Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Artı Gerçek’li dördüncü yılda…

Muzaffer İlhan Erdost’u sonsuza uğurladığımız acılı günlerde en büyük doğum günü armağanım farklı kuşaklardan gazeteci, sanatçı ve akademisyenlerin pes etmeyen onurlu ortak direnişi.

Bugün 27 Şubat… Yaşamımın yarıdan fazlası sürgünde geçen 84 yılını geride bırakıp, ne sürprizlerle dolu olacağını kestiremeyeceğim yeni bir yaşa giriyorum… Bu konuda bir şeyler yazmaya hazırlanıyordum ki, kara bir haber düştü bilgisayar ekranına…

Türkiye sol düşün yaşamının ve yayıncılığının saygın ismi, faşizmin terör yasalarına asla boyun eğmeyen sevgili meslektaşım Muzaffer İlhan Erdost, sonunda tabiat kanunlarına yenik düşerek yaşama veda etmişti.

Benden yaşça daha büyük olan Muzaffer Erdost’la ilk ortak yanımız, 2. Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye yoksulluk ve jandarma terörü şeklinde yansıyan acılarını aynı coğrafyada, Tokat kırsalında yaşamış olmamız… O Artova’da, bense Kunduz’da…

Basın-yayın ortamına girişimiz ise aynı döneme, DP despotizminin ilk yıllarına denk geliyor. Ben İzmir’in tek muhalif günlük gazetesi Sabah Postası’nda çalışırken, Erdost da Ankara’da dönemin Evrem, Pazar Postası ve Ülke gibi ilerici dergilerinde yazarlık ve yayın yönetmenliği yapıyordu. Yazılarını izliyordum. Daha sonra, 1958-63 yılları arasında Ulus Gazetesi’nde çalıştığını anımsıyorum.

1964 yılı ikimiz için de önemli bir dönüm notasıydı… O yıl ben İstanbul’da Akşam’ın genel yayın yönetmenliğini üstlenip Türkiye’nin bu en eski günlük gazetesini solun sesine dönüştürürken Erdost da sol kitap yayıncılığının öncülerinden Sol Yayınla kuracaktı.

Erdost’un ölüm haberi geldiğinde İnci’yle dertleşirken belleğimiz bizi 50 yıl öncesine götürdü.

1970, Türkiye’de ABD emperyalizminin açık desteğiyle başbakan olduktan sonra bir yandan Milli Güvenlik Kurulu’nu sahneye sürerek 1971 askeri darbesinin basamaklarını döşerken öte yandan Suudi’den beslemeli islam gericiliğini ve NATO destekli bozkurt faşizmini meşrulaştıran Süleyman Demirel’in, Kanlı Pazar’larla, Meclis’te TİP’li milletvekillerinin dövülmesiyle, devrimci gençlerin birbiri ardına katledilmesiyle kana bulanmış iktidarının son yılıydı…

Erdost’un Sol Yayınla ve bizim Ant Yayınları gibi tüm sol yayınevleri 142 davalarına, polis baskılarına, kitap toplatmalarına direnerek devrimci harekete belgesel kaynak sağlamaya çalışıyordu.

1970 yılı başında bu yayınevlerinin yöneticileriyle tek tek buluşarak ortak sorunlarımızı tartışmış, bu sorunların üstesinden gelebilmek için birlikte neler yapabileceğimiz konusundaki görüş ve önerilerini Ant Dergisi’nde yansıtmıştım. Erdost’un görüşleri de 10 Mart 1970 tarihli Ant'ta yer alıyordu.

Başta Karl Marx’ın Kapital’i olmak üzere Marksist literatürün birçok kitabını Türkçeye kazandırmış olan Erdost’la, bu kitaplardan bazılarındaki çeviri yanlışlarından ötürü yapılan eleştirileri konuştuğumuzda, son derece alçak gönüllü, "Marksist-leninist literatür konusunda, bu yayınların yöneticisi olarak ben hiçbir şey bilmiyorum desem yeridir. Zamanla literatürü öğrenip kavradıkça, kusurlarımızı gidermeye, daha doğru bir program izlemeye başladık" demişti.

141 ve 142 maddelerin başımızda Damokles’in kılıcı gibi sallandığı, "Komünist" ve "Kürt" kelimelerinin sadece telaffuzunun dahi suç sayıldığı, önceki kuşaklardan sahafların tozlu raflarında kalmış birkaç istisna dışında Türkçe hiçbir kaynağın bulunmadığı o dönemde Erdost’un bu saptaması, ben dahil her birimiz için de geçerliydi.

Evet, sosyalisttik, devrimciydik, ama tıpkı okurlarımız gibi bizler de sol düşüncenin kaynaklarına ancak yurt dışından getirttiğimiz yabancı dilde kitapların içeriğine Türkçe çevirilerini baskıya hazırlarken erişiyorduk.

Erdost’la ortak geçmişimizi anlatırken, yarım yüzyıl önce sol düşüncenin tanınması için mücadele veren, çoğunluğu artık hayatta olmayan diğer yayıncı dostlarımı da ismen anmak benim için bir görevdir:

Mustafa Kemal Ağaoğlu (Ağaoğlu), Şükran Kurdakul (Ataç), Ahmet Küflü (Bilgi), Süleyman Ege (Bilim ve Sosyalizm), Oğuz Akkan (Cem), Vedat Günyol (Çan), Memet Fuat (De), Hasan Erdoğan (Doğan), Cengiz Tuncer (E), Akay Sayılır ve Zülfü Livaneli (Ekim), Fethi Naci (Gerçek), Bülent Habora (Habora), Yusuf Ziya Bahadınlı (Hür), Nurten Tuç ve Günay Akarsu (İzlem), Mehmet Harmancı (Köprü), Zeki Öztürk (Öncü), Ahmet Öztürk (Payel), Bekir Harputlu (Ser), Muzaffer Erdost (Sol), Enver Aytekin (Sosyal), Remzi İnanç (Toplum).

1971 Mart’ında inen cunta balyozu tüm sol dergi ve yayınevleri gibi Sol Yayınları da vuracak, Erdost 1974 affına kadar tam üç yıl zındanda kalacaktı.

Buna rağmen Erdost serbest bırakıldıktan sonra mücadelesini yeniden başlatarak sol yayıncılığı aynı kararlılıkla sürdürecekti.

… Ve de 40 yıl önceki büyük dram!

Bu kez 12 Eylül faşist darbesi sadece Muzaffer Erdost’u değil, o zındandayken Onur Yayınları’yla birlikte Sol Yayınları da yönetmiş olan kendisinden on yaş küçük kardeşi İlhan Erdost'u da tutsak edecekti.

İlhan Erdost zındanda 7 Kasım 1980 tarihinde Cunta'nın işkencecileri tarafından katledilecek, Muzaffer Erdost daha sonra serbest bırakıldığında İlhan adını da kendi ismine katarak kardeşini Muzaffer İlhan Erdost olarak yaşatmaya devam edecekti.

Kardeşinin vahşice öldürülmesinin tüm ayrıntılarını Muzaffer Erdost kağıda dökerek avukatlarının ve dostlarının aracılığıyla yurt dışına da ulaştırmayı başardı. Bu belgenin Türkçesini Brüksel'de Tek Cephe Gazetesi'nin Aralık 1980 sayısında yayınladığımız gibi, İngilizce, Fransızca, Almanca ve Flamanca çevirilerini de aynı ay İnfo-Türk bültenleriyle dünya kamuoyuna duyurmuştuk.

Tek Cephe: https://www.info-turk.be/TCephe3.pdf
İngilizce: https://www.info-turk.be/50E.pdf
Fransızca: https://www.info-turk.be/50.pdf
Almanca: https://www.info-turk.be/Nov-dez%201980-d.pdf
Flamanca: https://www.info-turk.be/December%201980.pdf

O günlerde Demokrasi İçin Birlik bünyesinde Cunta terörüne karşı birlikte mücadele verdiğimiz genç Tıp öğrencisi Yiğit Bener’in bu belgeyi Fransızcaya ne kadar hızlı ve hırslı çevirmiş olduğunu hiç unutmuyorum.

Cunta dönemi kapandıktan sonra Türkiye’ye dönen Yiğit de hekimliği bir yana bırakıp çevirmen ve yazar olarak yayın dünyasında yerini alacaktı. Üzerinden 40 yıl geçtikten sonra şimdilerde Artı Gerçek sayfalarında Yiğit’le yine birlikteyiz.

Erdost’un ölüm haberi geldikten sonra Türkiye’den duygularımızı ilk paylaştığımız kişi de Yiğit oldu…

***

1971’den ve 1980’den sonra cunta rejimlerine karşı sürgünde bir avuç muhalif gazeteci, sanatçı ve akademisyen nasıl birlikte mücadele verdiysek, bugün de 2016 çakma darbesinin ardından iyice azgınlaşan islamo-faşist teröre karşı farklı kuşaklardan oluşan benzer birlikteliği yaşıyoruz.

Bu mücadele birliğinin sesini en etkin şekilde duyurduğu yayınlardan biri kuşkusuz Artı Gerçek dijital gazetesi, diğeri Artı TV…

Bundan dört yıl önceydi… Brüksel’de 2016 pastırma yazının güneşli bir gününde, İtalyan, Flaman, Valon ve Asuri dostlarımızla beraber bir havuz başında yeni terör dalgasının sürgüne zorladığı dört gazeteci dostumuzla buluşmuştuk: Celal Başlangıç, Ayşe Yıldırım, Ragıp Duran ve Ahmet Nesin… Türkiye’deki mücadelelerini yurt dışında da hiçbir ödün vermeksizin sürdürme kararlılığındaydılar.

Birkaç ay geçmeden 2017 Şubat’ında Artı Gerçek’i, Mart’ında da Artı TV’yi yayına sokarak muhalif medyaya sadece dünyanın dört bir köşesine değil, Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar da ulaşan bir etkinlik kazandırdılar.

Artı Gerçek ve Artı TV, Türkiye medyasında kendisini ifade etme olanağı bulamayan gazeteci, akademisyen, sanatçı ve araştırmacıların katkısıyla üç yıldır Türkiye ve dünya aktüalitesini dinamik bir şekilde yansıtıyor, yorumluyor. O gerçek bir enformasyon vahası....

Artı Gerçek’te 9 Şubat 2017’de yayınlanan "Sürgün tarihimizde ‘hayır’lı iki yeni olay" başlıklı ilk yazım şöyle başlıyordu: "65 yıllık medya, 46 yıllık sürgün yaşamımın bu yeni yılında hem gazeteci olarak hem de insan hakları savunucusu olarak zulmün padişahlığının ergeç yıkılacağı umudumu pekiştiren iki büyük olay: 4 Şubat’ta Brüksel’de toplanan Halkların Demokratik Kongresi-Avrupa örgütünün kuruluş kongresi, üzerinden dört gün geçmeden 8 Şubat’ta Artı Gerçek’in yayına başlaması..."

Gerçekten de Türkiye’de Meclis’in 3. grubunu oluşturan HDP’yi yok etmek üzere kitlesel tutuklamalara gidilmesi, Kürt yerleşimlerinde taş üstüne taş bırakılmaması karşısında Türkiye’nin ezilen halkları için Halkların DemokratikKongresi (HDK) içinde ya da çevresinde birleşerek direnmekten başka yol kalmamıştı.

HDK Avrupa örgütünün 4 Şubat 2017’de Brüksel’de kuruluş kongresi yaparak kapsamlı bir mücadele programını onaylaması, özellikle de yaklaşan referandum sürecinde ödünsüz bir "Hayır" kampanyası yürütme kararı vermesi tarihsel bir önem taşıyordu.

O ilk yazımda bu kongre üzerine şu çağrıyı yapmıştım: "HDK-A sürgün topraklarında islamcı faşizmin ‘Evet’ kampanyasına karşı devasa bir mücadele yürütecek. Bu mücadelede HDK-A’ya yardımcı olmak, katkıda bulunmak, kendine ‘demokratım’, ‘devrimciyim’ diyen Alevi’si, Asuri’si, Ermeni’si, Kürd’ü, Ezidi’si ve Türk’üyle her Türkiyeli’nin görevi..."

Artı Gerçek’in yeni başlayan mücadelesi için de şöyle diyordum:

"46 yıllık sürgünümde Ankara rejimlerine karşı mücadele vermek ve dünya kamuoyunu aydınlatmak için birçok muhalif haber bülteni, dergi, gazete, radyo, internet sitesi girişiminin içinde yer aldım. Hepsinin mücadeleler tarihinde onurlu yerleri var. Ancak bu kadar büyük sayıda gerçek gazetecinin sürgünde bir araya gelerek Artı Gerçek’e hayat vermeleri medya tarihimizin bir ilki... Özgürlük ve demokrasi savunucusu gazeteci, koşullar ne olursa olsun, susmuyor, susturulamıyor… Sevgili Enver Gökçe’nin dediği gibi, sizlere selam olsun hürriyeti yazan eller, dizen eller..."

O günlerinden üzerinden üç yıl geçti, bu üç yıl boyunca 2017’de bir anayasa referandumu, 2018’de bir genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi, 2019’da bir yerel seçim yapıldı.

Muhalefet potansiyelinin güçlenmesine rağmen MHP’yi de yedeğine alan AKP’nin islamo-faşist uygulama ve baskıları hız kesmeden sürüyor… 2016’da tutuklanan HDP liderleri Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere binlerce Kürt hâlâ zindanlarda… Yerel seçimlerde HDP listelerinden seçilen yeni Kürt belediye başkanları da yerlerine kayyum atanarak görevlerinden uzaklaştırılıyor… Osman Kavala örneğinde olduğu gibi insan haklarının seçkin savunucuları uydurma gerekçelerle zındanlarda çürütülüyor… Ve de devlet terörü TC coğrafyasıyla sınırlı kalmayıp komşu ülkeleri, Afrika’nın kuzeyini, Türkiyeli göçmen ve sürgünlerin yaşadığı Avrupa coğrafyasını gözü dönmüşçesine tehdit ediyor.

Böylesi bir ortamda Türkiye’nin demokratik güçleri kadar sürgünde onlara destek olmaya çalışan gazetecilere, sanatçılara, akademisyenlere daha büyük görevler düşüyor.

Dün Muzaffer Erdost’u, kardeşi İlhan’a da sevgilerimizi iletmesi dileğiyle sonsuza uğurladık.

85 yaşına girdiğim bugün bu kavgayı kararlılıkla, inatla sürdüren tüm meslektaşlarımı üç yıl önceki ilk yazımın bitiş cümlesiyle tekrar selamlıyorum:

Enver Gökçe’nin dediği gibi, sizlere selam olsun hürriyeti yazan eller, dizen eller…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi