Alp Altınörs
Arbitraj nedir, ekonomiye nasıl zarar verir?
Arbitraj, hiç emek harcamaksızın ve herhangi bir risk de üstlenmeksizin, salt parayı bir yerden diğerine taşıyarak elde edilen gelirdir. Arbitraj, spekülatif sermayenin en sevdiği olanaktır. Aradaki para farkı ne kadar büyük olursa, bu olanağa yönelik spekülatif hareket de o denli büyür, hacim kazanır.
Diğer yandan, arbitraj üretken yatırımları caydırıp, spekülatif hareketleri cesaretlendirdiği için finansal balonların oluşmasına da neden olur. Dijitalleşen ve giderek entegre olan günümüz finansal piyasalarında arbitraj açıkları, saniyelik hareketlerle devasa kazançları, beraberinde de finansal balonların patlama riskini getirir.
Bu satırları, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu'nun (BDDK) bankalara yönelik "arbitraj" şu uyarısının ardından yazma gereği duyuyoruz:
"BDDK lirada yurtiçi ve yurtdışı faiz farklarından arbitraj imkânı yaratmaya çalışan firmalar olabileceğini belirterek bankaları, kredi kullandırırken dikkatli olmaya davet etti" (Cumhuriyet, 23.03.2022).
Bu uyarı oldukça tuhaf zira arbitraj açıklarını yaratan bizzat siyasi iktidarın kendisi. Bu arbitrajlar, büyük oranda, Merkez Bankası faizinin suni düşüklüğü ile piyasa faizlerinin yüksekliği arasındaki parasal getiri farkından kaynaklanıyor. Öyle ki Merkez Bankası haftalık repo faizi, yükselen enflasyona rağmen ısrarla gerçek değerinin çok altında, yüzde 14’te tutuluyor. Sadece bankaların yararlandığı bir faiz oranı olan bu faiz oranı ile piyasa faizleri arasındaki ciddi fark, binlerce farklı finansal işlemde arbitraj açığının oluşmasına neden oluyor.
Bir örnekle kısaca açıklayalım: Merkez Bankası, bankalara yüzde 14 faizle para veriyor. Aynı bankalar, bu parayı yüzde 28 faizle 5 yıllık Hazine tahvillerine yatırıyor, yani MB’nin ucuz parasıyla iki kat faiz elde ederek sözde, devleti fonluyor. Alın size arbitraj! Taş atıpta kolu yorulmadan, en ufak bir risk üstlenmeden 14 puanlık faiz arbitrajı elde edildi! Yani yüzde 100 kazanç!
Ya da aynı bankalar küçük bir miktar riske girip, aynı parayı yüzde 30-40 düzeylerinde faizlerle kredi olarak dağıtıyorlar. Bu oran da yüzde 61 olan resmi enflasyonun altında ama paranın bankalara maliyetinin yine de 20-30 puan üstünde. Keza aynı zincirin devamında, gerek bankaların isteksizliği, gerekse kara liste uygulamaları nedeniyle bankalardan kredi alamayan vatandaşlar yüzde 80-100'lere varan faizlerle tefecilerden borçlanıyor. Sözüm ona "faizle mücadele" adına yüzde14'e düşürülen Merkez Bankası haftalık faizleri özel bankalara rekor kârlar sağlarken, vatandaş tefeci faizine mahkûm ediliyor.
DOLAR CİNSİNDEN DÜNYANIN EN YÜKSEK FAİZ GETİRİSİ BİZDE
ek daha verelim: ABD Hazine tahvillerinin 10 yıllık faizi yüzde 2,5 düzeyinde. Onun para birimine (dolara) Türkiye Hazinesi ise 5 yıllık Eurobond ihracında yüzde 8,65 yıllık kupon faizi ödüyor. Böylece 2 milyar dolarlık bir borç için Türkiye yılda 173 milyon dolar olmak üzere toplam 865 milyon dolar faiz ödeyecek. Böylece toplamda bu kâğıtların 5 yıllık faiz getirisi dolar cinsinden yüzde 43,25 oluyor.
