilik hücrede geçen bir yıllık tutukluluğunun ardından, yargılama başlamadan, 16 Şubat’ta ani bir kararla serbest bırakıldığını anlatıyor. Yazar bu konuda, "Yücel’in serbest bırakılması, gözaltına alınmasında olduğu gibi Türkiye hükümetinin siyasi kararının tüm izlerine sahipti" diye yazıyor.

Yücel’in bu süre içinde rehin tutulduğunu ve uygun bir zamanda, uygun bir pazarlıkla Erdoğan’ın talimatıyla salıverildiğini ima ediyor. 

Yücel’in serbest bırakılmasının ardından Alman basınında ‘karşılığında Türkiye’ye ne vaat edildiği'nin uzunca bir süre tartışıldığına dikkat çekiyor. Daha serbest bırakılmadan önce Yücel’in kendisinin üzerinden ‘kirli pazarlık’ yapılmamasını istediğini de anımsatıyor.

"Almanya hükümeti Ankara’ya yönelik silah satışının durdurulması tehdidini koz olarak mı kullandı?" yoksa "Türklerin, gazetecinin serbest bırakılabilmesi için silah satışının devam etmesine yönelik taleplerine teslim mi oldu?" sorularına makalesinde yanıt arayan Schenkkan durumu, "Her ne olursa olsun, Almanya NATO müttefiki Türkiye ile rehine pazarlığına zorlanmış oldu" şeklinde değerlendiriyor.

Tabii bu arada, AKP iktidarı temsilcilerinin Alman yetkililere, Almanya’ya iltica eden bazı yüksek rütbeli subaylar karşılığında Deniz Yücel’in takas edilmesini açıktan önerdiğine ilişkin yayınları da hatırlatalım.

S. MÜSLİM’İN ŞAİBELİ GÖZALTI OLAYI

Türkiye'nin Batı ile ilişkilerini belirleyen ve fazlası ile yaygın hale gelen rehine diplomasisi, PYD'nin eski Eş Başkanı Salih Müslim’in geçtiğimiz günlerde Çekya’da gözaltına alınması olayından sonra da gündeme geldi.

Türkiye’nin şaibeli girişimleri sonucu Müslim’in gözaltına alınmasından hemen sonra, iki ülke arasında rehine takası söylentileri de medyaya yansıdı.

Neyse ki bu karanlık olayda hukuk, Türkiye’nin haksız taleplerini dikkate almadı ve Müslim salıverildi.

Birkaç gün önce, Müslim olayının hemen arkasından, Yunanistan-Türkiye sınırında görevli iki Yunan askeri yanlışlıkla sınırı geçtikleri için gözaltına alındılar. Fakat kısa bir süre sonra olay, bir casusluk girişimi olarak değerlendirilerek Yunan askerleri tutuklanınca işin aslı anlaşıldı. Askerler artık yanlışlıkla sınır ihlal eden sanıklar değil, Türkiye’nin takas pazarlığı için kullanacağı rehineydiler.

Üstelik de iktidar medyası, Yunanistan’a iltica eden ve 15 Temmuz darbesine katıldığı iddia edilen dört subayın iadesi için bu pazarlığın yapılacağını açıkça ve utanmazca yazıyordu.

ABD İLE YAPILAN REHİNE PAZARLIKLARI

Foreign Policy Dergisi’ndeki yazıda, iktidarın uyguladığı rehine politikasının en çok ABD ilişkilerinde görüldüğüne değiniliyor.

Schenkkan, "Bu rehine diplomasisi, en çok ABD-Türkiye ilişkilerinde görünür durumda. Türkiye’de tutuklu bulunan birkaç Amerikan vatandaşının kaderi Türkiye’nin geniş taleplerinin konusu oldu" diyor.

Örnek olarak da 2016 yılında tutuklanan Protestan cemaatine ait İzmir Diriliş Kilisesi’nin başındaki Amerikalı papaz Andrew Brunson olayını anlatıyor. Papazın bir yıl boyunca herhangi bir hukuki gerekçe gösterilmeden cezaevinde yatarken Erdoğan’ın açıkça Brunson'u pazarlık malzemesi haline getirdiğini belirtiyor. Papaza karşı ABD’de yaşayan Gülen Cemaatinin lideri Fethullah Gülen’in iadesini kast ederek 'papaza karşı papaz' diyerek takas istediğini açıkça dile getiriyor.

REHİNE POLİTİKASINA YAPTIRIM GELİYOR

Aslında bunların hepsi bilinen olaylar.

Rehine ve takas politikası da iktidar sözcüleri tarafından ne gizleniyor ne de bundan rahatsızlık duyulduğuna ilişkin bir belirti var. Aksine bu durumun, bir çeşit ticaret ve devletler arasında uygulanagelen normal bir ilişki şekli olduğu değerlendiriliyor.

Schenkkan ise bu konuda farklı düşünüyor:

"Ülkeler arasındaki ilişkiler açısından bu durum kabul edilebilir değil. Türkiye’nin müttefiki olan hiçbir ülkenin vatandaşı 'acaba herhangi bir durumdan dolayı Türkiye’de yakalanırsam ülkede rehine olarak tutulur muyum' kaygısı yaşamamalı."

Yazıdan, konunun ABD Kongre'sinin gündeminde olduğunu anlıyoruz. Türkiye'nin rehine krizi çıkarması durumunda cezalandırılmasını sağlayacak bir yasa tasarısı üzerinde çalışıldığını öğreniyoruz. Kongre’ye sunulan yasa değişikliği ile, ABD yetkililerine vatandaşlarının haksız ve yasadışı bir şekilde uzun süre gözaltında tutulmasında yer aldığı ortaya çıkarılmış Türkiye’deki ilgililere yaptırım uygulama yetkisi veriliyor.

Bu çok önemli bir gelişme ve iki hafta önce Wall Street Journal’de Sen Lankford’un sorduğu gibi, bu yasa değişikliği insan hakları ihlalleri gerçekleştiren Türkiye'deki yetkililere de uygulanacak şekilde genişletilebilecek mi?

Bu yasa ile dünyanın herhangi bir yerinde insan hakları ihlali yaptığı belirlenmiş kişilere bireysel yaptırımlar getirilebiliyor.

Bireysel yaptırımlar arasında, bu kişinin ABD'ye girişinin yasaklanması, ülkedeki varlıklarının dondurulması ve Amerikan finans sisteminin dışına itilmesi de söz konusu.

Diyelim ki bu yasa ya da benzeri uluslararası yaptırımlarla Türkiye’yi yönetenlerin rehinci, takasçı kirli politikalarının önü bir ölçüde kesildi.

Peki içerdekiler, bu zalim iktidarın elinde rehine durumunda olanlar ne yapacak?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi