Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Tarihyazımı ve kolektif hafızada Dersim ’38 (1)

Dersim 38 anlatılarında ana eğilimler ve öne sürülen tezler bağlamında bir tasnife kalkıştığımızda, birinci grubu Ankara, yani devlet merkezli yaklaşımların, ikinci grubu ise Dersim, yani mağdur merkezli yaklaşıma dayalı anlatıların oluşturduğunu görürüz.

Devletin dirayet ve direnç sınavını başarıyla geçen Arat bebeğe….

Dersim ‘38 söz konusu olduğunda, iddianame veya savunma niteliğini aşamayan ve okuyucuya siyah ve beyaz arasında bir seçimi dayatan siyasi propaganda veya aktivizm faaliyeti olarak görülebilecek çalışmalar ve hafıza politikaları, bir önceki yazıda tartıştığım medyatik heves ve modadan yararlanma çabası nedeniyle 2009 sürecinde çok artmıştır.

Ancak bu konudaki birikim çok eskidir.

1938’den başlayarak günümüze kadar yayınlanan ve çoğu mevcut literatürün yüzeysel özetine ve yayınlanmış kaynakların tekraren kullanımına dayanan popüler çalışmalar, mevcut siyasi kamplaşmaların yansıması olarak daha ziyade propaganda amacı taşımıştır.

Dersim ’38 bağlamında geçmişle yüzleşme umudunun doğuşuna ve sönümlenişine sahne olan 2009 sonrası süreçte yaşanan ilgi patlaması sırasında ortaya saçılan anlatılar da bu sürecin devamı niteliğindedir.

Hem medyatik heves ve modayı fırsat bilenlerin tüccar oportünizmi refleksiyle yayınladıkları yüzeysel popüler çalışmalar hem de son yıllarda ortaya çıkan daha derinlikli akademik çalışmalar, sonuç olarak ülkedeki politik kamplaşmanın ve buna dayalı retorik savaşımının parçasıdır.

*****

Bu yazının sınırlılıklarına dair iki not paylaşmak istiyorum:

  1. Bazıları için önemli olan, Dersim 38’i ilk kim(ler)in gündeme getirdiği veya kamuya mal etmek için en çok kim(ler)in katkı sunduğu gibi yersiz/faydasız tartışmaları bir yana bırakmak gerektiği düşüncesindeyim.
  1. Farklı alanlardaki çalışmalarıyla Dersim '38 konusunda farkındalık yaratmış ve bilgi birikimine katkı sunmuş olan tüm birey ve kurumların adını anmam veya onların faaliyetlerinin ve ürünlerinin listesini bu kısa köşe yazısında sunmam mümkün değildir maalesef.

*****

Tarihyazımı ve kolektif hafızada Dersim ’38 konusunda bugüne kadar yapılan çalışmaları ve daha genelde her türlü faaliyeti farklı düzlemlerde tasnif ederek, detaylı bir anlatılar haritası çıkarmak mümkün olabilir.

Bu yazıda asıl yapmak istediğim şey, böyle bir envanter için yöntem önermek ve haritanın sadece belli boyutları üzerinde durmak olacaktır.

Dersim’38 bağlamında karşılaştığımız faaliyetlerin ve ürünlerin (1) yer aldıkları mecralar; (2) diller; (3) türler/janrlar; (4) konuyla dolaylı veya doğrudan ilgileri; (5) kronolojik sıra bağlamında belirli periyotlar ve (6) en önemlisi, ana eğilimler veya savunulan tezler gibi farklı düzlemlerde tasnif ve değerlendirmesi mümkündür.

Bu yazıda, sadece “Dersim ’38 anlatılarında ana eğilimler ve tezler” tasnifi üzerinden bu haritayı tartışacağım.

*****

DERSİM ’38 ANLATILARINDA ANA EĞİLİMLER VE TEZLER’

Konuyla ilgili çalışmalarda ortaya çıkan farklı anlatılar, yani ana eğilimler ve öne sürülen tezler bağlamında bir tasnife kalkıştığımızda, birinci grubu Ankara, yani devlet merkezli yaklaşımların, ikinci grubu ise Dersim, yani mağdur merkezli yaklaşıma dayalı anlatıların oluşturduğunu görürüz. Dersim-merkezli yaklaşım, hem meseleye bakanların/yaklaşanların durduğu yer/konum/taraf, yani konumlanışlarıyla hem de odaklandıkları şeyle ilgilidir.

