Şenay Aydemir
Barda: İstismarın istismarı!
Serdar Akar’ın 2007 tarihli filmi “Barda”, kimilerine göre bir ‘kült’ mertebesine yükselirken gerçek bir olaydan esinlendiği hikayesini fazlasıyla istismar ediyordu. Film, Ankara Gaziosmanpaşa’da 1997 yılında yedi barbarın bir evi basarak evdeki beş gence yaklaşık bir gün eziyet ve tecavüz ettiği vahşi olaydan alıyordu ilhamını. Filmde mekan bir bardı. Barın kapanma saatlerine yakın bir grup arkadaş çıkmaya hazırlanırken beş kişilik bir erkek güruhu mekana geliyordu. Gençleri silahla tehdit eden saldırganlar, uzunca bir süre erkeklere ağır fiziki saldırıda bulunurken, kadınlara da tecavüz ediyordu. Bu şiddetin gösterilme biçimi, o dönem de büyük tartışmalara neden olmuştu. Filmin sorunları bununla da sınırlı değildi üstelik. Finalde gerçekleşmeyen adaletin seyircinin de istismar edildiği bir katarsis marifetiyle sağlanması da ciddi sorunlar arasındaydı.
Sinemada şiddetin temsili, hala çok tartışmalı bir konu. Kimileri gerçek hayatta olan şiddetin sinemada olmasından bir beis görmüyor. Hatta çoğu zaman gerçek hayattakinden daha sert bir noktaya doğru çekip seyirciyi şok etmek, hafızasında görsel bir travma inşa etmek gibi yöntemlere de meylediyor. Kimileri ise, bu tetikleyici yöntemlerden kaçınmayı, göstermek yerine başka biçimlerde temsili ya da daha yumuşak şiddet grafiklerine yer vermeyi sağlıklı buluyor. Kendi adıma şiddetin, hele de tecavüzün temsilinde bin düşünüp bir harekete geçilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Ancak ne 2007 tarihli filmde ne de bugün itibariyle sinemalarda gösterime yeniden çevrimi “Barda”da buna dikkat edildiğini söylemek zor. İlk filmdeki görselleştirmeye bir mazeret uyduruyormuş gibi olmamaya çalışarak bir noktaya da dikkat çekmek isterim. Aradan geçen 17 yılda bu tür hikayelerin temsili, çekimi ve gösterimine dair büyük tartışmalar yapıldı, epey mesafe kat edildi. Ancak görülen o ki, “Barda”nın yaratıcıları bundan pek haberdar değil! Ya da yönetmen koltuğuna bu kez bir kadın oturtarak meselenin çözüleceğini düşünmüşler!
Filmin ana hikayesi, yukarıda anlattığım ilk film gibi ilerliyor. Benzer bir anlatı aksı söz konusu. Ancak olayın faillerinin ait oldukları sınıf ve hikayenin finalinin biraz farklı olduğunu belirtelim. Buraya geleceğiz. Yönetmen Hande Türkel’in şiddeti estetize etme biçimi, Soner Caner’in 2022 tarihli “Mukavemet” filmiyle aynı dersek abartmış mı oluruz? İlkinin kurbanının ölü bir beden olması ve kadrajın içine görece sınırlı bir biçimde girmesi gibi artıları olduğu bile söylenebilir üstelik.
Faillerin sınıfsal kökenlerine gelirsek. İlk filmde, ‘kentsoyluların’ bilinçaltı korkusu olarak çevreden yani yoksul mahallelerden gelen bir grup gencin bastırdığı ezikliklerinin barbarlık olarak dışa vurumu olarak tanımlanabilirdi şiddet. Bu kültürel eziklik, barbarca bir hisle fiziki tahakküm kurarak gösteriyordu şiddetini. Yeni “Barda”nın senaristleri görünüşte daha cesur davranıyorlar. Bu kez şiddetin failleri yeni nesil zenginlerin ve siyasilerin çocukları. Ülkeyi kendilerinin sandıkları gibi, insanları da öyle sanıyorlar. Gerçek hayatta olduğu gibi, film evreninde de yaptıkları yanlarına kar kalan yeni yetme zibidiler bunlar. Ancak, bu sınıfsal temsil cesaretli olsa da yorumu karikatür oluyor kimi yerlerde. Cesaretli bulunabilecek bir diğer başlık ise filmde adalet mekanizmasının işleyişine dair bugünün Türkiye’si ile örtüşen bir izleğin takip edilmesi. Gerçek bir Türkiye resmi!
Ama işte tam da bu noktada, faillerin ve hukuk sisteminin de “gerçek hayatta olduğu gibi” resmedilmesinin sorunlu yanlarından bahsedebiliriz. Şiddet döngüsünün gerçek hayattaki gibi sinemada temsil edilmesinde olduğu gibi burada da seyirciyi tavlayacak bir resim ortaya koymak da istismar olabilir pekala. Bu kör göze parmak adalet anlatısının hem seyircinin yok olan adalet beklentisiyle oynadığını hem de tıpkı ilk filmdeki gibi finalde yaratılan katarsis etkisini artırmak için kurulan bir tuzağa dönüştüğünü söylersek haksızlık etmiş olmayız bence.
Son olarak, böyle bir anlatıyı yeniden hayata geçirirken “güçlü kadın karakter” inşa etme telaşına da değinmeden geçmeyelim. Filmdeki kadın karakterlerden birisinin, durup dururken hem kendi hem de arkadaşlarının hayatını riske atacak şekilde saldırganlara birkaç kez kafa tutması, onu güçlü değil sorumsuz gösteriyor daha çok.
“Barda”, seyretmesi ve hazmetmesi zor bir film. Durup dururken aynı nehirde neden yıkanmak zorunda kaldığımızı düşünürken, başında ve sonunda yaptığı göndermelerle “bu bir film” hatırlatması yapıyor olması hafifletici neden olarak değerlendirilebilir.