Levent Köker
“Ayrı Liste” tartışmasının bağlamı
Önümüzdeki seçimlerle ilgili olarak son günlerde iyice görünür hâle gelen en önemli tartışma konularından biri, ittifakların kendi içlerinde yaşanıyor. Konu, üç ana ittifak içinde de devam eden “ayrı liste tartışması”. Malûm, yeni seçim kanununa göre yapılacak olan milletvekili seçimlerinde ittifak üyesi partilerin aldıkları oyların toplamı sâdece ittifakların % barajını geçmeleri bakımından değer taşıyor.
Milletvekili sayısının hesaplanmasında ise, ittifak üyesi partilerin ayrı liste ile seçime girmeleri durumunda, kendi aldıkları oy kadar milletvekili çıkarabilecekleri biliniyor. Bu da, genel olarak, ayrı liste ile seçime girmenin ittifak aleyhine işleyeceği biçiminde anlaşılıyor. Konu önemli zîra meclis aritmetiği hem sistemin değiştirilmesi hem de yasama süreçlerinin yeni iktidar lehinde yürütülebilmesi bakımından büyük önem taşıyor. Bu bakımdan, önce bâzı verilere bakalım.
Türkiye’nin siyâsî târihinde ikinci kez aynı günde yapılacak olan Cumhurbaşkanı ve TBMM seçimleri ile birlikte, yalnızca Cumhurbaşkanı’nı değil, sistemi de değiştirmek, hem Millet İttifâkı’nın, hem de Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın ortak hedefi. Şu ân îtibâriyle hâlâ iktidar aleyhine yaklaşık %60-40 olarak görünen seçmen desteğinin korunması ve seçimlerin normal bir biçimde seyretmesi hâlinde, muhalefetin Cumhurbaşkanı seçimini ilk turda kazanmaması için bir sebeb görünmüyor. Buna karşılık, parlâmenter sisteme geçiş için Anayasa değişikliği zorunlu ve bunun için de en az 360 milletvekilinin desteği gerekiyor.
Internet ortamında veri ortalamalarına göre bir değerlendirme bu bağlamda dikkat çekici. 600vekil.com adresinde, 24 kamu oyu şirketinin 30 Mart târihine kadar yapmış oldukları anketlerin, verilerin ortalamaları yer alıyor. Bu ortalamaları göre Kılıçdaroğlu’nun birinci turda Cumhurbaşkanı seçimini kazanması kesin gibi, (sitenin verdiği ortalama fark Kılıçdaroğlu lehine %7 ve Cumhurbaşkanı olma olasılığı %69). Buna karşılık, TBMM sandalye dağılımında Cumhur İttifâkı %41 ortalama oyla 271, Millet İttifâkı ortalama % 42 oy oranıyla 256, Emek ve Özgürlük İttifâkı ise ortalama %11 oy oranıyla 73 sandalye kazanıyor. Tablo, benim sezgisel olarak, 14 Mayıs’taki sandalye dağılımının ana çizgileri îtibâriyle 7 Haziran 2015 seçimlerine benzeyeceği yönündeki düşüncemi doğruluyor.
Bu durum, Türkiye’nin siyâsî geleceği açısından çok kritik bir öneme sâhip olan 14 Mayıs seçimlerine kısa bir süre kala, tüm muhalefet açısından ama özellikle de Emek ve Özgürlük İttifâkı açısından uyarı niteliğinde.
Şöyle bir muhakeme yapıyorum: 7 Haziran 2015’te, henüz parlâmenter sisteme göre hükûmet kurmanın gerektiği bir dönemde, Cumhurbaşkanı’nın önemli ölçüde rol oynadığı bir süreç sonunda Anayasa’nın öngördüğü 45 günlük süre geçirilmiş ve şiddetin tırmandırıldığı karanlık bir dönemin sonunda seçimlerin yenilenmesi yoluna gidilmişti. Sürecin bu şekilde ilerletilmesinde, hiç kuşkusuz 7 Haziran seçim sonuçlarında HDP’nin elde ettiği temsil gücünü kabûl etmek istemeyen başta MHP tüm siyâsî aktörlerin büyük payı vardır. 14 Mayıs içinse durum hayli farklı. Bir kere, hem parlâmento aritmetiği hem de Cumhurbaşkanı değişecek. Ayrıca, hükûmetin kurulması için TBMM’ye ihtiyaç yok. Dolayısıyla, 14 Mayıs sonrasında Kılıçdaroğlu’nun yürütme erkini, Millet İttifâkı’nın diğer bileşenleriyle birlikte kontrol altına alması büyük ihtimal. Buna karşılık yasama çoğunluğunun nasıl şekilleneceği birkaç bakımdan çok önemli.
MECLİS ARİTMETİĞİNİN ORTAYA ÇIKARABİLECEĞİ İHTİMALLER
Her şeyden önce, TBMM’nde anayasa değişikliği için yeterli bir çoğunluğun olması gerekiyor. Yukarıya aktardığım ortalama oy oranları ve sandalye sayıları doğru çıkarsa, yâni bugünkü iktidarın çoğunluk olmadığı ama karşısındaki muhalefetin de anayasa değişikliği için yeterli sayıya ulaşamadığı bir meclis aritmetiği oluşursa ne olur?
Birinci ihtimal, anayasa değişikliğini unutmaktır. Ancak bu yetmez. Çünkü, yukarıdaki ortalamalara göre Millet İttifâkı’nın sandalye sayısı, bugünkü iktidarın toplam sayısının altında kalıyor, dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı’nı kazanmış olan Millet İttifâkı’nın mecliste yasama faaliyetlerinde kendi isteklerini gerçekleştirebilmesi için Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın desteğine ihtiyacı olacak. Buna karşılık, İYİP’in bu konuda tam bir dışlayıcı tavır içinde olduğunu biliyoruz, bilmediğimiz seçimlerden sonra böyle bir aritmetik ortaya çıktığında aynı katılığın sürdürülebilip sürdürülemeyeceği.
Bir diğer ihtimâl, Cumhurbaşkanlığı’nı kaybetmiş olan Cumhur İttifâkı’nın dağılması, özellikle AKP içinden ayrılmaların Millet İttifâkı’na destek olacak bir tavır içine girmeleri. Tabiî bu, bir anda ve hiç görüşülmeksizin olmaz. Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’nun çok sayıda Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve ittifak anlaşmasıyla uyumlu olarak kuracağı kabinesi ile birlikte, ona destek olacak şekilde bir meclis çoğunluğu oluşturabilmek için Cumhur İttifâkı’ndan kopanlar devreye girebileceklerdir. Maksat, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nı, özellikle de Yeşil Sol Parti’yi (YSP ama HDP diye de okuyunuz ), tıpkı 7 Haziran sonrası olduğu gibi, dışlamak. Böyle bir gelişme, Türkiye’nin post-faşist doğrultuda almakta olduğu yolun parlâmento desteğiyle sürüdürülmesi anlamına gelir ve en az mevcut iktidarın seçimleri kazanması kadar karanlık bir geleceğin habercisidir.
Üçüncü ihtimâl ise, Millet İttifâkı ile Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın anayasa değişikliği için güç birliği yapmalarıdır. Bu, öyle sanıyorum ki, yukarıya aktardığım ortalama veriler ve sandalye dağılımı ışığında, Türkiye’nin demokrasi umudu olan bir geleceğe yönelebileceği tek seçenektir. Bu seçeneğin kuvveden fiile geçebilmesi için de, seçimlerden sonra ortaya çıkacak olan meclis aritmetiğinde Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın sandalye sayısının maksimize edilmesine bağlıdır.
İki sebeble. Birincisi, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın sandalye sayısı, anayasa değişikliği için gereken asgarî 360 vekile erişilmesini kolaylaştıracaktır. İkincisi ve belki daha da önemlisi, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın meclisteki gücü, başta İYİP olmak üzere, meclis içinde belirecek olan YSP’yi dışlama kararının etkililiğini kıracak, ikinci bir 7 Haziran yaşanmasını engelleyecektir.
EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI’NDA AYRI LİSTE TARTIŞMASI
Kanımca, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nda Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP), bâzı seçim çevrelerinde -ki, yasal olarak bu çevrelerin sayısı en az 41 ili içermek zorunda- kendi adı, amblemi ve listesiyle seçime girme kararı etrâfında cereyân eden tartışmanın önem kazandığı bağlam budur. Gerek YSP’den, gerek TİP’ten gelen açıklamalar, ayrı liste ile seçimlere girmenin Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın potansiyel milletvekili sayısında bir azalmaya neden olmayacak biçimde gerçekleşmesi için özenle çalışıldığı yönündedir. Bunun mümkün olup olmayacağını bilmiyoruz. Hayli yaygın olan bir diğer görüş, ortak liste yerine ayrı liste ile seçimlere girmenin, yeni seçim kanununa göre ittifakların lehine değil, aleyhine olacağı yönünde. Kişisel olarak bu görüşe yakın duruyorum ama doğrusu burada son sözü aktif siyâset içinde ve bu konuda gerekli ayrıntılı verilere sâhip olduğunu düşündüğüm parti ve ittifak yetkililerine bırakmak gerekir.
Bununla birlikte, TİP’in ayrı liste ile girme konusundaki kararlılığının gerekçelerini de anlamaya çalışıyorum. Öyle sanıyorum ki bu gerekçelerin, yukarıda kurmaya çalıştığım ihtimâller bağlamında büyük önemi var. Görebildiğim en somut gerekçe, bâzı illerde ve seçim çevrelerinde TİP’e teveccüh eden bir seçmen kitlesinin olduğu ama bu kitlenin aynı teveccühü YSP için göstermeyeceği.
Bâzen TİP’in ve YSP’nin seçmen tabanlarının aynı olmadığı veyâ her yerde aynı “seçmen havuzu”na hitap etmedikleri biçiminde de ifâde edilen bu değerlendirmenin açılımını merak etmiyor değilim. Oy tabanındaki destek bakımından Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın ana gövdesini meydana getiren YSP ile ittifak yapmış olan TİP’e oy verecek ama YSP’ye oy vermeyecek olmasının gerekçesi ne olabilir?
Buradaki ayrımın son tahlilde vardığı yer Kürt özgürlük hareketinin “Kürt sorunu” temelindeki talepleri ile “sosyalizm” arasında bir uyumsuzluk olduğu düşüncesidir veyâ öyle olmalıdır. Bu tarz bir düşünce ise, netîce olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “ulusal devlet” olarak şekillenmiş kurucu formatına temelden bir îtirazı kabûl etmeyen bir ideolojiye -dilerseniz en kaba ve gevşek tanımıyla Kemalizm diyelim- bağlanır ki, esâsında YSP de dâhil, Kürt özgürlük hareketinin ortaya koymuş olduğu “halkların demokratik cumhuriyeti” ile uyumsuz bir çizgide yer alır.
Bu tesbitte yanılmıyorsam, ayrı liste tartışmasının meclis aritmetiğine yansıması -olumlu veyâ olumsuz- ne olursa olsun, seçim sonrasındaki parlâmenter süreçlerin oluşmasında YSP’nin dışlanmasına katkıda bulunacak bir eğilime katkı yapma ihtimâli hayli yüksektir. Umarım yanılırım.
Levent Köker: Ankara Hukuk Fakültesi mezunu (1980). Yine Ankara'da, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Siyaset Bilimi doktorası yaptı (1987). Gazi Üniversitesi'nde, Siyasal Teoriler doçenti (1990) ve Genel Kamu Hukuku profesörü (1996) oldu. ODTÜ, Bilkent, Atılım ve Yakın Doğu üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı. 1997'de Yakın Doğu Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin Kurucu Dekanlığını üstlendi. Oxford , Princeton, New School for Social Research ve Northwestern (2017-18) üniversitelerinde konuk araştırmacı olarak çalıştı. Barış İçin Akademisyenler'le birlikte "Bu Suça Ortak Olmayacağız"