*****

Aynı zamanda resmi tarih tezi ve hafıza politikaları bağlamında ele alabileceğimiz birinci gruptaki anlatıları, sadece devlet kurumları üretip yaygınlaştırmamışlardır. Daha sürecin başında üretilen anlatıları, farkında olarak veya olmayarak ve doğrudan veya dolaylı olarak sahiplenen sağ ve sol kanattan (aralarında çok nadiren Dersimlilerin de olduğu) birey ve kurumlar, belki bazı revizyonlarla birlikte bu söylemi yeniden üretmiş ve yaygınlaştırmışlardır.

“Dersim meselesi”ni kaba modernist medenileş(tir)me bağlamında ele alan bu gruptakiler, “Dersim harekâtı”nı, halkı eşkıyalık ve derebeylikten kurtarma operasyonu, Kürt ayrılıkçılığına karşı mücadele veya genç Cumhuriyet’in medenileştirme projesine karşı gerici bir dirence zorunlu ve meşru müdahale olarak okumayı tercih etmektedir.

Genelde modernist paradigma içinden geliştirilen ve savunulan isyan tezi, en sağından en soluna tüm Kemalist çevrelerce savunulduğu gibi, aynı modernist zihniyetin sonucu olarak Kemalizm ile arasına mesafe koy(a)mamış olan Marksist solun büyük bir kesiminde başından itibaren açıktan veya zımni olarak karşımıza çıkmıştır ve çıkmaktadır.

Sol jargonda bu anlatı, ilerici güçleri temsil eden modern devletin gerici güçleri temsil eden feodal beylere müdahalesi olarak yer almakta ve genel olarak Dersim ‘38 süreci feodalizmin tasfiyesi kavramsallaştırmasıyla sunulmaktadır.

Bu anlatıda, söz konusu süreç sonunda bir kültürün ortadan kaldırılması gerçekliği tamamen göz ardı edilirken, bu süreçte yaşanan can ve mal kayıpları bazen tamamen ihmal edilmekte ya da önemsiz olarak küçümsenmektedir. Dahası, adeta gözden çıkarılabilecek “tali hasar veya zayiat” (collateral damage) olarak görülen bu kayıplar, nihai olarak kaçınılmaz veya ‘normal’ olarak sunulmakta ya da isyan bastırma sürecinin doğal sonucu olarak görülmektedir.

Bu söylemi üreten ve yaygınlaştıranların bazılarında, son zamanlarda bu ‘soğuk kanlı’ duyarsız/acımasız tavrı revize etme ve yaşanan kayıpları “maalesef” ifadesi ile anma veya kısmi de olsa eleştirel tutum sergileme eğilimi de görülmektedir.

*****

Muhalif veya alternatif tarih arayışlarına tekabül eden ve Dersim, yani mağdur merkezli yaklaşıma dayalı ikinci grup anlatılar ise genelde Dersimliler tarafından üretilmiş ve Dersimli olmayan bazı Türk ve özellikle Kürt aydınlar da buna katkı sunmuştur.

Bu yaklaşımı paylaşanlar içinde genel olarak meseleyi etki-tepki düzleminde ele alan önemli bir alt-grup, Dersim 38’i bir isyan olarak değerlendirmektedir. Bu anlatıda resmi söylemle paylaşılan ‘isyan’ olgusunun içeriği, haklılık iddiasıyla çok farklı doldurulmuştur.

Bu alt-grup içinde, Dersim isyanı tezini resmi söylemle uyumlu olarak (a) gerici feodal isyan veya derebeylerinin modernleşmeye direnişi olarak sunanlar her zaman olmuştur. Ancak bunlar arasında meseleyi haklı bir dava veya bariz bir amaç uğruna girişilmiş bir isyan gibi görenler büyük çoğunluğu oluşturmaktadır. Bunlar arasında yaygın olan tez, (b) Kürt isyanı tezi ve çok küçük bir kesim tarafından dile getirilen (c) Zaza isyanı tezidir.

Kamuoyunda genelde “isyan mı yoksa katliam mı?” retoriğiyle devam eden Dersim 38’le ilgili tartışmalar ve saflaşmalarda, ‘Kürt isyanı’ söylemini öne çıkaranların esasen her ikisini de savunduğu bazen dikkatten kaçabilmektedir.

Nitekim, Dersimlilerin ve özellikle önderlerinin amacını Kürt ve Kürdistan davası çerçevesinde değerlendirmeye yatkın çevreler, resmi tezden farklı olarak, devletin Dersim’deki Kürt isyanına müdahalesini katliam veya soykırım olarak değerlendirmiştir.

Dersim 1937-38 sürecinin önemli aktörleri olan Alişer ve Nuri Dersimi’ye önderlik vasfı yükleyen bu tezin önemli bir dayanağı, bu iki figürün önceki yıllarda Kürt ve Kürdistan davası konusundaki angajmanı ve sürecin en önemli Dersimli figürü olan Seyit Rıza’yla ilişkileri olmuştur. Bu çerçevede, süreçte “Kürt ulusçuluğu”, “Kürdistan davası” veya “sömürge karşıtlığı” iddiaları, daha ziyade belli liderler bağlamında oldukça muğlak bir şekilde ve güçlü olmayan az sayıda kanıta dayalı olarak dile getirilmektedir.

Diğer yandan, (niceliksel anlamda) marjinal bir tez olarak yaşananları Zaza ulusçuluğu bağlamında değerlendiren Zaza isyanı tezi ise önderlik veya söylem bağlamında pek bir kanıta dayanmamaktadır. Dersimli aktörlerin baskın çoğunluğunun Zaza olması, daha doğrusu Dersim’in çoğunluğunun Zazaca konuşan topluluklardan oluşması gerçeği ile Kırmanc ve Kırmanciye gibi kavramlara yüklenen öznel anlamlar bu tezin asıl dayanağını oluşturmuştur.

*****

Daha çok modern-eğitim almış çevrelerin ürettiği ve yaydığı bu tezlerin yanında, Dersim-merkezli daha yaygın tez ise eskiden beri “cahil” olarak görülen, sözleri küçümsenen eğitimsiz yaşlı kuşakların, siyah-beyaz kolaycılığından uzak daha karmaşık anlatısıdır.

Esasen kuşaklar arası aktarıma dayalı olan, ama yine de örgün eğitim dışından kanallar aracılığıyla kısmen de olsa, bir şekilde resmi söylemin etkisinde kalmış bu anlatılarda Dersim’de yaşananlar, “rahat durmama”, bazı aşiretlerin “birbirlerine düşmesi”, bazı bireylerin kendi toplumuna karşı da hırsızlık ve cinayet gibi suçlar işlemiş ve kişisel kavgalara boğulmuş olması gibi edimlere tepki olarak devletin “haklı” ya da “anlaşılır” müdahalesi bağlamında değerlendirilmiştir.

Ancak açıktan veya zımni “biz hak ettik” veya “atalarımız hak etti” argümanına dayalı bu anlatıya yakından bakıldığında hemen iki unsur daha görülür: (1) Devletin acımasızlığı ve bu bağlamda toplu katliamlar, köy yakmalar, vb. haksız uygulamalar sonucu ‘sorumsuz’ veya suçsuz’ olanların da arada yanması durumu ve (2) devletin müdahalesine yol açan veya müdahaleye adeta davetiye çıkaran aktörlerin aynı zamanda bu acımasız müdahaleye karşı direnişte birleşmemelerinin de katliamın çapı konusunda olumsuz etkisi olduğu iddiasıyla/anlayışıyla aslında hem katliama karşı olma hem de direnişe şans tanıma tavrı.

*****

Uzun yıllar eğitimli genç kuşaklar, hep duydukları bu anlatıları görmezden gelmeyi veya “cahilane sözler” olarak değerlendirmeyi yeğlerken, belli bir aşamada, yukarıda andığım üzere, özellikle 1990’lardan itibaren bilhassa sol gelenekten gelenler, zamanın ruhuna uyarak meylettikleri partikülarist kimlik politikaları ve kaba modernizme karşı mesafeli tutum sebebiyle “Dersim isyanı” tezine karşı alternatif olarak geliştirdikleri “isyan olmadığı halde katliam oldu” argümanına sarılmışlardır.

Bunu yaparken, aslında çocukluklarından beri ihmal etmekle birlikte adeta paralel hafıza olarak taşıdıkları bu karmaşık anlatıya/yaklaşıma daha çok anlam ve önem yüklemeye başlamışlardır.

Çoğu zaman ‘otantik’ ve ‘eşsiz’ Dersim kültürü ve tarihi anlayışıyla biriciklik üzerine kurulu romantizasyon ve mitleştirme eğilimleri taşıyan bu anlatılar, 1990’larda önce yurtdışında başlamış, 2000’lerden itibaren yurtiçinde de yaygınlaşmış ve günümüze kadar güçlenerek devam etmiştir.

