AKP inşaat kapitalizminin çöküşü ve yeniden inşanın kamucu-halkçı yolları

Deprem bölgesindeki yeniden inşa ve riskli kentlerdeki dönüşüm esnasında halkın yaşamsal alanları rantçılardan korunmalıdır. Bu nedenle yeni binaların nasıl yapılacağı; İstanbul ve İzmir’deki konut stoğunun nasıl yenileneceği önemli sorulardır.

6 Şubat Maraş depremleri, Türkiye kapitalizminin, özellikle de onu son 21 yıldır yürüten AKP iktidarının inşaat kapitalizminin çürüklüğünü sergiledi. Deprem kuşağında bulunan bir ülkede, inşaat ve kent düzeninin bu gerçek hiç ciddiye alınmaksızın yürütüldüğü ortaya çıktı. Bu durum, doğal bir olay olan depremi, toplumsal ve siyasal temelli bir felakete dönüştürdü. Resmi rakamla 48 bin insanımızın canını alan, genelde kapitalist kent düzeni, özelde ise AKP'nin inşaat kapitalizmiydi.

İnşaat, AKP iktidarının alameti farikasıydı. Savaş sanayisinin ön plana geçirildiği son 5 yıla kadar, inşaat, AKP'nin hem siyasal rıza üretme hem de kendi elitlerini yaratmada öncelikli sektörüydü. AKP'nin tüm ekonomik sosyal politikalarına kent rantı yön vermiştir. Halka ev, müteahhitlerine de rant sağlayarak kendi iktidar koalisyonunu ayakta tutuyordu.

1999 İzmit depremi, AKP'nin kendinden önceki dönemin çürüklüğünü anlatmak için en sık başvurduğu sembollerden biriydi. Aradan geçen 24 yılda konut düzeninde değişen hiçbir şey olmadığı 6 Şubat depremleriyle görüldü. Gerçi bu dönemde “kentsel dönüşüm” birçok defalar AKP tarafından gündeme getirildi. Ancak bu dönüşüm, mahalle sakinlerini dışlayan, onları kentin uzak bölgelerine süren, onlara hak kayıpları yaşatan içerikteki projelerle gündeme getirildiği için, konut sahipleri buna sıcak yaklaşmadılar. Karşı çıktılar. Ellerindekini koruma amaçlı, muhafazakar bir tutum içinde oldular. Zira böylece en azından kendi mahallerinde kalabilecek, ekonomik hak kayıplarına uğramayacaklardı. Rantsal dönüşümle pek çok mahalle yıkıldı, hane halkı kayba uğratıldı. Bu yıkımın en sivri özelliği ise İstanbul Sulukule'de Romanların neredeyse bin yıldır oturdukları bu mahalleden sürülmeleri ve bir mahalle kültürünün yok edilmesiyle yaşandı.

Mahallelere değer katan, orada yaşayan insanların toplumsal yaşam sürecidir. Bir zamanlar kentlerin en dışında yer alan mahallelere taşınıp da buraların derdini, yoksunluklarını çekerek on yıllar boyunca buralarda ikamet etmekte sebat eden hane halkları, bu mahallelerin bugünkü değerlenmesinin başlıca sebepleridir. Oysa AKP'nin rantçı zihniyeti, geçmişte gecekondular yaparak bu mahallelere yerleşen insanları yeniden kentin en dış çeperine sürmek istiyordu. AKP'nin rantsal dönüşümüne karşı hane halkalarının direnci hemen her yerde galebe çaldı. Aynı zamanda birer oy deposu olan bu mahallelerin desteğini alabilmek için özellikle 2015 sonrasında “imar afları” çıkartıldı. Böylece deprem dönüşümü konusunda AKP pes etmiş oldu.

Oysa yerinde dönüşümü esas alan mahalle sakinlerini, o mahallelerin değerlenmesinin esas öznesi sayan bir yaklaşımla, katılımcı ve şeffaf bir süreçle hane sahiplerini ikna etmek pekala mümkün olabilirdi ama bunu AKP yapmazdı. İşte şimdi, AKP'li kimi ağızlardan işittiğimiz “kentsel dönüşümü muhalefet engelledi” lakırdısının arkasındaki toplumsal süreç budur. İnsanları, çürük dahi olsa kendi binasına sarılmaya iten, AKP'nin rantsal dönüşüm dayatması olmuştur.

Ayrıca, özellikle son yıllarda yapılan konutlarda deprem yönetmenliğinin delindiği, inşaat maliyetlerindeki tırmanışla birlikte, malzemeden çalma davranışının yaygınlaştığını, bu hırsızlıkların üstünün ise yolsuzluk ve rüşvetle örtüldüğünü gördük. En yeni ve en lüks binalar, depremde ilk yıkılan binalar oldular. Maraş'ta A'dan Z'ye tüm blokları yıkılan Ebrar Sitesi, Hatay'da “cennetten bir köşe” ilanlarıyla satılan Rezidans konutları, bugünkü düzenin A'dan Z'ye çürümüşlüğünün sembolü oldu. Kimi kamu binalarının (hatta hastanelerin!) dahi depreme dayanıksız inşa edildiği ortaya çıktı. Deprem toplanma alanlarının imara açıldığı, deprem anında yurttaşların durabileceği güvenli alanların bulunmadığı görüldü. 1999 Marmara depremi sonrasında, “deprem vergisi” olarak konulan Özel İletişim Vergisi'nin depreme hazırlık dışında her şeye harcandığı anlaşıldı.

