Celal Başlangıç

Celal Başlangıç

Aynı kanlı suda iki defa yıkanılmaz!

Mersin’de bir polisin öldürüldüğü saldırı ister istemez insanların aklına 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasında yaşanan kanlı süreci getiriyor ama Türkiye halkları artık bu oyuna gelmez.

Uğursuz haber Suruç’tan gelmişti; IŞİD’in canlı bombası Kobane’ye geçmek üzere olan sosyalist ve anarşist gençlerin toplantısına saldırmıştı, yaşamını yitirenlerin sayısı 30’u aşmıştı. Haberi duyar duymaz İstanbul’dan yola çıkmıştım Suruç’a doğru.

Türkiye heyecanlı günler yaşıyordu.

7 Haziran seçimlerinde HDP parti olarak barajı aşmış, AKP tek başına iktidar olma çoğunluğunu yitirmişti.

Tarih, 20 Temmuz 2015’i gösteriyordu.

Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu, AKP-CHP koalisyonu için Kılıçdaroğlu ile bitmek bilmeyen "istikşafi" görüşmeleri sürdürüyordu. Henüz 1 Kasım 2015’te yapılacak erken seçim kararı alınmamıştı. Ancak siyasette AKP’nin tek başına iktidar olamayacağı bir süreç yaşanıyordu.

Daha Suruç’a varmadan yol boyunca yazdığım analizi Cumhuriyet’e gönderdim. Yazının sonu iddialı bir saptamayla bitiyordu:

"… iyice köşeye sıkışmış AKP ve Erdoğan için erken seçim kampanyasını Suruç katliamıyla başlatmıştır!"

Suruç katliamından birkaç saat sonra bu yazı yazıldığında daha erken seçim kararı alınmamıştı. Ancak AKP iktidarının yarattığı kanlı tablo gün gibi ortadaydı.

Nitekim Suruç katliamından yaklaşık bir ay sonra, (25 Ağustos 2015’te) 1 Kasım’da erken seçim yapılmasına karar verilmişti.

Sonrası malum; 1 Kasım seçimlerine kadar Türkiye tarihinin en kanlı süreçlerinden bir yaşanacak, AKP iktidarı yarattığı şiddet ve korku iklimi sayesinde 7 Haziran’da yitirdiği iktidarını erken seçimde geri alacaktı. 2023 Haziran seçimleri yaklaşırken de aklı başında herkesi 7 Haziran-1 Kasım arasında yaşanan kanlı sürecin korkusu sarmıştı. Enflasyon ve hayat pahalılığı halkı giderek artan bir şiddette inim inim inletiyordu. Anketlerde AKP-MHP ortaklığının oyları kar gibi eriyordu. Hiçbir ankette Erdoğan, seçilebilmek için gereken yüzde 50+1 oyu alamıyordu. Parlamento çoğunluğu da iktidar partileri için giderek uzak bir hayal oluyordu.

Uluslararası ilişkilerde de istediğini bulamamıştı Erdoğan.

Suriye ya da Yunanistan üzerinden milliyetçilik damarını köpürtüp bir seçim kazanma ihtimali de giderek zayıflıyordu.

İşte böyle bir konjonktürde meydana geldi Mersin’deki polis evine saldırı.

Kaçınılmaz olarak da herkes 2015’te yaşanan "kanlı iktidar oyunu"nu anımsayıp "yeni bir 7 Haziran – 1 Kasım sürecine geri mi dönüyoruz" kaygısına kapıldı. İktidarın sözcüleri ne hikmetse anında "CHP’nin PKK’lı terörist gazetecisi" kampanyasına başladı. Neredeyse 10 yıl önce CHP’nin cezaevindeki gazetecilerle ilgili hazırladığı bir raporda adı geçiyormuş saldırıda bir polisi öldürüp vücudundaki bombayı patlattığı iddia edilen genç kadının.

Bu nedenle de dün Saray medyası; Yeni Şafak’ından Aydınlık’ına, Akit’inden Akşam’ına kadar tek bir merkezden atılmış manşetlerle çıktı; "CHP’nin gazetecisi".

Açıkça söylemek gerekiyor ki, CHP sözcüleri de böyle bir saldırıda iktidarı suçlamak yerine, kendilerini anlamsız bir savunmanın, bir zamanlar AKP’yle iş tutanların zaman içersinde nasıl "terörist" olduğunu anlatmanın anlamsız çaresizliğine başvurdular.

Oysa daha geçen ay (27 Ağustos) AKP’nin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, PKK’lilere ilişkin olarak "29 Ekim 2023 tarihine kadar ülkemiz sınırlarında bir tane bile terörist kalmayacak. Ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz" demişti. Bu sözleri duyunca ister istemez aklıma 1987’de ilan edilen Olağanüstü Hal’in ilk bölge valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun özel bir röportajda bana söyledikleri gelmişti:

"Dağdaki teröristleri böbreklerindeki taşa kadar biliyoruz."

Bu sözün ardından 35 yıl geçti. Bugün geldiğimiz yer malum.

Meğer o yıllardaki kamu görevlileri, örneklerini "böbreklerindeki taştan" verecek kadar "liyakat" sahibiymişler. Düşe düşe "ayakkabı numarasına" kadar gelmişiz.

CHP’liler de AKP sözcülerine; iktidarda olduklarını, güvenlik güçlerinin, hakimlerin, savcıların kendi emirlerinde olduğunu ve bu saldırıdan da öncelikle "ayakkabı numaralarını bile bilen" İçişleri Bakanı’nın sorumlu olduğunu hatırlatmak yerine iktidarın dümen suyuna girerek garip bir savunma durumuna geçtiler.

İşin en dikkat çekici yanlarından biri de, Mersin’deki saldırının, HDP’nin başını çektiği Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ilan edilmesinden birkaç gün sonraya denk gelmesi.

Çünkü HDP’nin içinde olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kurulması, Saray iktidarının seçim öncesi kurmak istediği oyunu tümüyle boşa çıkartacak güçte bir hamle.

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kurulması "HDP, eninde sonunda AKP ile ittifak kurar" safsatasını tümüyle anlamsız kılıyor.

Artık iktidar yargı üzerindeki gücünü kullanarak HDP’yi kapatsa bile karşısında daha geniş bir kurumsal kimlik bularak istediği oyunu sahneye koyamayacak.

Altılı Masa’nın altında yedinci parti olarak HDP’nin olduğu yalanı da artık tutmayacak. Çünkü HDP, Türkiye’nin sosyalist ve ilerici güçleriyle birlikte başka bir masada oturuyor.

Belli ki önümüzde endişe verici bir süreç var ama…

Zamanında yapılacak bir seçime dokuz aydan daha az bir süre kala, iktidarın gerek ekonomik gerekse de siyaseten dibe vurduğu bir süreçte oynanacak bu oyuna Türkiye halkları bir kez daha gelmez.

Çünkü aynı kanlı suda iki defa yıkanılmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Celal Başlangıç Arşivi