aslında biz de kardeşiz

işte bu beş yılda da, kürtlerin ve yoksul türk gençlerinin canına mal olan meselede bir arpa yolu boy gidemedik. yol gidemememiz bir yana, ne yapacağımızı da bilemedik.

tahir elçi’nin katledilmesinin üzerinden beş yıl geçmiş. tahir elçi, sözü, vazgeçmediği duruşu ve kişiliğiyle ağırlığı olan bir kürt entelektüeliydi, çalışmalarıyla sadece türkiye’de değil başka ülkelerde de tanınırdı, tanınıyor. o beş yılda, tıpkı onun gibi kürt olan ve kürt olduğunu inkâr etmeyen kaç kişi, ama "kaza" kurşunlarıyla, ama ağır hastalığına rağmen cezaevinden tahliye edilmeyerek, ama ömrü boyunca gördüğü zulmün sebep olduğu hastalıklarla canından oldu.

avukatlarının, chp milletvekili sezgin tanrıkulu’nun ve eşi türkan elçi’nin de ifade ettiği gibi, tahir elçi davasının cezasızlıkla sonuçlanması ihtimali yüksek. o, bu ülkenin canı can sayılmayanlarından, katilinin elini kolunu sallaya sallaya gezmesi ihtimali yüksek olanlarından. cinayet ve cezasızlık kelimelerini yan yana görünce aklımıza gelenlerden; kadınlar, lgbti’ler, ermeniler ve tabii ki iş cinayetleri! baskının, sömürünün, ayrımcılığın, yüzyılı aşkın ömrü olan meselelerin kanlı sonuçları.

işte bu beş yılda da, kürtlerin ve yoksul türk gençlerinin canına mal olan meselede bir arpa yolu boy gidemedik. yol gidemememiz bir yana, ne yapacağımızı da bilemedik.

belki gözden kaçmıştır diye altını çizeyim, ne söyleyeceğimizi değil, ne yapacağımızı… siyasetin duruş, açıklama ve yazının yani sözün ötesinde bir faaliyet olduğunu hatırlayarak.

şunu da hatırlayalım. kürt meselesi hiçbir zaman sadece türkiye’ye özgü, türkiye sınırları içinde bir mesele olmadı. ama farklı ulus-devlet sınırları içindeki kürt hareketlerinin ilişkileri artık geçmişten farklı. bugün suriyeli kürtlerle türkiyeli kürtlerin kaderi arasında politik olarak kopmaz bir bağ var. yani hiçbir biçimde iç siyasete mahsus bir şeyden söz etmiyoruz. bu noktaya tekrar gelmek üzere, iç siyasette kürtlerin rolünü düşünelim.

bu mecranın okurlarını ve tabii kendimi göz önüne aldığımda, kimimiz için belki yutkunarak fakat çoğumuz için elimiz titremeden oy verebileceğimiz ve ama parlamenter yapı içinde karşılığı, ağırlığı, sonucu olan bir parti anlamına gelir kürt hareketi, başka hiçbir anlam ifade etmese de. savunduğumuz şeylerin kolay kolay ulaşamayacağımız mercilerde dillendirilmesi, çok yüksek sesle söylenmesi… ama aynı zamanda, bir demokrasi programının sınırları içinde tanımlanmak anlamına da geldi; ekonomik krizin hukuksuz uygulamalardan kaynaklandığı çünkü yabancı sermayenin demokrasi görmediği yere gelmeyeceği gibi, ne sola layık ne gerçekçi olan ifadelerin dillendirilip dillere dolanması örneğin.

iktidarsa hdp’ye hiçbir biçimde tahammül etmiyor, milletvekilleri hakkında fezleke, belediyelere kayyum, yöneticilerine gözaltıdan tutuklamaya uzanan baskılar, binalarına en hafifinden baskın ve tahribat. çünkü hdp, ana muhalefetin iktidar olmak gibi bir niyetinin olmadığı açıkça belli olan şu dönemde, oyuna ve tabanına sahip çıkabilen, tabanının da taleplerine ve gösterdiği yöne sahip çıkacağı bilinen bir güç. iktidar olmak isteyen muhalefetin vazgeçemeyeceği bir güç. bunun olağanüstü bir başarı olduğunu kabul etmek gerekir.