Bu anlatıya göre, aykırı etno-dinsel yapısı ve kontrol edilemez özerk/bağımsız konumu nedeniyle ‘çıban’ olarak gördüğü Dersim’e tahammül edemeyen modern devlet tarafından 1937 ve özellikle 1938 yıllarında işlenen katliamlar, köy yakmalar insanlığa karşı işlenmiş suçlardandır ve bazılarına göre soykırım niteliği taşımaktadır.

Bu boyutuyla anlatı, 1980’lerden itibaren Türkiye’de hâkim olmaya başlayan insan hakları mücadelesi çerçevesinde değerlendirilmiş, böylece ilk olarak mesele tarihle yüzleşme, hesaplaşma ve onarıcı adalet talepleri ile gündeme getirilmiştir.

*****

Bu anlatının içinde ayrışma nedeni olan argümanlar, Dersimlilerin bu süreç boyunca takındığı tutumları ve tavırları bağlamında gündeme gelmiştir.

Bir yandan medenileştirme iddiası çerçevesinde devletin Dersim’e zoraki ve kalıcı olarak girişi ve açık şiddet yoluyla bölge üzerinde tam ve derinlemesine hakimiyeti, daha doğrusu bölgenin modern Türk devletine içerimlenmesi (incorporation) sürecinde sergilenen yerel direniş meşru görülüp bazen yüceltilebilmekteyken, diğer yandan 1937 yılından itibaren devlet şiddetinin gerekçesi olan medenileştirme projesini, Alevi (= ‘ilerici’) olmaları hasebiyle Dersimlilerin gönüllü ve istekli bir şekilde sahiplendikleri iddia edilebilmektedir. Şapka inkılabının sahiplenilmesinden silahların gönüllü teslimine, zaten her yıl daha da ‘içerilerde’ karakolun inşa edilmiş olduğu gerçeğinden ve devletin bölgedeki yol, köprü, kışla vb. bayındırlık işlerinde Dersimlilerin taşeron ve işçi olarak yer almış olmalarına kadar farklı örnekler bu iddiayı desteklemek için sıralanmaktadır.

Bu söylemin ve içerdiği argümanların ‘beyaz adamın yükü’ anlamında medenileştirmeci paradigmayla sakıncalı ilişkisi, bugüne kadar maalesef yeterince sorgulanmamıştır.

Ancak daha önemli bir sorgulama konusu, “isyan olmadığı halde katliam oldu” argümanının, devletin yaptıklarının vahametini ve haksızlığını kanıtlamak veya büyüklüğünü göstermek için kullanılmasıdır. Bu yazıda sadece altını çizmekle yetineceğim, sorgulamaya girişemeyeceğim bu tutum, herhangi bir isyan ve hatta her türlü radikal direniş veya muhalefet karşısında devletin başvurduğu şiddeti (orantısız veya hukuksuz da olsa) meşrulaştırma potansiyeli taşımaktadır.

Bu söylemin çetrefilli bir boyutu, acımasız ve hukuksuz askeri operasyonlara karşı çok sınırlı olanaklarla az sayıdaki insanın sergilediği direnişin de (özellikle halk müziğinde ve kolektif hafızada) aynı anda yüceltilebilmesidir.

Çoğu zaman nefsi müdafaa ve hatta kendi aileleri başta olmak üzere sivil halkı koruma amacıyla sergilenen ve aslında devlet/ordu için askeri anlamda büyük tehdit oluşturmayan ‘kahramanca’ silahlı direniş örnekleri, özellikle 1937 yılında belli aşiretlere ve (Şahin Ağa gibi) önde gelen kişilere karşı yürüten operasyonlar bağlamında gündemden düşmemektedir.

1938 yılında yaşanan toplu kıyım sürecinde, bazı bölgelerde evlerinden ve köylerinden kaçarak dağlara ve (Ali Boğazı ve Laç Deresindekiler başta olmak üzere) mağaralara sığınan silah ehli erkeklerin silahlı direnişinin, çocuklar ve yaşlılardan oluşan grupları koruma amacı taşımakta olduğu gerçeği de bu söylem içinde yer alabilmektedir.

*****

Bitirtirken, son zamanlarda yaşanan ilgi artışının söylemsel/ideolojik boyutuyla ilgili kısaca şunu söylemek isterim: Dersim ’38’e dair bu dönemde resmi tarihin eleştirisi ve tarihyazımsal revizyonizm konusunda yaşanan önemli sıçramaya tepki olarak ortaya çıkan resmi söylemin yeniden üretimi, inkarcı toplumsal hafıza politikalarını günümüzde tekrar hakim kılmaya başlamıştır.


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme,

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi