Aso Haji: İran’ın büyük hayallerinin önündeki tek engel Kürdistan

Kürdistanlı yazar Aso Haji’ye göre İran, Obama’nın Irak’tan çekilme kararından faydalanarak Ortadoğu’da belirleyici aktör oldu. Haji’ye göre, son Erbil saldırısı Büyük Pers İmparatorluğu hayalinin önündeki tek engel olarak Kürdistan’ı görmesinden kaynaklı

İran’ın 15 Ocak’ta Kürdistan’ın başkenti Erbil’de çok sayıda balistik füzeyle yaptığı saldırıda Kürt iş insanı Pêşrew Dizayi’nin evi hedef alındı. Saldırıda Dizayi’nin yanı sıra henüz bir yaşına girmemiş kızı Jîna, evde misafir olan Süryani iş insanı Kerem Mikhail ve Filipinli işçi hayatını kaybetti, altı sivil de yaralandı.

İran’ın bu katliamına karşı Türkiye başta olmak üzere bölge devletleri seyirci kalırken, ABD de güçlü bir reaksiyon göstermedi. İçeride hemen her gün Kürt gençlerini idam eden, belli aralıklarla patlak veren isyanları katliamlarla bastıran İran, Irak’tan Lübnan’a, Suriye’den Yemen’e ve Filistin’e kadar geniş bir coğrafyada da belirleyici güç haline gelmiş durumda.

Peki bu nasıl mümkün oldu? İran neden Kürdistan’ı, özellikle de Kürt iş insanlarını hedef alıyor? Erbil’e yönelik saldırılar ABD-İran savaşının ayak sesleri mi?

İran’ın sınırlarının ötesindeki etki gücünü analiz ettiği “İmamı Bekleyen Necef” isimli kitabı yakında Avesta Yayınları tarafından Türkçeye çevrilecek olan Kürdistanlı araştırmacı, yazar ve siyasi analist Aso Haji’ye kulak veriyoruz…

İran’ın 15 Ocak’taki Erbil saldırısının arkasında nasıl bir hedef yatıyor?

Bir kere bu İran’ın Kürdistan’a, özellikle de Erbil’e yönelik ilk saldırısı değil. İran 3 Mart 2022 tarihinde de yine 12 balistik füzeyle Kar Group CEO’su Kürt iş insanı Şeyh Baz Kerim’in evine saldırmış, Şeyh Baz tesadüfen sağ kurtulmuştu. İran Devrim Muhafızları Ordusu o zaman da, tıpkı Pêşrew Dizayi’nin evine yapılan saldırıdan sonraki gibi bir açıklama yapmış, İsrail istihbaratına ait bir üssün hedef alındığını iddia etmişti.

Peki neden Kürt iş insanlarını hedef alıyor?

İran bu tür saldırılarda birden fazla amaca ulaşmak istiyor. Bir kere İran bu tür saldırılarla hem ABD’ye, hem İsrail’e ama hem de bölgede tesiri altına almak istediği veya rakip olarak gördüğü devletlere operasyon gücünü göstermek, dilediği yere askeri saldırılar gerçekleştirebildiğini kanıtlamak istiyor. Nitekim İran buraya (Erbil) yaptığı saldırıyla eşzamanlı olarak Türkiye’nin kontrolündeki silahlı grupların bulunduğu İdlib’e de saldırdı. Üstelik bu füzelerin İran’ın güneyinden, Hoy kenti civarından İdlib’e atılması, yani takriben 1400 kilometre uzaktan bu saldırının gerçekleştirilmesi açık bir güç gösterisiydi.

İRAN’IN HAKİMİYET KURAMADIĞI TEK BÖLGE KÜRDİSTAN

İran’ın Kürdistan’a yönelik saldırılarla birden fazla amaca ulaşmak istediğini söylediniz. Diğer amaçlar neler?

İran’ın Irak’ta hakimiyet kuramadığı tek bölge Kürdistan ve esas olarak da Erbil. Buna mukabil Basra’dan tutun da Süleymaniye’ye kadar Irak’ın tüm bölgeleri İran’ın doğrudan tesiri altında. Buralarda nihai kararlar İran’ın elinde. Dolayısıyla İran, bu tür saldırılarla Erbil’i de etkisi altına almayı amaçlıyor.

Ama bütün bunlar İran’ın neden Kürt iş insanlarına saldırdığını açıklamıyor…

O konuya geliyorum. İran bahsettiğim hedeflerin yanı sıra güçlü Kürt iş insanlarını Erbil’den çıkarmak ve bölgedeki ekonomik yatırımları baltalamak istiyor. Çünkü Erbil bütün iktisadi sorunlara, merkezi hükümetle yaşadığı hadiselere rağmen ekonomik olarak gelişmeye, ilerlemeye açık bir bölge ve İran bu potansiyeli de ortadan kaldırmak istiyor. Nitekim 2014 yılından beri İran’ın baskıları neticesinde Irak hükümeti Kürdistan bölgesi üzerinde ekonomik yaptırım uyguladığı halde Erbil ayakta kalmayı başardı. Kürt iş insanlarına yönelik suikast ve korkutma politikalarının arkasında bu da yatıyor. Kürt iş insanlarını Kürdistan’dan kaçırmak, yatırım alanlarını Irak’ın İran kontrolündeki bölgelerine taşıtmak ve Kürdistan’ı ekonomik olarak yoksul, yoksun, sermayesiz kılmak istiyor. Pêşrew Dizayi’nin 5 milyar doları aşkın bir sermaye gücü vardı. Burada hedef sadece Pêşrew Dizayi değil, onun gibi büyük Kürt sermayedarlarının tümü aslında.

ERBİL’DE MOSSAD’IN MERKEZİ BULUNSAYDI, ORASI İRAN’IN SALDIRACAĞI SON YER OLURDU

İran Devrim Muhafızları Ordusu’ndan yapılan açıklamada Pêşrew Dizayi Mossad’la ilişkilendirilerek “İran’daki casusluk faaliyetlerinin ve terör eylemlerinin planlanmasının merkezi olan Mossad’ın Erbil’deki ana casusluk karargâhlarından biri imha edildi” denildi. Bunun aslı-astarı nedir?

Baştan sona yalan ve manipülasyon. İran medyasına buradan, hakikatin içinden baktığımızda yalanın dışında herhangi bir malumat göremiyoruz.

Bakınız, Irak Ulusal Güvenlik Danışmanı Kasım el-Araci tamamen İran’ın kontrolünde, onun politikalarıyla uyumlu çalışan, Kasım Süleymani’nin adamı olarak bilinen bir isim. O bile 15 Ocak’ta gerçekleştirilen saldırının Mossad’la bir alakası olmadığını, hedef alınan evin Mossad’ın merkezi değil, sivil bir iş adamının evi olduğunu söyledi. Yani hakikati herkes biliyor. Dahasını söyleyiyim; eğer Erbil’de Mossad’ın merkezi bulunsaydı, İran’ın saldırmaya cüret edebileceği son yer orası olurdu. Eğer İran gerçekten de Mossad’ı hedef alıyorsa Katar’da, Bahreyn’de, Suudi Arabistan’da açıkça bulunan Mossad yerleşkelerine neden yönelmiyor?

Neden?

Çünkü İran yalan söylüyor; Mossad’ı filan hedef aldığı ve buna cüret ettiği yok. İran’ın Erbil’e fırlattığı füzeler Tel Aviv’e de ulaşabilir. Aylardır Filistin halkının yaşadığı zulüm üzerine siyasi söylem kuran İran, İsrail’e fiilen tek bir mermi sıkmaya cesaret edebildi mi? Filistin umurlarında bile değil; sadece bir söylem kurma aracı. İran’ın gücü ve cesareti, kimsesiz olarak gördüğü devletsiz Kürtlere ve Beluçlara yetiyor.

İRAN’IN TEMEL HEDEFİ İSLAM DEVRİMİNİ YAYMAK VE PERS İMPARATORLUĞU’NU DİRİLTMEK

Bu arada Pêşrew Dizayi ailesi henüz bir yaşına basmamış bebeğine, Eylül 2022’de başörtüsü gerekçesiyle Tahran’da polis tarafından katledilen Jîna (Mahsa) Amini’nin ismini vermiş…

İran kendisiyle aynı çizgide olmayanları içeride de, dışarıda da, çocuklarıyla, bebekleriyle birlikte öldürmeye her daim hazır bir rejim. İran’da her gün onlarca kişi tutuklanıyor, idam mangaları sürekli mesai yapıyor. İdam edilenlerin çoğu Kürt. Kürt olmayanlar da rejimin siyasi muhalifleri. Bu rejime göre kendisiyle aynı fikirde olmayanların öldürülmesi helâl. Öte yandan Humeyni’den beri İran’ın temel hedeflerinden biri İslam devrimini sınırlarının dışına yaymak. Fakat bunu da fikirle, felsefeyle değil, silahla yapabileceğini düşünüyor. 1980’lerden beri yurtdışı operasyonlarda kullanılan ve İran Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı on binlerce elemandan oluşan Kudüs Gücü’nün varlık sebebi bu.

Peki İran rejiminin gerek Kürdistan, gerekse genel olarak Ortadoğu için asli, nihai hedefi ne?

İran rejiminin aktörleri Pers İmparatorluğu’nu diriltme hayalinin peşinde. Kuzeyden güneye, Umman Denizi’ne kadar uzanan bir Şii Hilali’nde Fars egemenliği kurmak nihai hedef. İran şu anda Kürdistan bölgesini, Erbil’i bu hedefin önünde bir düğüm olarak görüyor ve bu düğümü çözmek istiyor. İran rejimine göre Kürdistan düğümü çözüldüğünde bahsettiğim hat kendisi açısından bir otobana dönüşecek.

İRAN AÇISINDAN İSTİFADE EDİLEBİLDİĞİ SÜRECE KÜRT, KOMÜNİST, RADİKAL SÜNNİ YAHUT HRİSTİYAN OLMANIZIN ÖNEMİ YOK

Söyleşimizin başında İran’ın Erbil hariç ama Süleymaniye dâhil bütün Irak’ta belirleyici güç olduğunu söylemiştiniz. İran’ın, Kürdistan’ın Süleymaniye bölgesinde nasıl bir etki gücü var?

İran’ın Süleymaniye’yle işbirliğinden ziyade bir hakimiyet ilişkisi var. İran açısından büyük emelleri uğruna istifade edilebildiği sürece Kürt, komünist, radikal Sünni veyahut Hristiyan vs, olmanız sorun değil. Bakın bugün İran’la doğrudan ilişkisi olan Haşdi Şabi’nin komutanlarından Reyan el-Keldani aslen Musullu bir Hristiyan. Aynı şekilde Iraklı Sünni Araplar ve hatta Kürtler içinde de İran’la ilişki içinde olan kesimler bulunuyor. Özellikle Mam Celal’in (Celal Talabani) vefatından sonra Kürdistan Yurtseverler Birliği de İran’ın etkisi altına girdi.

Fakat KYB’ye yakın isimler bu tür suçlamalara şiddetle karşı çıkıyor ve bunu KDP’nin karalama propagandası olarak görüyor… Birlik olma konusunda elle tutulur adımlar atmayan KDP’liler ve YNK’liler ha bire birbirlerini suçlayıp duruyor. Peki hakikat nedir?

Elbette tek bir hakikat yoktur. Hatta iki kişi arasında bile mutlak bir hakikatten söz etmek güçtür. Fakat tamamen bağımsız bir gözle bakıldığında bile Süleymaniye bölgesinin İran’ın tesiri altında olduğu söylenebilir.

Örneğin 25 Eylül 2017 Kürdistan bağımsızlık referandumundan sonra, 16 Ekim 2017’de Kerkük’ün Haşdi Şabi’ye terk edilmesinde YNK’nin rızasının belirleyici olduğu inkârı imkânsız bir hakikat. Özellikle Noşirvan Mustafa’nın 2009 yılında kurduğu Goran Hareketi YNK’nin bir hayli güç kaybetmesine neden olmuştu. Bu da YNK’yi dışsal etkilere daha açık hale getirdi. Şu anda İran’da, Süleymaniye’nin tarihsel olarak İran’ın bir bölgesi olduğu, Osmanlılar tarafından işgal edildiği, daha sonra Irak sınırları içinde kaldığı ve ama artık İran topraklarına dâhil edilmesi gerektiği yönünde sosyal medya kampanyaları yürütülüyor.

ERDOĞAN MUHTEMELEN KÜRDİSTAN’DAN BİLİNENDEN DAHA FAZLA ŞEY İSTEMİŞTİR

Benzer kampanyalar Kerkük için de Türkiye’de yapılıyor ve Türk milliyetçileri Kerkük’ün Türkiye topraklarına dâhil edilmesi gerektiğini söylüyor. Öte yandan sizin YNK-İran ilişkileri için söylediklerinizi KDP-Türkiye ilişkileri için söyleyenler, KDP’nin tamamen Türkiye’nin tesiri altında olduğunu ifade edenler de var…

Herkes gönlüne göre dilediğini söyleyebilir elbette ama belgeler üzerinden konuşmak daha doğru olur. Bağımsızlık Referandumu’na karşı Erdoğan hükümeti çok sert açıklamalarda, tehditlerde bulundu. Erdoğan’ın sarf etmediği tehdit kalmadı. Peki Kürdistan yönetimi bu tehditler karşısında referandumdan vazgeçti mi?

Erdoğan muhtemelen Kürdistan’dan bilinenden çok daha fazla şey istemiştir ama bunlar gerçekleşmediği için bilinmiyor. Öte yandan Kürdistan-Türkiye ilişkileri parti bazlı, yani KDP-Türkiye üzerinden değil, hükümetler düzeyinde gerçekleşiyor. Dahası bu ilişki de genel çerçeveye bakıldığında daha ziyade iktisadi, ticari ilişkiler. Bu ilişkiler de sömürüye değil, karşılıklı faydaya dayanıyor. Fakat Süleymaniye-İran, daha doğrusu YNK-İran ilişkilerinin mahiyeti böyle değil. Peki YNK İran’la ilişkilerinden ne elde ediyor? YNK’yi suçlamak için söylemiyorum ama İran rejimi Süleymaniye’yi Kürdistan’ın içinde konumlanabildiği bir kervansaray olarak görüyor.

Farklı parti ve ideolojideki Kürtlerin, sorunların kökeninde hep birbirlerini görmesi, kendilerini hakimiyet altına alan, almaya çalışan güçlere karşı birleşememesi geçmişten beri devam eden bir hadise, tartışma. Peki sizce çözüm ne?

Çözüm sorduğunuz sorunun içinde var. Kürtlerin hiziplere, partilere bölünmüş olması, ulusal birliğin önündeki engellerin başında geliyor. Şu anda Kürdistan bölgesi bunun canlı örneğini yaşıyor. İki bölge devletinin, İran ve Türkiye’nin Kürdistan üzerindeki tesirine ve Kürtlerin buna karşı iki partiye bölünmüş olmasına bakıldığında tablo netleşiyor. Türkiye ekonomik yollarla Erbil, İran da başka yöntemlerle Süleymaniye üzerinde etki kurmaya çalışırken, esasen Kürdistan bölgesi bölünüyor, birlik olamıyor, bütünlük sağlayamıyor.

ŞU ANDA BAĞDAT FIRSAT BULSA, SADDAM’IN YARIDA BIRAKTIĞI KÜRT SOYKIRIMINI TAMAMLAMAKTA TEREDDÜT ETMEZ

Şu anda Kürdistan’ın Bağdat’la ilişkileri nasıl?

Kürdistan-Bağdat ilişkileri kötü, çok kötü. Bağdat Kürdistan’a sömürge muamelesi yapıyor, işgalci heveslerle yaklaşıyor, memurların maaşlarını bile ödemiyor. Bağdat imkân bulsa Kürdistan’ı tekrar işgal etmekte, Saddam Hüseyin’in 1986-1989 arasında Enfal Harekâtı’da yarıda bıraktığı Kürt soykırımını tamamlamakta tereddüt etmez.

Bağdat’ın bu nefretini besleyen ne?

Burada yine İran’ın Bağdat üzerindeki etkisi belirleyici unsur. Başta da söylediğim gibi, İran açısından Kürdistan, Büyük Pers İmparatorluğu hayalinin önündeki tek düğüm ve Bağdat da İran’ın bu hayalinin ekseninde hareket ediyor. Bağdat’ta hükmedenler bir nevi İran’ın tayin ettiği memur konumundalar.

KÜRTLERİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERDEN BİRİ DE YİNE KENDİLERİ

Saddam’ın devrilmesinden sonra Kürtlerin Bağdat yönetimindeki yeri tamamen değişti ve ilk cumhurbaşkanı Celal Talabani oldu. Daha sonra da cumhurbaşkanlığı koltuğuna hep Kürtler oturdu. Şu anki Irak Cumhurbaşkanı da bir Kürt olan Abdul Latif Raşid. Peki nasıl oluyor da buna rağmen Bağdat’ta hâlâ Saddam’ın hayaleti dolaşabiliyor?

Mam Celal hayattayken vaziyet böyle değildi. Zira Mam Celal hem Mesud Barzani’yle çok iyi ilişkiler içindeydi, hem de Irak’taki farklılıklar karşısında çok iyi balans ayarları yapabiliyordu. Mam Celal de İran’la iyi ilişkiler içindeydi ama İran’a boyun eğmiyordu. Maalesef ondan sonra cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturanlar açısından durum böyle değil. Mam Celal ferasetli, geniş görüşlü ve karar alabilen bir liderdi. 2018-2022 döneminde cumhurbaşkanlığı yapan Berhem Salih açıkça İran’ın tesiri altındaydı. Mevcut reisicumhur Abdul Latif Raşid hakeza öyle. Bakın İran sadece Kürtleri değil, Sünni Arapları da tesiri altına alıyor. Örneğin 2018-2023 döneminde Irak Temsilciler Konseyi Başkanı olan Muhammed El Halbusi, önce gidip İran’dan icazet, ardından da Türkiye ve Arap devletlerinin desteğini aldı.

Ekonomik, siyasi ve askeri açıdan bölge devletlerinin de, Bağdat’ın da olası saldırılarıyla karşı karşıya olan Kürdistan takriben 20 yıldır federal bir sisteme sahip. Nasıl oluyor da IŞİD’in, Haşdi Şabi’nin ve giderek İran’ın saldırılarına askeri açıdan direnebilecek, cevap verebilecek kapasitede bir Kürdistan silahlı gücü, ordusu yok?

Çünkü Kürdistan ulusal bir orduya sahip değil. Yıllardır ABD ve bazı Avrupa devletleri Peşmerge ordusu kurulması yönünde baskı yapıyor. Fakat bunun gerçekleşememesinin bir nedeni, YNK’nin kendisine bağlı peşmerge güçlerini böylesi bir orduya dâhil etmeye yanaşmaması. Ayrıca İran başta olmak üzere Kürtlere düşmanlık besleyen tüm bölgesel güçler böylesi bir ordulaşmaya karşı. Fakat şu açık ki, Ehmedê Xanî’nin 350 yıl önce söylediği gibi, eğer birlik olmazsanız, birer birer gidersiniz. Kürtlerin önündeki engellerden biri de yine kendileri. Düşmanlarının elindeki en büyük koz da Kürt birliğinin oluşamaması. Bakın, eğer YNK işbirliği yapmasaydı, Haşdi Şabi yüz yıl uğraşsa Kerkük’e giremez, buna cüret bile edemezdi.

YEMEN’DE HUSİLER, IRAK’TA HAŞDİ ŞABİ, LÜBNAN’DA HİZBULLAH, FİLİSTİN’DE HAMAS, SURİYE’DE ŞAM YÖNETİMİ; İRAN’IN DIŞARIDAKİ ASKERİ GÜCÜ İÇERİDEKİNİ AŞAR HALE GELDİ

İran ve ABD arasında er veya geç bir savaşın patlak vereceği söyleniyor. İran’ın Erbil saldırısından sonra da bu olasılığın arttığına dair değerlendirmeler yapıldı. İran’ı yakından takip eden bir analist olarak sizce bu savaş ne kadar yakın?

Şu anda böyle bir savaşın koşulları yok. İran ABD’yle savaşı göze alabilecek durumda değil. Bunun yerine kontrolü altındaki çeşitli gruplar üzerinden, çeşitli bölgelerde vekalet savaşlarına gidiyor. Ve açıkça söylemek gerekirse İran kendi sınırları dışındaki etki sahasını da, gücünü de günden güne artırıyor, genişletiyor. 2003 öncesine kadar İran’ın sınır ötesinde, Lübnan’daki Hizbullah haricinde bir etki alanı yoktu. Hizbullah da 2006’daki İsrail-Lübnan Savaşı’na kadar çok belirleyici bir aktör değildi. Keza Filistin’deki Hamas da aşağı-yukarı son yirmi yılda gücünü artırmışken, şimdiki kadar İran’ın etkisi altında değildi. Yemen’de Husiler, Irak’taki Haşdi Şabi, Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas, Suriye’de bizzat Şam yönetimi… Dolayısıyla aslında 2000’li yılların başından itibaren İran’ın dışarıdaki askeri gücü, içerideki gücünü aşar hale geldi. Faraza söylüyorum ama şu anda içeride yüz bin askeri varsa, dışarıda harekete geçirebildiği bir milyon silahlı gücü var.

İran’ın bu yükselişi nasıl mümkün oldu?

İki temel nedeninden biri İran’ın siyasi hamle yapma kabiliyeti, gücü, diğeri ise İran’ın düşmanlarının kendi iç ihtilafları ve kapasitesizliği. Ayrıca uluslararası güçlerin de yanılgıları, hataları İran açısından yol açıcı oldu.

ABD YÖNETİMİ OBAMA STRATEJİSİNİN YANLIŞLIĞINI İDRAK EDENE KADAR İRAN BÖLGEDE BELİRLEYİCİ GÜÇ HALİNE GELDİ

Nasıl yani?

Obama yönetimindeki ABD, 2011 yılından itibaren Irak’tan askerlerini çekme ve Ortadoğu’daki gücünü azaltma kararı verdi. Fakat ABD yönetimi Obama stratejisinin yanlışlığını fark edene kadar İran bölgede, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da vs, belirleyici güç haline geldi. İran açısından bu genişleme safhası tamamlanmış da değil; günden güne etki sahası büyüyor.

İran’ın Irak’taki gücü nasıl perçinlendi?

2014 yılına kadar Irak’ta sadece Şii bölgeler İran’ın etkisi altındaydı. Fakat IŞİD saldırı, işgal ve katliamları da uzun vadede İran’a yaradı. Çünkü IŞİD’in temizlenmesi sürecinde takriben 7 milyon Sünni Arap nüfus topraklarını terk edip ülkenin farklı bölgelerine yayıldı; bunların yaklaşık yarım milyonu şu anda Kürdistan’da yaşıyor. İran bu süreçte Irak’ın Sünni bölgelerini de etkisi altına aldı. Şu anda Irak ordusunun dışında, tamamen İran’ın kontrolü altındaki gayrinizami bir ordu, bir nevi Pasdaran gibi çalışan Haşdi Şabi örgütü var. Üstelik nizami ordunun gücü Haşdi Şabi’yle mukayese edilemeyecek kadar az.

HAŞDİ ŞABİ İRAN’DAKİ PASDARAN SİSTEMİNİN BİR UZANTISI GİBİ

Haşdi Şabi nasıl bir örgüt?

Dediğim gibi tıpkı Haşdi Şabi İran’daki Pasdaran sisteminin bir uzantısı gibi ve her alana yayılmış durumda. Irak ordusunun yüzde 80’den fazlası Şiilerlerden, yaklaşık yüzde 16’sı Sünnilerden oluşuyor. Kürtlerin oranı ise yüzde 1’den daha az. Bakın, size daha enteresan bir olayı anlatayım. 19 Aralık’ta Irak’ta yapılan ve 16 milyon seçmenin sandık başına gittiği yerel seçimlerin Kerkük ayağında Türkmen Cephesi’nin seçilen iki adayından biri Şii, biri Sünni. Arapların aldığı 5 sandalyeden ikisi Şii, üçü Sünni. Oysa evvelden Kerkük’te yerel seçimlerde kürsü elde edebilecek bir Şii gücü yoktu. Sadece Türkmenlerin çok az kısmı Şiiydi. Musul’da da 29 sandalyeden 15’ini İran’a yakın isimler kazandı.

Yerel seçimlerde Kürtlerin aldığı sonuç nasıldı?

Doğrusu Kürtler açısından sonuç bir zafer olarak değerlendirilemez. Örneğin Kerkük'te Kürt partileri 15 üyeli yerel mecliste 7 sandalye kazanırken, Musul’da Arap ittifakları çoğunluğu elde etti ve KDP 4, KYB 2 sandalye kazanabildi. Kürtler daha önce Kerkük’te 10, 11 sandalye kazanabiliyorken bu düşüş çok çarpıcı.

İRAN, ABD’DEN FARKLI OLARAK MÜTTEFİKLERİNİ KORUYUP KOLLUYOR

Nedeni ne?

Çünkü Haşdi Şabi Kerkük’e ciddi bir Şii Arap nüfus taşıdı. Şu anda Kerkük nüfusunun neredeyse yarısı sonradan taşınan Şii Araplardan oluşuyor. Hatta bazı Sünni ailelerin Şiileştirildiğine dair haberler bile geliyor. Musul’da da vaziyet böyle.

Az önce ABD ile İran arasında bir savaş ihtimalinin olmadığını, zira İran’ın böyle bir savaşa cesaret edemeyeceğini söylediniz. Peki ABD’nin İran’a savaş açma ihtimali yok mu?

Şu aşamada ABD’nin mevcut yönetiminin böyle bir niyeti olduğunu düşünmüyorum. Evet, savaş teknolojisi açısından ABD’nin mutlak bir üstünlüğü var ama aslolan İran’ın bölge halkları üzerindeki etkili gücü. İran’a savaş açmak demek bütün bu sahayı da karşınıza almanız demek. Ayrıca İran, ABD’den farklı olarak kendi müttefiklerini koruyan, zor zamanlarda onlardan desteğini çekmeyen bir devlet. Dolayısıyla da müttefiklerine güven veriyor. ABD ise bölgedeki müttefiklerini her an kaderine terk edebilecek bir yapıda olageldi.

15 OCAK ERBİL SALDIRISINDAN SONRA ABD, İRAN’A SON DERECE YUMUŞAK BİR TEPKİ GÖSTERDİ

Ama ABD, İran’ın 15 Ocak saldırısına tepki gösterdi…

Ama son derece yumuşak bir tepki! Bakınız, Kürdistan bölgesi ABD’yle müttefik olarak görülüyor ve İran’ın 15 Ocak saldırısı Kürtlerden ziyade ABD’ye yönelik bir mesaj içeriyordu. Buna mukabil ABD’nin 15 Ocak saldırısına karşı tutumu, İran’a yönelik tavrı son derece zayıftı. ABD Dışişleri Bakanlığı bu saldırıyı “pervasızlık” olarak niteleyip kınamakla ve hiçbir ABD tesisinin hedef alınmadığını, herhangi bir kayıplarının olmadığını söylemekle yetindi. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matthew Miller saldırının “Irak'ın istikrarına zarar verdiğini” söyledi sadece. Öte yandan 2020’de Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonra Irak Parlamentosu “ABD stratejik güvenlik anlaşmasının iptal edilmesi ve yabancı güçlerin ülkeden çıkarılması” için hükümete yetki vermişti. İran ve Bağdat tehdidi altında oldukları için ABD’nin çekilmesini istemeyen tek kesim Kürtler.

İran’ın 15 Ocak saldırısından sonra açıklama yapan Mesud Barzani, “sabrımızın da bir sınırı var” dedi. İran’ın bu tür saldırılara devam etmesi halinde Kürdistan yönetiminin buna cevap verme gücü var mı?

İran’ın Kürtlere karşı elinden geleni ardına koymayacağı açık. Fakat İran açısından Kürdistan’a karşı topyekün bir saldırının koşulları henüz yok. Öte yandan son saldırıda henüz bir yaşını doldurmamış bir bebeği bile katletmesi uluslararası kamuoyunda İran’a yönelik yoğun tepkilerin oluşmasına neden oldu.

YAKIN GELECEKTE İRAN’IN NÜKLEER SİLAH GÜCÜ OLDUĞUNU DÜNYAYA İLAN ETMESİ ZAYIF BİR İHTİMAL DEĞİL

Evet ama daha 2022 yılında, Jîna Amini cinayeti sonrası yaşanan isyanda Tahran rejimi binleri bulan yurttaşını katletti ve bütün dünyaya yayılan tepkileri, protestoları umursamadı bile.

Haklısınız, şu anda da İran Erbil saldırısına yönelik uluslararası tepkileri umursamıyor. Fakat yine de bu tür saldırılar İran’ın bölgedeki rakipleri açısından önemli sinyaller barındırıyor. Önünde herhangi bir engel görmemesi halinde İran’ın yapacaklarının sınırı yok. Açık söyleyeyim ki, yakın bir gelecekte İranlı bir yetkilinin çıkıp ellerinde nükleer silah gücü olduğunu dünyaya ilan etmesi zayıf bir ihtimal değil.

İran’ın son günlerde Pakistan’la ilişkilerinde de bir gerilim var. İran Erbil’den hemen sonra, 16 Ocak günü Pakistan’a da saldırdı. Pakistan ise misilleme olarak Sistan-Belucistan eyaletindeki “terörist sığınaklarını” vurduğunu söyledi. İran-Pakistan arasında ne oluyor?

İran’ın Kirman eyaletinde Kasım Süleymani'nin mezarı yakınlarında gerçekleştirilen patlamada 103 kişi hayatını kaybetti. İran bu saldırının Afganistan-Pakistan sınırında konumlanan IŞİD’in kollarından biri tarafından yapıldığı iddiasıyla misillemede bulundu. Fakat İran açıkça Pakistan yönetimini karşısına alacak bir beyanatta bulunmuyor. Aynı şey Pakistan açısından da geçerli. Çünkü her ikisi de güçlü ordulara sahip. Az önce de söylediğim gibi İran güçlü devletlere karşı korkak, güçsüzlere karşı da gaddar bir rejim.