hdp ve kürtler konusunda gerek ahmet davutoğlu gerekse ali babacan’ın chp ve kemal kılıçdaroğlu’ndan daha cesur konuştuğunu (samimi değil, cesur) bir kenara not edelim. ya chp seçmeni? politik konuları psikolojinin kavramlarıyla açıklamak benimsediğim bir şey değil ama bazen gerçekten gerekiyor. chp seçmeni, aynı adaya oy verme durumu olduğunda seviyor hdp’lileri. kader ortaklığını ancak sandıkta fark ediyor. kürtlerin gerçekliğini görmeye yanaşmıyor. örneğin kürtlerin aylardır konuştuğu, pkk ile kdp arasındaki gerilim, birakuji yani kardeş katli ihtimali ilgi görmüyor, pek haber olmuyor, meraklı okur dışında bilen yok. kdp’ye sadece türkiye’nin değil abd’nin destek verdiği gerçeği hiç dikkat çekmiyor.

kdp eliyle ezilmeye çalışılan gücün, türkiye’deki muhalefetin desteğine ihtiyacı olup olmadığından emin değilim. evet, herhangi bir hareketin gücü, etkisi genişliğiyle orantılı değil ama türkiye’de, bu çatışmayı etkileyecek bir güç görmüyorum.

kdp’nin arkasında israil’in de olduğu düşünüldüğünde, murat karayılan’ın, israil’in pek de muteber sayılamayacak gazetelerinden jerusalem post’a neden röportaj verdiği anlaşılır. bu röportajda, abd’ye seslenmesi de anlaşılır, bu kadar büyük ölçekli bir çatışmada sadece kendi gücüyle hareket etmek mümkün mü! ancak iran halkının yıllardır abd ambargosu altında yaşadıklarını da hatırlayarak söylüyorum,  bu röportajın, iran’da bilim insanı muhsin fahrizade’nin katledilmesi -ve bu suikastın israil’in işi olmasının gayet akla yakın olması- ile yakın tarihlere denk gelmesi de berbat bir rastlantı. bu suikast karşısındaki her infial haklıdır ama türkiye’de iran rejiminin siyasal muhaliflerine yönelik baskısı, kadınlara yönelik baskısı konusunda belki biraz daha fazla ses çıkarken kürtlere yönelik baskısı konusundaki sessizliği nasıl açıklayabiliriz?  

diğer yandan, filistin solunun her inançtan filistinlinin bir arada yaşayabileceği tek devletli çözüm önerisinin bölgede konfederalizm fikrine en yakın öneri oldu ortadayken, kuruluşunun temelindeki etnik temizliği sürdüren, sınırları belirsiz çünkü işgalle sürekli genişleyen, gazze, batı şeria ve bizzat kendi sınırları içinde yaşayan filistinlilere baskı, işkence, apartheid uygulayan israil’in varlığını sürdürmesine dayanan iki devletli çözümün filistin halkı için bir değişiklik anlamına gelmeyeceği bu kadar açıkken israil’in var olma hakkından söz etmesi…  ister istemez şunu düşündürüyor; bölgede, halkların kaderlerinin ortak olması bir söylemin ötesine nasıl geçecek?

o kadarı bu yazının, herhangi bir yazının sınırlarını aşar ama bizler şu soruyu sorabiliriz bence: türkiye’de kürtler ve türklerin birlikte öreceği bir gelecek mümkün mü? yaşanabilir başka bir gelecek mümkün mü, emin değilim. ancak güç dengesi böyleyken yani güçlü olan daha ağır baskı altında ve kulaklar ona sağırken, bu imkânı oluşturmak için ne yapılabilir? bu soruları soran çok kişi olduğunun farkındayım, bu ve benzer sorulara verilmiş çok fazla retorik cevap olduğunun da. gerçekçi cevapları bilmiyorum ama kutuplar oluşturup karşılıklı o kutuplara yığılarak cevap da, çözüm de bulamayacağımıza inanıyorum. üstelik tartışmayı kazanırken her şeyimizi kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmak da var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi