Barbie, kimin fantezisi?

Barbie'nin "kız filmi" olarak aşağılanması kadın düşmanlığının bir uzantısı. Bu yüzden filmin hakkını vermek ancak günün sonunda W.B ve Mattel gibi büyük şirketlerin bir ürünü olduğunu da unutmayıp feminist bir ideali buradan kurmayı hayal etmemek gerek.

Greta Gerwig'in yönettiği ve 301 milyon dolarlık hâsılatıyla bir rekor kıran Barbie filmi, aynı gün gösterime giren Christopher Nolan imzalı Oppenheimer'la birlikte son bir ayın en çok konuşulan kültür-sanat olayı oldu. Barbie'ye feminist bir dokunuş ekleyen film hakkında birkaç söz etmemek, böyle bir kültür olayını görmezden gelmek pek mümkün değil. Bu yazıda Barbie'yi günahıyla sevabıyla ele almaya çalışacağım.

Barbie'nin "Operation Barbie Summer" başlığıyla sürdürülen ve dünyanın her yerinde büyük paraların harcandığı pazarlama stratejisi, filmin bağımsız bir okumasını imkansız kılıyor. Üretildiği ilk zamanlardan itibaren kız çocuklarına kusursuz bir vücut, kıyafetler, saç ve makyajın merkezde olduğu bir tüketim dünyası fantezisi sunan oyuncağın özellikle 90'larde feministler tarafından eleştirilmesi çok olağandı.

Barbie'ye benzemek için acılı estetik operasyonlar geçiren, beden algısı bozulan, dünyayı dış görünüşten ibaret algılayan genç kadınların "üretiminde" bu oyuncağın pazar konumlanmasının büyük payı vardı. Ancak her büyük kapitalist kurum gibi bu oyuncağın üreticisi Mattel de eleştirileri alıp ters çevirerek Barbie'yi yeniden konumlandırmada başarılı oldu. Özellikle 2000'lerde çıkan farklı etnisitelerde, farklı beden tiplerinde ve farklı meslekleri olan Barbie'ler, kız çocuklarını "güçlendirdiği" söylemiyle pazara sunuldu.

Barbie filmi, özellikle Bratz bebeklerin rekabete katılımıyla pazar payı düşen oyuncağın güncel feminist hareket bağlamında yeniden konumlandırılmasının bir uzantısı olarak okunabilir. Filmin yönetmeni Greta Gerwig, yazdığı ve yönettiği kadın hikayeleriyle bilinen, bağımsız Amerikan sinemasının güçlü bir ismi olarak bu görev için oldukça uygun bir isim olmuş. Film, liberal feminizmin bir manifestosu olmasının yanında güçlü sinematografik göndermeleriyle Hollywood için radikal sayılabilecek bir adım atıyor ve bu hâliyle kült filmler arasına şimdiden girdiğini söylemek de abartı olmayacaktır.

GERÇEK HAYAT VS. BARBİELAND

Öncelikle şunu söylemek lazım ki filmin başrol oyuncusu Margot Robbie, "klişe Barbie" rolü için biçilmiş kaftan olmuş. Film boyunca oyuncağın 50'lerden itibaren ikonikleşen kıyafetlerini Robbie'nin üzerinde görüyoruz (nitekim filmin tanıtım galalarında da kendisi bu tasarımları giyinmişti). Nitekim post-apokaliptik bir ortamda oyuncak bebeklerle oynayan kız çocuklarının artık "anne" rolünden çıkıp kendilerini özdeşleştirebilecekleri yepyeni bir oyuncakla tanıştıkları giriş sekansında da gökten inen Margot Robbie, Barbie'nin ilk kostümü olan siyah-beyaz mayosuyla çocuklara göz kırpıyor.

Kusursuz ve "her günün harika" geçtiği Barbieland'in, klişe Barbie'de başlayan belli aksaklıklar nedeniyle bozulmaya başlaması, Barbie'yi fantezi dünyasından gerçek dünyaya geçmek zorunda bırakıyor; asıl film de burada başlıyor. İki dünya arasında bir zıtlık kurmuş Greta Gerwig; Barbieland, kadınların "hâkim" olduğu, en üst düzeylerde yer aldığı, temelde kadınların etrafında dönen ve "Kenlerin" ikinci planda kaldığı bir nevi feminist ütopya.

Diğer yanda gerçek dünya var, ataerkil dünya. Barbie, bu gerçek dünyaya Ken'le birlikte giriyor ve kadınların ikincil konumunu deneyimliyor. Sahilde Ken'le birlikte paten kayarken erkeklerden gelen tacizlere Barbie ve Ken'in yorumları etkileyici: Barbie, adını koyamadığım bir rahatsızlık duyuyorum derken Ken, "Bense sadece hayran olunduğumu hissediyorum" diyerek durumdan memnuniyetini dile getiriyor.

Bu zıtlık, film akışında gerçek dünya (ataerki) ile fantezi dünyası (anaerki?) arasında bir uzlaşma bulunarak, hem erkeklerin hem kadınların birlikte özgürleştiği bir formülle çözülüyor. Filme en büyük itirazım da burada. Birincisi, gerçekle fantezinin tamamen birbirine geçtiği, Baudrillard'ın bahsettiği gibi simülakrlardan oluşan dünyamızı Barbieland'den ayrı görmemek gerek. Barbieland'in kadınlara "istediğinizi yapabilirsiniz" vaadi, kapitalist ataerkil toplumda üst sınıf kadınlar için geçerli olsa da sonuçta cinsiyete dayalı sömürünün temelini kaçırıyor. Bunda Barbieland'de cinselliğin ve doğurganlığın olmayışının payı var şüphesiz (bu çelişkiye düşmemek için olsa gerek hamile Barbie bir süreliğine piyasaya sürülüp sonra geri çekilmişti).

Barbie hayatı yaşayan kadınların Instagram reelslerinde karşımıza çıktığını görebiliriz ancak bu durum, kadın üstünlükçü bir dünya yaratmıyor. İşte ikinci sıkıntı da burada: Ataerkil dünyanın zıddı olarak kurgulanan Barbieland'de erkeklerin en büyük sorunu, Barbieler tarafından "önemsenmemek", "kızlar gecesine" katılamamak. Ataerkil dünyanın kadınlara yaptığıyla pek aynı değil sanki? Üstelik gerçek dünyada da "incel" denen kadın düşmanı erkeklerin en büyük argümanı, çirkin ya da fakir oldukları için kadınlar tarafından ilgi görememeleri ve bu yüzden "seks hakkına" ulaşamamalarıyken...

BARBİELAND'DE KADIN DAYANIŞMASI

Ken, gerçek dünyada ataerkiyi keşfediyor ve Barbie yokken Barbieland'i Kenland'e çeviriyor. Filmin en güçlü yanı da bu ataerkil ele geçirişe karşı kadınların örgütlenişi ve birbirlerini "uyandırma" çabaları bence. Kenler tarafından beyni yıkanan ve gerçek kimliklerini unutan kadınlar, gerçek dünyadan gelen anne ve kızının desteğiyle feminist bir uyanış yaşıyor ve birbirleriyle dayanışarak Barbieland'i yeniden Kenlerin elinden alıyor. Ancak bir sıkıntı var: Başta da dediğim gibi, birbirine eşitlenen iki zıt dünyaya karşı kadın ve erkeklerin eşit bir dünya kurmaları gerektiğine dair söylem, Barbie'nin Ken'den özür dilemesiyle kendini gösteriyor.

Ken'in yaptığı onca bencilliğe rağmen Barbie, "Sana bir özür borcum var, her gece kızlar gecesi olmak zorunda değildi" diyerek erkeklerin o büyük problemine yine kadın hoşgörüsü ve şefkatiyle cevap veriyor. Bana çok da feminist gelmedi.

Üstelik gerçek dünyada Barbieland'in yaratıcısı ve yöneticisi olan erkek grubu da film sonunda bir Hollywood minnoşluğuyla kapitalist ataerkinin kendileri için de zor olduğunu söyleyerek adeta kendi baskılarından kurtuluyorlar. Filmde Barbie oyuncağının yaratıcısı olarak karşımıza çıkan Ruth Handler'ın hayaleti, sonunda Barbie'yi özgür bırakıyor.

Ancak şu detay atlanmış: Aslında Barbie, Alman orijinali Lili bebeği Amerika'ya uyarlayan Jack Ryan'ın "mükemmel kadını yaratma" tasarısının bir ürünü. Her ne kadar Handler, orijinalinde bir çizgi roman karakteri olan ve Alman askerlere savaş sonrası "moral" olsun diye yaratılan "eskort" Lili bebeği görünce "Benim kızlarım da bunlarla oynamalı" diyerek fikri Amerika'ya taşısa da bebeği "yaratan" aslında bir erkek. Zaten Alman atası da erkeklerin cinsel arzularına hizmet ediyor. Bu durumda Barbie'den yaratılan bir feminist ikonun günün sonunda "Feminizm erkekleri de kurtaracak, inanın siz de mutlu olacaksınız, tamamen kadınlardan oluşan sosyalleşmelerimiz için özür dileriz" şeklindeki liberal tavrı çok da şaşırtıcı değil.

Filmin en güçlü yanı, erkeklere bunca paye vermesine ve kapitalist tüketim çarkının bir parçası olmasına rağmen kadın dayanışmasının gücünü Hollywood gibi erkek egemen bir dünyada gösterebilmesi ve "incel" erkekleri "Erkekleri nasıl güçsüz gösterirsiniz!" diye öfke krizlerine sokabilmesi bence. Kadrosu neredeyse tamamen erkeklerden oluşan, kadınların yalnızca dekor olarak görüldüğü yüzlerce Hollywood filmi "erkek filmi" olarak görülmezken Barbie'nin "kız filmi" olarak algılanıp aşağılanmaya çalışılması, kadın düşmanlığının bir uzantısı olabilir ancak. Bu yüzden filmin hakkını vermek ancak günün sonunda WarnerBros ve Mattel gibi büyük şirketlerin bir ürünü olduğunu da unutmayıp feminist bir ideali buradan kurmayı hayal etmemek gerek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuğba Sivri Arşivi