Doğan Özgüden
Avrupa’nın dört diktatörü, biri de Türkiye’den…
Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’nin, AB Konseyi’nde de İsrail’in insan hakları ihlalleri ve saldırganlıkları tartışılırken, Brüksel’in gündemine hiç hesapta olmayan iki olay bomba gibi düştü…
Yıllarca Belçika Ordusu’nun keskin nişancılarından biri olarak Yugoslavya, Bosna, Kosova, Lübnan, Irak ve Afganistan’da görev yapmış bulunan astsubay Jürgen Conings, ordunun Leopoldsburg’daki cephaneliğinden kaldırdığı çok sayıda roket atar, makineli tüfek, tabanca ve mühimmatla 17 Mayıs günü sırra kadem bastı… Orduda kendisine verilmiş liyakat madalyalarını vefat etmiş olan aile büyüklerinin Peer’deki mezarları üstüne koyarak yeraltına geçen astsubay, geride bıraktığı üç veda mektubunda da özellikle Korona salgını dolayısıyla uygulanan önlemleri protesto için terör eylemleri yapacağını açıklıyordu…
Jürgen Conings’i terör eylemlerini gerçekleştirmeden önce yakalayabilmek, çatışmaya girdiği takdirde öldürmek için ordu ve polis tarafından ülke çapında bir "insan avı" başlatıldı. Öyle ki, adı Interpol’ün kırmızı listesine eklenen astsubaya karşı operasyonda sadece Belçika ordusu ve polisiyle yetinilmedi, NATO’ya bağlı Almanya, Hollanda, Fransa ve Lüksemburg ordusundan birlikler de "insan avı"na dahil edildi.
Bu konuda görsel ve basılı medyada yapılan sansasyonel yayınlardan dolayı Jürgen Conings ülkenin aşırı sağa yatkın kesimleri tarafından birdenbire "kahraman" olarak görülmeye başladı, sosyal medyada kendisine sürekli övgüler düzülüp onbinlerin katıldığı destek grupları oluşturulurken, "insan avı"nı protesto için arka arkaya sokak gösterileri düzenlendi.
Şaşırtıcı da değil… Son zamanlarda yapılan tüm kamuoyu yoklamaları, önümüzdeki seçimlerde Flaman milliyetçisi N-VA partisiyle aşırı sağcı VB partisinin birlikte ülkenin nüfus çoğunluğuna sahip Flaman bölgesinde mutlak çoğunluğu elde edeceğini gösteriyor.
Vahim olan bir diğer gelişme ise, bu vesileyle Belçika Ordusu içinde aşırı sağa sempati duyan çok sayıda subay ve astsubay bulunduğunun, ancak bunlara karşı hiçbir önlem alınmadığının ortaya çıkması oldu…
Bu satırları yazdığım sırada Jürgen Conings’in izi hâlâ bulunabilmiş değil…
Şurası muhakkak ki, yakalanıp mahkemeye çıkarılsa da, bir çatışmada vurulup öldürülse de, sadece Belçika’da değil, tam altı ülkede "keskin nişancı" olarak yaptığı hizmetlerden dolayı liyakat madalyalarıyla taltif edilmiş bulunan bu astsubayın imajı, 2024 yılında yapılacak belediye ve bölge meclisleriyle Federal Meclis ve Avrupa Parlamentosu seçimlerine kadar aşırı sağ tarafından en büyük propaganda silahlarından biri olarak kullanılacak.
Bu gelişmeden sadece Belçika yönetimi değil, üye ülkelerdeki aşırı sağ partilerin giderek daha da güçlenmesinden dolayı panik halindeki Avrupa Birliği’nin üç üst kurumunun, yani AB Konseyi, AB Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’nun yöneticileri de son derece rahatsız.
Son on yılda güney ülkelerinden kaynaklanan göçün artması, ardından Korona salgınının vatandaşlarda çeşitli sosyal ve psikolojik sorunlar yaratması nedeniyle tüm AB üyesi ülkelerde Avrupa Müktesebatı’ndaki temel ilkeleri ve yükümlülükleri hiçe sayan bir aşırı sağ yükseliş yaşanıyor.
Geçtiğimiz mart ayında Avrupa Halk Partisi (EPP) grubundan büyük gürültü kopartarak ayrılan Macaristan başbakanı Viktor Orban’ın partisi Fidezs, Polonya aşırı sağcı partisi PIS ve İtalyan aşırı sağcı partisi Lega Avrupa Parlamentosu’nda 146 milletvekiline sahip ikinci büyük parlamenter grubu oluşturma sürecinde… Bu üçüne, 2022’deki Fransa cumhurbaşkanlığı seçiminde Macron’a karşı en güçlü aday olarak görünen Marine Le Pen’in partisi RN de eklenecek olursa yeni aşırı sağcı parlamento grubu daha da güçlü olacak.
Belçikalı astsubay olayının aşırı sağa kazandıracağı ivmeyi frenleyebilmek için sürekli istişare halindeki AB liderleri, geçtiğimiz pazar günü Belarus üzerinden geçen bir Ryanair yolcu uçağının Minsk’e inişe zorlanması, uçakta bulunan Belarus muhalefetinden gazeteci Roman Protasewitsch’in tutuklanması üzerine hep bir ağızdan bu ülkenin diktatörü Lukaşenko’ya saldırıya geçtiler.
AB Komisyonu başkanı Ursula von der Leyen, "Bu, demokrasiye saldırıdır, ifade özgürlüğüne saldırıdır, dahası Avrupa egemenliğine saldırıdır" diyerek, Belarus için öngörülen 3 Milyar Euro’luk bir ekonomik paketin bu ülke demokratik hale gelinceye kadar askıya alınacağını ilan etti.
Bir ay önce Ankara’daki başkanlık sarayında Ursula von der Leyen’in bir kanapeye atılarak aşağılanmasına hiç itiraz etmeden Tayyip’le koltuk sohbeti yaptığı için sert eleştirilere uğrayan AB Konseyi başkanı Charles Michel de bu kez "Masum sivillerin hayatlarıyla Rus ruleti oynamaya çalışılmasına asla müsamaha göstermeyeceğiz" diye kükredi.
Ardından AB ülkelerinden kalkan uçakların Belarus hava sahasından geçmelerinin, Belarus uçaklarının da AB hava alanlarına iniş yapmalarının yasaklandığı açıklandı.
Aslında Lukaşenko’nun bu hava korsanlığına böylesine sert tepkiler gösteren Avrupa Birliği’nin bu konuda kendi sicili de hiç temiz değil… 25 Mayıs 2021 tarihli Evrensel gazetesinde açıklandığı gibi, 2-3 Temmuz 2013 gecesi Moskova’daki bir konferanstan dönmekte olan Bolivya Cumhurbaşkanı Evo Morales’in uçağında da benzer bir korsanlık uygulanmıştı. Bir süre önce Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ve Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) belgelerini medyaya sızdırdığı için kara listeye alınan bilgisayar uzmanı Edward Snowden’in de yolcular arasında bulunduğu ileri sürülerek AB üyesi Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz’in hava sahası kapatılmış ve uçak Viyana havaalanına iniş yapmak zorunda bırakılmıştı. Alanda yapılan kontrolde Snowden’in uçakta olmadığı anlaşıldıktan sonradır ki cumhurbaşkanı Evo Morales’in ülkesine dönmesine izin verilmişti.
Sekiz yıl önceki skandal bittabi çoktan unutuldu, şimdi Lukaşenko’nun hava korsanlığı gündemde… Bu skandalı yaratmamış olsaydı bile, Belarus’taki Lukaşenko yönetimi sadece insan haklarını ayaklar altına aldığı, basın ve ifade özgürlüğünü sürekli çiğnediği için değil, daha da önemlisi, uluslararası ilişkilerde Rusya’yı desteklediği ve de Rusya’dan destek gördüğü Avrupa Birliği’nin ve üye ülkelerin sürekli kara listesinde…
67 yaşındaki Aleksander Lukaşenko, Belarus’un da parçası olduğu SSCB dağılmadan önce 1975-1982 yıllarında Sovyet ordusunda subaylık, 1982-1990 yıllarında kollektif çiftlik ve fabrika yöneticiliği yapmış, ardından da Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Meclisi'nde milletvekili olarak bulunmuştu.
Belarus’un bağımsız bir devlet olmasından sonra 10 Temmuz 1994’teki başkanlık seçiminde oyların yüzde 80,1’ini alarak cumhurbaşkanı seçilen Lukaşenko o tarihten bu yana tekrar tekrar seçilerek makamını korudu. Bu başarıda hiç kuşkusuz, ülkenin serbest Pazar ekonomisine geçmesinden sonra kitlelerin yoksul düşmesi üzerine Lukaşenko’nun Sovyet dönemindeki sosyal kazanımları ve güvenceleri yeniden uygulamaya koymasının büyük rolü oldu. Ancak insan haklarını ve özgürlükleri hiçe sayan despotik bir yönetim uyguladığı, özellikle de son cumhurbaşkanlığı seçimlerini hileli şekilde kazandığı için halen kendi ülkesinde büyük bir muhalefetle karşı karşıya… Batı medyasında kendisinden sık sık "Avrupa’nın son diktatörü" diye bahsediliyor.
Lukaşenko’nun bir diktatör olduğu doğru, ancak gerçekten Avrupa’nın tek diktatörü mü? Ve de hangi Avrupa’nın?
Hemen bir belirleme… Bir ülkenin "Avrupalı" sayılması için o denli farklı kriterler uygulanıyor ki!
Söz gelimi, bir yanda 27 devletli Avrupa Birliği, öte yanda 47 devletli Avrupa Konseyi…
Belarus, Avrupa’nın göbeğinde olduğu halde, ne birinin, ne de ötekinin üyesi…
Avrupa Birliği üyeliği zaten son derece sınırlı… Sosyalist sistemin çöküşünden bu yana Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Çekya, Slovakya, Slovenya, Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan Avrupa Birliği’ne kabul edildiler. Arnavutluk, Kuzey Makedonya, Montenegro, Sırbistan, Bosna-Hersek, Kosova, Moldavya ve Ukrayna sıralarını beklemekte…
Avrupa Konseyi’ne gelince, bu kuruluşa üyelik konusunda coğrafi aidiyet koşulu da kalmadı.
2. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra insan haklarını ve özgürlükleri güvence altına almak amacıyla 5 Mayıs 1949’da Belçika, İngiltere, Danimarka, Fransa, Hollanda, İrlanda, İsveç, İtalya, Lüksemburg ve Norveç tarafından kurulan Avrupa Konseyi’nin üyeliğine daha sonraki yıllarda Türkiye de dahil 37 ülke kabul edilmiş bulunuyor.
Bunlar arasında Avrupa kıtasında bulunmayan Azerbaycan ve Ermenistan da yer alıyor. Topraklarının büyük kısmı Asya kıtasında bulunan Rusya da 1996’dan beri Avrupa Konseyi’nin üyesi… Ama Belarus’a burada da yer yok.
Evet, Belarus’taki rejim bir diktatörlük…
Ya hem Avrupa Konseyi’nin, hem de Avrupa Birliği’nin üyesi olan Macaristan? Ya Avrupa Konseyi’nin üyesi olmaya devam eden Türkiye ve Rusya? Hele hele, Avrupa Konseyi’nin 70 yıllık üyesi olduğu gibi, 60 yıldır da önce "ortak" ardından "üyelik adayı" sıfatıyla Avrupa Birliği’nin kapısını aşındıran Türkiye?
2. Dünya Savaşı’nın ardından ABD emperyalizminin Sovyet sınırındaki ileri karakolu olma misyonu yüklendiğinden ve NATO’nun da en güçlü ikinci ordusuna sahip bulunduğundan, başında ne türden baskı rejimi olursa olsun Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ndeki üyeliğine asla halel getirilemez.
Anımsayalım… Türkiye ile aynı zamanda Avrupa Konseyi üyesi olan Yunanistan’da faşist albaylar cuntası 21 Nisan 1967’de darbe yapıp insan haklarını ayaklar altına aldığında, bu ülke "Avrupa medeniyetinin beşiğidir" falan denmeden Avrupa Konseyi’nden kapı dışarı edilmişti. Dört yıl sonra faşist generaller 12 Mart 1971 darbesini yapıp insan haklarını ayaklar altına aldığı, hattâ üç genç devrimciyi idam sehpasında katlettiği halde Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden atılması binbir manevrayla engellenmişti.
Evet, ismini koyalım… 2021 yılının Mayıs ayı kapanırken Avrupa kara parçasında diktatörlükle yönetilen sadece Belarus değil, üç ülke daha var… Avrupa Konseyi’ndeki kıdem sırasına göre Türkiye, Macaristan ve Rusya… Ve de dört diktatör: Aleksander Lukaşenko, Recep Tayyip Erdoğan, Vladimir Putin, Victor Orban…
Üstelik, Macaristan sadece Avrupa Konseyi’nin değil, 18 yıldır Avrupa Birliği’nin de üyesi…
Macaristan Başbakanı Viktor Orban kendi ülkesinde aşırı sağ bir yönetim kurmakla yetinmediği gibi, Avrupa Birliği’nin tamamında aşırı sağın egemen olması için tüm olanaklarını seferber etmiş durumda… 20 Mart 2021’de Macaristan devlet radyosundaki haftalık konuşmasında Avrupa sağını yeniden düzenlemek için Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki ve İtalya’nın eski içişleri bakanı ve aşırı sağcı Lega Partisi’nin lideri Matteo Salvini ile sürekli görüşmede olduğunu açıkladı.
Üstelik, sadece Avrupa Birliği içinde değil, Türkçe konuşan ülkeler topluluğu içinde de aynı derece aktif… O denli ki, Türk ve Macar uluslarının Hun İmparatoru Atilla’nın torunları olduğu gerekçesiyle 2018 Eylül’ündeki Türk Konseyi 6. Devlet Başkanları Zirvesi’ne katıldığını, 1 Ocak 2019’da Peşte’de Macaristan Araştırma Enstitüsü’nü faaliyete geçirdiğini daha önceki yazılarımdan birinde açıklamıştım.
Bu yıl daha da ileri giderek, 31 Mart 2021’de, Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım-Comart Tokayev’in başkanlığında Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kazakistan’ın ilk cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Japarov, Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbangulu Berdimuhammedov’la birlikte Türk Konseyi’nin çevrimiçi zirve toplantısına katıldı. Bu toplantıda 2021’in sonbaharında Türkiye’de düzenlenecek olanTürk Konseyi Zirvesi’nin amaçları ve gündemi belirlenirken Azerbaycan ve Türkiye askeri birliklerinin Dağlık Karabağ’ı işgal operasyonuna da övgüler düzüldü.
Lukaşenko diktatörlüğüne ve onun uluslararası plandaki destekçisi Putin diktatörlüğüne büyük tepki veren Avrupa Birliği, kendi içindeki Orban diktatörlüğüne bir şey diyebilecek mi?
Ve de yıllardır işlediği ardı arkası gelmez insan hakları ihlallerine rağmen göçmenlere sınır kapılarını açma, Türkiye’de büyük yatırımları bulunan çok uluslu tekellere zorluklar çıkartma, Türk göçmenleri bulundukları Avrupa ülkelerinin seçim sonuçlarını etkileyebilecek şekilde kullanma şantajlarıyla AB yöneticilerini sık sık istiskal edebilen Erdoğan diktatörlüğüne aynı tepkileri verebilecek mi?
Ya Avrupa Konseyi üyesi Ermenistan’ın topraklarını işgal eden diğer Avrupa Konseyi üyesi Azerbaycan’daki Aliyev diktatörlüğünün yaptıklarını daha ne kadar sineye çekecek?