Doğan Özgüden
Ayasofya'da Tayyip'in fobi ve husumet kusan fütuhat gecesi!
Coronavirus'üne karşı özellikle bizim gibi seksenliklerin ortalıkta pek görünmemeleri tavsiye edileli beri Schaerbeek sokaklarını arşınlayamıyor, tüm günü ya bilgisayar ekranı, ya da haber saatlerinde televizyon ekranı karşısında geçiriyorduk. Haftada bir maske ve eldiven takıp yakındaki süpermarkete ya da eczaneye 15-20 dakikalık tam sürat gidip gelişler hariç...
Geçirdiğim bir dizi ameliyattan sonra vücudumu saran, geceleri uykusuz, gündüzleri halsiz bırakan polinevrit ağrıları son haftalardaki hareketsizlikten adamakıllı azdığı, ilaçlar da fayda etmediği için doktorum dün fizik hareketsizliğimi yasakladı, günde en az bir saat sokaklarda taban tepmemi emretti.
Canıma minnet, bu sabah maskeyi takıp bastonla kaldırımları döve döve iki aydır özlediğim Schaerbeek'in kuzey yakasındaki Cage aux Ours (Ayı Kafesi)'ne vurdum. Aslında burası resmi adıyla Eugène Verboekhoven Meydanı… Ama halkın dilinde Ayı Kafesi diye bilinir…
Her zaman Türkiye'li, Magrib'li, Afrika'lı, Doğu Avrupalı göçmenlerin buluşma yeri olan Ayı Kafesi, Korona korkusundan olmalı, ıssızdı... Tek tük koşar adım geçen vardı... Bir banka çöküp biraz nefeslendikten sonra hiç değilse haftalık semt pazarında tezgah açan Ermeni dostlarımı görebilirim umuduyla Rue Royale-Ste-Marie'ye vurdum. Yine Korona korkusundan olmalı pazar yerinde kimseler yoktu...
Türklerin en yoğun yaşadığı ve mimari açıdan bir şaheser olan Saint-Marie Kilisesi'nin yükseldigi Place de la Reine'e kadar yürüdüm. Biraz ilerisinde bir köşede de Nasreddin Hoca heykeli ve de Chaussée de Haecht üzerinde Fatih Camii...
Tayyip ve Tayyip'çiler "İslamofobi... İslamofobi..." diye ne denli kıyamet kopartırsa kopartsın, Avrupa'nın başkentinde kiliselerin, sinagogların, budistlerin, laiklerin son 40 yılda sayıları iyice artan camilerle nasıl "barış içinde bir arada" yaşadığının tanığıyım.
Ya İstanbul?
İyice yorgun, eve dönüp bilgisayarın başına çöktüğümde flaş haber geçiyordu... Bizans'ın başkenti Konstantiniye’nin Osmanlı tarafından fethi'nin 567'nci yıl dönümü dolayısıyla bu akşam Ayasofya Kilisesi içinde Fetih Suresi tilaveti ve Fetih Duası yapılacağı, kutlamalara Erdoğan'ın da video konferansla katılacağı bildiriliyordu.
Akşam Belçika saatiyle 21'e doğru Türk televizyonlarının Ayasofya'nın içerisinden naklen verdiği imam dualarını ve laik cumhuriyetin devlet başkanı Tayyip'in imam-hatip aksanlı, fobi dolu, işgal, ganimet, talan övgülü nutkunu dinleme işkencesine katlandık... Ardından da kan ve barut kokan bir video gösterisi…
"İslamofobi... İslamofobi..." Öyle mi?
İyi de, Hristiyan âleminin en tarihi, en görkemli mabetinde bu islamcı gösteriler neyin nesi, neyin fobisi?
Anayurdunun başkentini islam ordusunun işgalinde kaybetmiş bir ulusun üzerinden altı yüzyıl geçtikten sonra sadistçe aşağılanması neyin nesi?
Hele hele Ermeni, Asuri, Pontüs soykırımları, Dersim katliamı, 6-7 Eylül pogromu, Kahramanmaraş, Çorum, Sivas katliamları, Kürdistan'ın sınır gerisi ve ötesi topraklarında, Suriye'de ve nihayet Libya'daki kanlı operasyonlar, evet onlar neyin nesi, hangi fobilerin eseri?
Ya sırf muhalif oldukları için sürgünde katlettirilenler?
Bu kâbus gecesini unutabilmek için yarın sabahın köründe kendimi yine Avrupa’lısı, Asya’lısı, Afrika’lısı, Latino’suyla yüzü aşkın farklı milliyetten ve de çok farklı inançlardan vatandaşların barış içinde bir arada yaşadığı kentin kaldırımlarına atacağım.
Voltaire'in, Jean Jaures'in adlarını taşıyan caddeleri arşınlayacağım...