Peki, yabancı yatırımcı dolarını bozdurup TL üzerinden herhangi bir sabit sermaye yatırımı yapsa, dolar cinsinden bu getiriyi elde edebilir mi? Her ne kadar Türkiye'de emek en vahşi biçimde sömürülüyor dahi olsa, TL cinsinden yüksek olan kâr oranları, aradaki döviz kuru makası nedeniyle dolara geri çevrildiğinde düşüyor. TL'nin yaşadığı ciddi değer kayıpları nedeniyle muhtemelen hiçbir sabit sermaye yatırımı 5 yılda dolar cinsinden yüzde 43 kâr sağlayamaz. (2001 yılında Türkiye’deki doğrudan yabancı yatırımların değerinin TL’nin değer kaybına paralel olarak 108 milyar dolar erimiş olduğunu anımsayalım). Sağlasa dahi, uluslararası tekeller bunun için ciddi riskleri göze almak durumunda kalacaklardır. Oysa Eurobond tahvili risksizdir. Alın size bir başka arbitraj!
BALLI ‘KUR KORUMALI MEVDUAT’
Kur Korumalı Mevduat (KKM) ile 84 milyon yurttaş, bir milyon zengin mevduat sahibine kefil yapıldı. Halkımızın en çok uzak durmak istediği şeylerin biri de kefil olmaktır! Ama bu durumda vatandaşı zenginlerin mevduatına kefil yapan siyasal iktidardır. Bundan kaçınmak da mümkün değil. Tıpkı Hazine garantili köprüleri, havaalanlarını, şehir hastanelerini vergilerimizle ödediğimiz gibi, 84 milyon yurttaş olarak elimiz mecbur 1 milyon mevduat sahibine yüzde 100’lük ballı faizi, vergilerimizle ödeyeceğiz.
Nihayet üç aylık süre doldu ve KKM faiz ödemeleri başladı. Yaklaşık 3 aylık yüzde 25, yıllık yüzde 100 düzeyinde faiz ödeniyor KKM mevduatlarına. Üstelik bankalara faiz üst limiti (yüzde 17) getirerek Hazine kendi eliyle ödemesi gereken miktarı da artırdı. Üç aylık (yüzde 25) ödemelerinin ortalama 4 puanını bankalar, 21 puanını ise Hazine üstleniyor. "Politika faizinin" yüzde 14 olduğu bir ülkede banka mevduat faizi yüzde 100’ü buluyor. Alın size arbitraj! Üstüne YUVAM hesabı ile yurtdışındaki kişilerin mevduatlarına da kefil olacağız! Almanya’da yaşayan, Euro ile gelir elde eden bir kişinin mevduatına, Almanya’da bulamayacağı faizi biz burada vergilerimizden ödeyeceğiz.
YENİ EKONOMİ MODELİ DEĞİL RİBA MODELİ
Finans, günümüz kapitalizminin bütünleştirici alanı olduğu için, Merkez Bankası'nın haftalık faizinde (suyun başında) ortaya çıkan arbitraj, kaçınılmaz olarak ekonominin bütün alanlarına yayılıyor ve binlerce farklı arbitraj açığına yol açıyor. Arbitrajın böylesi bolluğu, emeksiz kazancı cazip kılarak her türden sabit sermaye yatırımını geriletiyor, her türlü spekülatif (vurguncu) faaliyeti ise özendiriyor. Bunun adı, "yeni ekonomi modeli" falan değil, düpedüz "emeksiz kazanç (riba) modeli"dir.
Enflasyonun yükselişi ile birlikte, Merkez Bankası faizleriyle enflasyon arasındaki fark açıldıkça, piyasa faizleri (kredi ve tahvil faizleri) de yükseliyor, arbitraj açıkları finansal sahanın tümüne yayılıyor. Böylece oluşan delikler, mali kaynakların spekülasyona akmasını teşvik ederek reel ekonomiyi adeta bir kevgire çeviriyor.
İşin trajikomik yanı ise tüm bu işlerin sözüm ona "üretimi ve istihdamı teşvik etmek" için yapıldığının ileri sürülmesi. Oysa gerçekte teşvik edilen bankalar, finansal sermaye ve finansal spekülasyon. ABD merkez bankasının (FED) faiz artırımlarının süreceği ve Ukrayna Savaşı'nın küresel enflasyonu yükselteceği önümüzdeki dönemde, bu politikanın sürdürülemez olduğu çok açık.
Özcesi, gidişat, arbitraj açıklarının teşvik ettiği finansal balonların patlayarak ekonomiyi yeni bir finansal krize sürüklemesi yönündedir.