PEKİ BU YIKIM NASIL ORTADAN KALDIRILACAK?

Depremin vurduğu illerde binalar nasıl yeniden yapılacak? Dahası, yine deprem riski altındaki İstanbul ve İzmir'deki devasa konut stoğu nasıl yenilenecek?

Öncelikle bu bir finansman sorunudur. Kimi hesaplamalara göre 120 milyar doları bulan bu mali kaynak hangi sınıfların sırtından elde edilecektir? Bunun bedelini AKP döneminde haksız yere zenginleşen müteahhit kapitalistlerin, özellikle de hazine garantili müteahhitler grubunun ödemesi gerekir. Ayrıca kar hırsı ile çürük binalar yaparak yurttaşların ölümüne sebep olan müteahhitlerin de mülküne el konulabilir. Bu kaynağın yine halka salınacak yeni vergilerle elde edilmesini kabul etmemek gerekir. Dahası, depremzedelerin yıkılan konut ve iş yerlerinin yeniden inşa masraflarını kamunun üslenmesi gerekir.

Yeni bina inşatlarında kamusal denetim şarttır. Denetim işi kamu ve belediyeler eliyle gerçekleştirilmeli, özel sektörün denetim yetkisi bulunmamalıdır. “Pasif mühendislik” olarak adlandırılan, özel denetim şirketlerindeki “sözde” denetmenlik kesin biçimde, hızlıca ortadan kaldırılmalıdır. Deprem yönetmenliğine uyum konusunda denetim İnşaat Mühendisleri Odası'nın olmalı ve TMMOB'un gasp edilen yetkileri iade edilmelidir. Dahası, meslek odaları, kamusal denetim ağının etkin bir unsuru kılınmalıdır.

Yapılacak her yeni bina, tepesindeki güneş enerjisi santrali ile planlanmalı, inşaat bittiğinde ise binanın ihtiyaç elektriği bu panellerden sağlanmalı, bu binadaki hanelerden elektrik parası alınmamalıdır. Elektrik böylece kamusal sosyal bir hak haline getirilirken, sosyal yeşil dönüşüme de katkı sağlanacaktır. Artan ihtiyaç fazlası elektriği ise kamu olarak deprem fonu için kullanmalıdır.

Sürdürülebilir sosyal konutlar, yeniden inşanın ana profilini oluşturmalıdır. Yüksek inşaat kalitesine sahip, geniş yeşil alanlarla ve sosyal alanlarla donatılmış, kendi elektriğini üretebilen ve bedelsiz olarak hanelere sunabilen sosyal konutlar, bu inşanın ana biçimini oluşturabilir. Ayrıca geniş alanların deprem toplanma alanı olarak bırakılması gözetilmelidir. Yine özellikle Hatay gibi tarihi mirasa sahip ve halklar mozaiği özelliği taşıyan şehirlerin aslına uygun inşa edilmesi esas alınmalıdır.

Deprem bölgelerindeki yeniden inşa ve deprem riski taşıyan kentlerdeki dönüşüm için, o mahallelerde yaşayan halkı esas alan, yerinde, katılımcı, hane sahiplerinin ve kiracıların ekonomik-sosyal haklarını koruyan bir dönüşüm planı çıkartılmalıdır. Böylece hem dayanıksız konutların yıkılabilmesi sağlanmalı hem de halkın yaşamsal alanları rantçılardan korunmalıdır.


Alp Altınörs: Çevirmen, yazar, siyasal iktisatçı, düşünce işçisi. İngilizce, İspanyolca ve Rusça dillerinden çeviriler yapmakta ve bu dillerde araştırmalar yürütmektedir. "İmkânsız Sermaye- 21. Yüzyılda Kapitalizm, Sosyalizm ve Toplum" adlı kitabın yazarıdır. Uluslararası siyasal iktisat, uluslararası ilişkiler, filoloji ve tarih disiplinlerinde; SSCB, Çin Halk Cumhuriyeti ve Osmanlı İmparatorluğu tarihi, sosyalizmin sorunları ve 19. Yüzyıl Rus edebiyatı üzerine pek çok makalesi ve çevirisi bulunmaktadır. TED Ankara Koleji Lisesi'ni ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirmiştir. 2008 yılında İstanbul'da kurulan Nazım Hikmet Marksist Bilimler Akademisi'nin koordinatörlüğünü yürütmüş siyasal iktisat dersleri vermiştir. 2014-2016 yıllarında HDP) Merkez Yürütme Kurulu'nda yer almıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alp Altınörs Arşivi