Ali - Arif - Âris ve ben

Aslında her şey 'Bitmedi mağduriyetiniz' sözünü bana söylerken, asıl o büyük mağduriyeti görmezden geldikleri için, bana bunu diyenlerden başlıyor.

Biz Ermenilerin ve bilahare cümle mahallemizin isimleri Türkler için hep yabancıdır. Yıllarca dip dibe yaşasak da bir 'Mardiros' diyemezler mesela. Ya da 'Harutyun'.

Bu 'yabancı'lık isimlerle de kalsa iyi. Dile yerleşmiş olan o;

-Ne biçim isim bu canım

-Nerelisin sen bakiim?

klişelerini o kadar çok yaşamışızdır ki bizler artık bunu görmezden gelmeye mahkumdur benliğimiz.

Şimdi yine okuyucularımız bazıları, “Bitmedi mağduriyetiniz” diyecek ve beni yine mağdur edebiyatı yapmakla suçlayacaklar.

Ama bitmiyor ki kardeş bu mağdur etme durumu.

Aslında her şey 'Bitmedi mağduriyetiniz' sözünü bana söylerken, asıl o büyük mağduriyeti görmezden geldikleri için, bana bunu diyenlerden başlıyor.

İşte o yüzden 'benim' mağduriyetim görülmediğinden ben de sizin mağduriyetinizi görmeyebiliyorum.

Çünkü o kadar alışmışım ki kendi adımın yanlış söylenilmesine, sizin adınızın yanlış telafuzundan, ya da size anadil veya millet üzerinden yapılan bir başka haksızlıkta 'ne olacak canım, bize neler dediler' ciliğe itiyor beni.

Bu hafta da Daron Acemoğlu'nun İkinci yüzyıl kongresindeki sunumu ve sonrasında onu o bu şu yanlısı yapan cahil televizyon yorumcuları ve onların yardakçılarıyla geçti haftamız.

Biri çıktı 'Paşinyan gibilerinin maşası' diyebildi mesela. 'Ermenidir' o dememek için 'yabancı' dediler ya da.

Dünyanın tepesindeki üç beş konumdan birine gelmiş Acemoğlu'nun geri dönüp de halen bu tip çirkin sözlerle muhatap etmek inanın utandırdı bir Türkiyeli olarak beni.

O yukarıda bahsettiğim telaffuz edemedikleri isimler arasında yer aldığı için adı.

Hoş kendi isimleri de çok banaldı. Hacı'ydı.

Bilirsiniz biz Ermenilerin çok iyi bildiği bir şeydir. Sonradan Müslüman olan Ermeniler genelde adlarını Hacı koyarlar. Neyse şimdi ben Akitçileri o tuzağa çekmeyeyim.

Gelin sizi azıcık güldüreyim.

HACI ABUZER

2011'den sonra sık sık Urfa'ya ziyarette bulundum. Sebebi aslında orada devlet kademesinde yüksek bir mertebede, Müslüman bir Ermeni ağabeyimin çalışıyor olması idi. Uçaktan sabahın köründe kimsenin bizi görmeyeceği şehir dışındaki ciğercide buluşup bütün gün beni gezdirirdi Urfa'da.

Maksat esnaf ve geride kalanlarla tanıştırmaktı.

Urfa'da bilinen Ermeni kalmamış tabi ama mahallelerde gezerken sürekli şu şekilde tanıştırıyorlar insanlar kendilerini bana.

“Merhaba ben Abuzer, dayıoğlun.” Bir başka sokak
Merhaba ben Abuzer, amcaoğlun olurum...”

Hiç bu kadar çok akrabam olduğunu hatırlamıyordum... Ailede Urfalı olduğunu da bilmezdim. Siz anladınız kodu ama değil mi.

Benle el sıkışan herkes Ermeni. Ama Müslüman...
Caminin yanında bir tabureye çöküyoruz.

“Şimdi namazdan çıkanlar gelir yanımıza” diyor Abuzer... (hangisi hatırlamıyorum)

Biraz yüz göz olduktan sonra soruyorum.

“Yahu niye herkes Abuzer. O da mı kod adı”

“Yok. Bizim buralarda böyle.” diyor ve fıkraya giriyorlar.

1980'ler. Otobüsleri minibüsleri hep çeviriyor asker. Bir gün Germüş tarafından (Eski Ermeni köyüdür) gelen minibüslerden birini durduruyorlar, kontrol var. Herkes hazır dayak yemeye.

Asker biliyor kodları tabi.

“Adı Abuzer olanların hepsi insin.”

Herkes iniyor. Eller otobüse dönük arama yapılıyor.

Bir dayı kalıyor en arka koltukta. Er giriyor içeri:

“Sen niye inmedin dayı”

“Oğlum benim adım Hacı Abuzer...”

Fıkra mı? Gerçek mi? Emin değilim. Ben Abuzer'in yalancısıyım.

YA YALAN SÖYLÜYORLAR İSE?

