Fadıl Öztürk
Astarı yoktur bazı yüzlerin
Yüz sayıların bir araya gelerek oluşturduğu rakamsal bir sonuç değil sadece. Ardında bereketli ovaları, dik uçurumlarıyla vadileri, kıyısında kurulmuş kentleri, yazın azalan kışın buz tutan ırmakların da bazen kabaran sinirli, bazen duru haliyle sevgili bir yüzü vardır. Okyanuslarda gemileri olanca yüküyle yüzünde tutarken balıklara yurt olmayı elden bırakmayan okyanusların da bir yüzü var, insan yüzüne asla benzemeyen...
Dağların güneş gören bir yüzü, devletlerin görmekten hiç memnun olmadıkları bir diğer yüzü var. Baskılar karşısında insanlar gibi göçmeyip yurtlarında kalan, haritalarda gözlerimizin içine baka baka ağırlığınca duran, ona sığınanı asla ele vermeyen bir yüzü var dağların...
Mevsimlerin asla birbirine benzemeyen yüzleri vardır. Baharda papatyaların ve mor menekşelerin bir yüzü, karı yorgan gibi üstüne çekip altında uyuyan toprağın donup çözülen bir yüzü; Evlerimizden içeri izinsiz giren yazların bir yüzü, hüznünü omuzlayan son baharların hatıralarımızı asla terk etmeyen yaprak döken bir diğer yüzü vardır...
Her mevsimde açılıp kapanan haliyle havanın, gündüz ve gece haliyle gökyüzünün birer yüzü vardır. Yağmur onun dünyayı yıkayarak temizlediği bir hali, dolu onun başını taşlara vurduğu bir hali, kar onun üç ay susarak dinlendiği başka halidir. Siz onun kapısını çalmasanız da onlar mutlaka çalar kapınızı. Geceleri yıldızların, gündüzleri güneşin bahçesi olan gökyüzünün bir yüzü vardır, serin gölgelerin efendisidir olan...
Uzun sözün kısası bizim dışımızdaki her şeyin, üstünde ciltler dolusu kitaplar yazdığımız kâinatın, kâinat içinde dünyanın bir yüzü vardır. Kimilerimiz o yüzü, börtü böceği, kar ve yağmuru, ova ve dağlarıyla tanrının yüzü sayarak koruyup kollarken; Kimilerimiz de tanrının yedi günde yarattığı yer sayarız. Mülk ve iktidar düşkünleri onu yok etmek için elinden geleni yapar. Peki dünyayı her gün daha çok para hırsıyla havasını kirleterek, toprağını zehirleyerek yıkıma götüren insanların kaç yüzü vardır, hiç düşündünüz mü?..
Gören, duyan, konuşan, yürüyen, kısacası doğup yaşlanarak ölümüne yürüyen inanın yüzüne bakalım.
Doğmadan sevinç olan, doğarak bir yüze sahip olan çocuğun annesinin sevgisinden beslenip içinde büyüdüğü bir yüzü vardır. Babasından aldığı bir yüz, büyüdükçe kendinden önce ve sonra doğmuş kardeşlerine gösterdiği ya da göstermediği bir diğer yüzü vardır her insanın, yüzsüzlüğünü de içinde taşıyan...
En iyi haliyle, kadın ya da erkek fark etmez, eğer sevmişse birini, sevdiğine gösterdiği bir yüz, sevdiğinin ondan aldığı bir yüz, iki sevgilinin kalplerini birbirine ayna yaparak duygularını taradıkları birer yüzü vardır, ayrılık ve ölüm yollarını ayırmadıkça...
Çocuklar ki hayat özetimizdir her birimiz için, çocuklarımızın bizde arayıp da bir türlü bulamadıkları bir yüz, bulunca pazar yerine çevirdikleri, yerlere saçılmış, toparlanması zaman alan bir diğer yüzümüz vardır, yedek parçası asla olmayan...
Sınıflı dünyada bir sınıfa, çok uluslu bir ülkede kendi ulusuna aitken, sınıfının ve ulusunun kenarından bile geçmeyen, yüzüne tükürsen ‘yağmur yağdı’ diyecek olanların yüzleri yanında 'Yurdunu alçaklara uğratma’ diyen alçaklıkların her gün ayrı bir maske ile dolaştıkları, nefretin duvarına kazınmış yüzleri vardır...
Sorguda suyla ıslatılıp elektriğe verilirken acısını çığlıklarında taşıyan gencecik insanların gerilmiş yüzleri; On yılarca hayata bir pencereden bakan mahkûmların umutlarıyla besledikleri, kederini omuzlayıp taşıdığı yüzleri vardır...
Suçlanmalarına, yakalanıp işkence görmelerine, keyfi yargılanmalarına rağmen ömürlerini dişlerinin arasında taşıyarak aldıkları cezaları yüksünmeden yatanların yüzlerinde çizgi çizgi derinleşen yüzler, binler...
Yaşadığı zulme rağmen hayata mütevazıca tutunanların yanında, kendilerini vazgeçilmez kahraman görüp oturdukları koltuklardan asla kalkmayan, tarihi kendi arka sokakları olarak gören ve yaptıklarından hiç utanmayan yüzler vardır...
Yaşadıklarına ‘hayatımdı yaşadım’ diyen ve her durumda insan kalmanın yolunu kendilerince arayıp bulan, kahramanlığı ellerinin tersiyle bir yana iten, sıradan göründükleri kadar hiç de sırandan olmayan, hayatını sevdiklerine vermiş güzel yüzler vardır..
Her gittiğimiz yere nehirleri, sınırları, şehirleri geçip hatıralarımızın bizimle gelmesi masalın ölümüdür; Değil mutluluğun tarifi, mutsuzluğun yurduna dönüşmüş yüzlerini dökerek yaşayan yüzler binler, on binler...
Ömürlerini bizim de yaşadığımız dünyanın dalına asmışlar, yaptıklarından utanırlar mı, sıkılır da yüzleri kızarır mı bilmem ama her insan giderken yüzünü de yüzsüzlüğünü de alıp beraberinde götürür gideceği yere. Velhasıl astarı yoktur bazı yüzlerin, ille de mazluma dünyayı dar eden zalimlerin...