Pelin Cengiz
Astaldi'nin batışı, mega projeler ve hırsın anatomisi
Dünyada mega projeler hakkında yazılmış rehber niteliğindeki en önemli kitaplardan biri şüphesiz Oxford Üniversitesi'nden ekonomi profesörü Bent Flyvbjerg'e ait "Mega Projects and Risk: An Anatomy of Ambition" (Mega Projeler ve Risk: Hırsın Anatomisi) adlı kitabıdır.
Flyvbjerg ve arkadaşları, bu kitapta gösterilmeyen riskleri ve abartılan getirileri nedeniyle mega projeleri "genetik olarak felaket eğilimli" olarak nitelendirir. Doğayı tahrip ederken, pek çok canlının yaşam alanlarını yok eden, insanların ve diğer canlıların yerinden edilmelerini tetikleyen, devletleri ve elbette şirketleri finansal krize sokan ya da bütçelerini sarsan felaketlerdir bunlar...
Flyvbjerg'e göre, mega projeler öylesine büyük bir "sorgulanamama" kisvesi altına sokulur ki, projelerin 'görkeminden, büyüklüğünden, sağlayacağı istihdamdan ya da getireceği faydalardan' onların sorgulanması neredeyse imkansız hale getirilir.
Nitekim, Türkiye gibi ülkelerde 'evlerde zor tuttuğunuz' kitlenize yerlilik, millilik ve milliyetçilik pompalayacak argümanları bu projelerden elde eder, güçlü devlet, güçlü ülke imajını bu sayede istediğiniz kadar köpürtebilirsiniz.
Ve aslında bir yalanlar yumağıdır bu projeler.
Her kesimin bu projelerden yararlanacağı en büyük yalanının altına diğer yalanlar özenle inşa edilir.
Projeden elde edilecek faydalar fezaya kadar uzanırken, projelerin maliyetleri hep azımsanır, bu projeler, çok büyük oranda öngörülen maliyette ve zamanda bitirilemediği gibi bitirildiğinde de öngörülen maliyetin çok üzerinde sonlandırılmış olur. Elbette ekonomik olduğu kadar çevresel ve toplumsal maliyetleri de hep azımsanır.
Hatta öngörülen riskler azımsandığı ve olduğundan daha küçük gösterildiği gibi maalesef öngörülemeyen riskler de hiç ama hiç hesaba katılmaz. Bu ötelenen, önemsenmeyen, hiç hesaba katılmayan riskler genellikle ekolojik bir kısmıyla da ekonomiktir.
Tam da İtalyan Astaldi'nin Türkiye'de başına gelenler gibi...
Flyvbjerg'in mega projeler hakkındaki önemli tespitlerine başka bir yazıda yer vermek sözüyle güncele dönelim...
Geçen hafta Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nün İtalyan ortağı Astaldi, Roma'da mahkemeye başvurarak konkordato ilan etti. Astaldi, açıklamasında Türkiye'yi son dönemde etkisi altına alan finansal ve politik gelişmelerden dolayı Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nde sahip olduğu yüzde 33 hissenin satışının geciktiğine dikkat çekerek, bu nedenle oluşan geçici dar boğazdan şirketi korumak adına konkordato talep ettiğini belirtti.
Alın size kapı gibi bir öngörülemeyen, hesaplanmayan risk...
Daha önce Astaldi'nin hisse satışı yapmak istediğiyle ilgili gelişmelerden şu yazıda bahsetmiştik.
Astaldi'nin resmi açıklamasında gerekçe olarak, "İtalya'da ve yurt dışındaki işlerin devam etmesini güvence altına almak ve şirket varlıklarının yanı sıra şirket paydaşlarının çıkarlarını korumak" gösterildi.
İşin ilginci, Astaldi için işler sadece Türkiye'de kötü gitmiyor. Astaldi'nin Kanada'da devam eden bir projede işçilerden kestiği sigorta paylarını gereken yerlere ödemediği, enerji ünitesinin inşaatını zamanında bitiremediği ve inşa ettiği havalimanını kullanan PAL Havayolları ile de başının derde girdiği uluslararası medyaya yansıyanlar arasında.
Eylül ayının başında üç kredi derecelendirme kuruluşu Moody's, Fitch ve S&P'nin Astaldi'nin notunu aynı anda indirmiş olması da tesadüf olmasa gerek.
Astaldi, dünyanın farklı kıtalarında farklı ülkelerde mega proje taahhütleri altına girmiş bir şirket. Öngörülen ve öngörülemeyen riskleri doğru hesaplanmamış projelerin hepsini aynı anda yürütmek mümkün olmayınca şirket finansal bir darboğaza girdi.
Hızlı likiditeye dönebileceğini düşündüğü işlerde -üçüncü köprü gibi- hisse satışına niyetlendi. Ama o sırada Türkiye'deki devalüasyon işleri değiştirdi.
Şirket, cuma günkü açıklamasında üçüncü köprüdeki hisse satışını jeopolitik gelişmeler nedeniyle ertelediğini duyurdu. Şirketin İstanbul'daki Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nde yüzde 33 payı var.
Geçtiğimiz aylarda şirket hisse satışına niyetlendiğinde Bloomberg, "İtalya'nın en riskli kredisi" olarak adlandırılan Astaldi'nin ödeyemediği büyük miktarda kredisini Goldman Sachs'ın satın aldığını ve borçların geri ödenmesi için şirketi sıkıştırmaya başladığını yazmıştı.
Astaldi'nin o gün belirtilen miktarla ödemesi gereken borç tutarı 2.3 milyar dolar.
Günde 135 bin araç garantisi verilen üçüncü köprüden geçmeyen her araç için devlet, özel sektöre yani İçtaş Astaldi Ortak Girişim Grubu'na 3 dolar+KDV ödüyor. Şu günlerde dolar kuru 6 liralar seviyesinde...
Sözleşmeye göre, İçtaş Astaldi Ortak Girişim Grubu 10 yıl 2 ay 20 gün bu köprüyü işletecek.
Artık Astaldi'nin Türkiye birimi son gelişmeyle birlikte batık bir şirket. Türkiye, dünyanın pek çok yerinde mega projeler üstlenmiş bu batık şirketi anlaşma gereği tabiri yerindeyse 10 yıl beslemeye devam edecek
Astaldi'nin Türkiye'de üstlendiği büyük işler üçüncü köprü ile sınırlı değil.
Astaldi'nin AKP iktidarlarının kalkınma hamlesi ve mega projeler atağı sürecinde isimlerini sıklıkla duyduğumuz bazı şirketlerle ortaklıklar yoluyla Türkiye'de kovaladığı işler var.
Geçen yıl Menemen-Aliağa-Çandarlı Otoyol Projesi ihalesinde en iyi teklifi IC İçtaş Astaldi Kalyon Ortak Girişim Grubu vermişti, projenin yatırım tutarı 1.4 milyar TL, işletme süresi 9 yıl 10 ay 11 gün. Astaldi'nin bu projedeki payı yüzde 33.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kirazlı- Halkalı metro hattı projesinde de yine Astaldi'nin adını Makyol, Kalyon ve İçtaş şirketleriyle birlikte görüyoruz. Astaldi'nin buradaki hissesi yüzde 15.
Astaldi'nin girdiği en büyük işlerden biri de, aslında Türkiye gündeminde yeterince tartışılmadığını düşündüğüm şehir hastaneleri. Malum, Türkiye'de yap-işlet-devret (YİD) projeleri ve kamu-özel işbirliği (KÖİ) ile hayata geçirilen köprü ve otoyollar gibi şehir hastaneleri de Hazine garantisiyle inşa ediliyor.
Astaldi, Türkerler Holding'le birlikte Ankara Etlik Şehir Hastanesi'ni yapıyor. 1 milyar 150 milyon lira yatırım bedelli proje için 12 banka 18 yıl vadeli kredi verdi ki, bu bankalar arasında önemli Türkiye bankalar da yer alıyor.
Astaldi'nin ortaklarına bundan sonraki dönemde daha dikkatle bakmakta fayda var.
Şimdi köprülerin, otoyolların faturası nasıl üzerimize yıkılıyor onu konuşuyoruz ama herhalde şehir hastanelerinin gerçek faturasını da gelecek yıllarda daha net göreceğiz diye düşünüyorum.
Sonuç olarak, mega projeler bir sistem sorunudur, kamu ve özel sermaye ortaklıkları, dolaylı özelleştirmeler ve sermaye transferleri yoluyla şeffaflıktan ve hesap vermekten uzak oluşlarıyla antidemokratik işleyişleriyle başlı başına zaafiyet içerir.
Değil kamu yararı son örnekte gördüğümüz üzere kendilerine bile faydası olmayan hatta zararı olan uygulamalardır, kamunun sırtına bindirilen daha çok kazanma, daha büyüğüne sahip olma gibi hırsların sonucudur, mega projelerin hiçbiri göründüğü gibi değildir...