Birkaç hafta önce Almanya'da, Hamburg'da Zabel Yesayan edebiyat ve tiyatro günleri düzenlendi. Yıllardır Hamburg'da Türkiyeli demokrat kesimi Türkiye'den kalan kötü ayrımcı alışkanlıklarından arındırmak ve gerçek tarihle, gerçek insanlarla bir araya getirmek ile uğraşan bir avuç insan var orada. Bunun için eminim 'nasıl yapacağız da barışacağız' derdi ile yatıp kalkıyorlar. Hasan Burgucuoğlu ağabeyimiz onlardan biri. Interkulturelle Denkfabrik derneği ile birlikte düzenledikleri bu 4 günlük konferans ve tiyatro günlerinde Ulaş Cüre'nin emeği ile Almanya seyircisi BGST'nin Zabel oyununu Almanca altyazı ile izleme şansına erişti.

İki gün boyunca Bir Zamanlar Yayıncılık kurucusu ve sahibi Osman Köker, Zabel'in Yıkıntılar Arasında kitabını çeviren Kayuş Çalıkman ve soykırımdan kurtulanların hikaye toplayıcısı Kemal Yalçın da katıldı bu konferanslara.

Bilirsiniz Avrupa'da demokrat kesimin katıldığı etkinlik sayısı fazla değildir. Hep bilirler ama gelmezler. Gelenler arasında ise her zaman farklı sesler vardır.

İşte bu konferansların birinde Kemal Yalçın'a salondan gelen bir yorum tüm bu yukarıdakileri neden size yazdığımı anlatıyor.

“Size doğruyu anlattığını nereden biliyorsunuz?”

Yalçın çok soğukkanlı bir şekilde “gözyaşları yalan söylemez” diyerek savuşturdu gelen dalgayı, sonrasında da bir hikayeyi birkaç kişiden doğruladığını ekledi.

Ama bu salonda bulunan bir Ermeni ağabeyimizin, “Yahu ailem yaşamış bunları benim, hala yalan mı sanıyorsunuz?” diyerek yürüteci ile salonun dışına içine gidip gelmesine ve anksiyete yaşamasına engel değildi.

İşte bu yüzden Zabel Yesayan edebiyat günleri önemliydi. Çünkü her ne kadar Türkiye'den uzaklaşsak da mantalitesi burada da yaşamaya devam ediyor. Bu yüzden de Avrupa'daki demokratik mücadele gerekli ve yerinde.

Ve bu anekdot bir kez daha bana yukarıda sizlere anlattığım Abuzer'in hikayesinin ne kadar gerçek olabileceğini kanıtlıyor.

Bu topraklar o kadar olmayacak şeyler gördü ki, Abuzerlerin otobüslerden indirilip Hacı Abuzerlerin kalmasını şaka sananlar gün gelip karşımıza çıkıp “Doğru söylediklerini nereden biliyorsunuz?” ya da “Bitmedi mağduriyetiniz” diyebiliyor.

GELELİM ARİF'E

Bendeniz hayatım boyunca üniversiteye kadar hep Ermeni okullarında okudum. İlkokulu mahallemizin Feriköy Merametçiyan İlkokulu'nda, orta ve liseyi de Karaköy'deki Getronagan Ermeni Lisesi'nde. Ki bu hafta mezuniyetimizin 25. yılını dolduruyoruz ve sınıf arkadaşlarım her yıl olduğu gibi “Yaşasın Getronagan” diyerek kadeh kaldıracaklar.

Hepsi ile de, okullarım ile de gurur duyuyorum.

Hiçbir zaman neden bu okula gittim de, özel liseye gitmedim diye de yakınmadım.

Dolayısı ile eğitim hayatım boyunca hiç adımın yanlış söylenmesi olayı ile karşılaşmadım.

Üniversiteye kadar.

Ders bir, sağdan sayıyor öğretmen.

- Ahmet

- Burada...

-Ali...

Ses yok. Ama imza atmışım adımın yanına.

- Arif...

Ses yok.

- Aaaaaaaarrrrrrriiiifffff

Hmmm, benden mi bahsediyor?
- AAAAAAARRRRRRİİSSSSSSS

- Burada...

- Yanlış yazmışlar herhalde oğlum. Arif dimi.

- Yok hocam Aris.
- Tamam Âaarif. Otur yerine..

Şapkası ile Ârif oldum üniversitede. Nasıl cevap vereceğimi de bilemedim, hiç karşılaşmadığım için bu durumla. Öyle de kaldı.

Oysa ne garip isimler vardı sınıfımda.

Süleyman diye kadın vardı mesela.

Volga, ve daha niceleri...

Onlar söylenebildi. Ben söylenemedim.


Aris Nalcı: 1998'de Agos'ta, Hrant Dink ve arkadaşlarıyla çalışmaya başladı. Haber müdürlüğü, editörlük ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. İMC televizyonunda programlar sundu ve bir süre haber müdürlüğü görevini üstlendi. Aynı dönemde Türkiye'de azınlıklarla ilgili ilk program olan Gamurç - Köprü'nün editörlüğünü ve sunuculuğunu yaptı. Programa halen ARTI TV'de devam ediyor. Birçok sivil toplum örgütünde azınlık hakları ile ilgili çalışmalar yaptı, sergi ve raporlar hazırladı. 1965 kitabının editörlerinden biridir, Evrensel ve Kor yayınlarından çıkan Paramazlar adlı kitabın ise çevirmenidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aris Nalcı Arşivi