TÜRKİYE’DEKİ ÇÖZÜM SÜRECİNDEN İRAN DA ÇOK RAHATSIZDI

O halde Kürdistan açısından İran tehdidinin giderek artacağı söylenebilir mi?

Kürtlere uygulanan zulmün bir sonu mutlaka olacak. Tehditler malum ama, Kürdistan bölgesinin federal bir yapıda olduğu ve tamamen savunmasız olmadığı da biliniyor. Aynı şekilde Rojava’da da Kürtlerin belli bir gücü var. Rojava da on yıldır de-facto bile olsa kendi kendini yöneten ve savunan bir bölge. Suriye’nin diğer bölgeleriyle mukayese edildiğinde, her şeye rağmen Rojava’nın en iyi vaziyete sahip bölge olduğunu söylemeliyiz. Kürdistan bölgesi de, Rojava da karanlık günler yaşıyor ama akılcı yöntemlerle, diplomatik girişimlerle mevcut koşulları nispeten hafifletmeleri mümkün. Kuzey’de de Kürtler 2015 yılına kadar son derece etkili bir siyasi güce sahipti. Öyle ki, Haziran 2015 seçimlerinde HDP Ankara’ya 81 parlamenter gönderebilmişti. Genç bir lider olarak Selahattin Demirtaş’ın hem Ankara hem de Avrupa üzerindeki etkisi çok artmıştı. Fakat 2015’ten, özellikle de yanlış bir tutum sonucu gerçekleştirilen hendek savaşlarından sonra neler yaşandığını biliyoruz. Bu arada her şeyi İran’a bağlayacak değilim ama Türkiye’de 2015’e kadarki çözüm sürecinden İran da çok rahatsızdı…

25 Eylül 2017’deki Kürdistan bağımsızlık referandumu hem Türkiye’nin hem de Bağdat’ın yoğun baskısı ve ABD’nin de seyirci kalması sonucu hedefine ulaşamamıştı. Kürdistan’ın yakın gelecekte bağımsızlık konusunda yeni bir girişimde bulunması ihtimali var mı?

Yeni bir girişime gerek yok; Kürdistan halkı o referandumda yüzde 92 oranında bağımsızlık yanlısı olduğunu açıkladı. Burada karar verici olan Kürtlerin partileri, hizipleri değil, Kürt milletinin kendisiydi. Fakat Kürdistan’ın bu iradesi, sizin de bahsettiğiniz nedenlerden dolayı fiiliyata geçirilebilmiş değil. Kürtler Eylül 2017’de kendi kendilerine ne istiyoruz diye sordular ve cevap bağımsızlıktı. Bağımsızlık veya kaderini tayin her milletin doğal hakkıdır. Ama belirleyici olan koşullar ve olanaklardır.

UZUN ZAMANDIR İLK DEFA İNGİLTERE’NİN İRAN’A YAKLAŞIMI DEĞİŞİYOR

Peki sizce yakın gelecekte bağımsızlığın olanakları var mı?

Bakın, bölgedeki hakim devletler uluslararası güçlerin desteği sayesinde de yüz yıl boyunca bu politikalarını sürdürebildiler. Enteresan bir gelişme aktarayım; 2017’de Kerkük’ün Haşdi Şabi tarafından işgal edilmesinde İran-İngiltere işbirliği belirleyici oldu. Fakat şu anda bu iki ülkenin çıkarları çatışıyor.

Nasıl yani?

İran’la İngiltere arasında özellikle Yemen ve Filistin’de açık bir gerilim var. Nitekim geçtiğimiz günlerde İngiltere, ABD’yle birlikte Yemen’deki Husilere saldırı gerçekleştirdi. ABD özellikle Ortadoğu’ya İngiltere’nin gözlüklerinden baktığı için, İngiltere’nin tutumu belirleyici oluyor. Uzun zamandır ilk defa İngiltere’nin İran’a yaklaşımı değişiyor ve bunun hem ABD hem de Avrupa üzerinde etkileri olabilir. Bunun Kürdistan’a nasıl yansıyacağını şu anda bilemiyoruz ama ortada böyle bir olgu olduğunu da not etmek gerekiyor. Fakat nihai çözüm bizzat Kürtlerin elindedir. Bunun yolu da Kürtlerin partileri aşan bir birlik içinde hareket etmeleri. Ama maalesef biz Ortadoğu halkları olarak dinlemeye değil konuşmaya, söylemeye değil bildirmeye yatkınız. Bence artık birbirimizin sözüne daha fazla kulak kesilmemiz gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İrfan Aktan Arşivi