Basın Tarihi: Şeyh Galip’ten Taliban’a…

Devlet herkes için ortak geçim kaynağı olarak görüldüğünde tabii ki devleti ele geçirmek için yapılan siyaset de hayatın merkezine oturuyor.

Gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasında hemen her konuda çok büyük farklar var.

Ama “en büyük fark nedir” diye sorarsanız, bence cevabı şu:

Gelişmiş ülkelerde hayat sürekli değişiyor… Gelişmemiş ülkelerde hayat ve dolayısıyla da sorunlar hiç değişmiyor.

Bugün gelişmiş ülkeler, bundan 18 yıl önce henüz var olmayan yenilikleri yaşıyorlar… İnternet uyduları, şoförsüz araçlar, elektrikli arabalar, yapay zekâ, bulutlu havalarda da çalışan güneş panelleri… Ve bütün bu değişimlerle birlikte değişen bir hayat.

Ya gelişmemiş ülkeler?

Ne yazık ki gelişmemiş ülkelere örneklerden biri bizim ülkemiz.

Hep aynı sorunlar, hep aynı çekişmeler, hep aynı kısır döngü.

Bunu da bize en iyi basın tarihi gösteriyor.

xxxxxxxx

Şu haberleri bir okuyalım:

Dün bizim gazetenin manşetinde Rumelihisarı'nın içinde "konser alanı" olarak kullanılan yere Fatih Camisi'nin yapılacağı haberi vardı.

28 Şubat sürecinde Taksim'e Cami tartışmasını yaşadık.

Sonra AK Parti'ye oy vermeyen Kadıköylülere bir mesaj gibi tercüme edilebilecek "Göztepe Camisi" tartışması çıktı.

Şimdi yeni tartışma konusu ise Hisar'a Cami olabilir.

Cuma günkü gazetelerde ise ‘Yahudi’ olduğu için yönettiği şirketin suyunun AK Partili belediye başkanınca kesildiğinden şüphelenen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yakınmasını okudum.

Aynı gün, Trabzon'da Santa Maria İtalyan Katolik Kilisesi'nin rahibi Andrea Santoro'yu öldüren 16 yaşındaki katil zanlısının mahkeme haberini gördüm.

Bu çok garip olay sonrasında ikinci bir rahibin daha öldürüldüğünü de yeniden anımsadım.

Bunlar ne zaman yaşandı?

Gene bir Ağustos ayında…

Ama 2006 yılının Ağustos ayında…

18 yıl önce…

xxxxxxx

'En Müslüman' olmanın 'en çok cami yaptırmaktan',

'en milliyetçi' olmanın da 'en yüksek bayrak direği diktirmekten' geçtiği sığ bir dönemdeyiz.

Daha ziyade 'kendine benzemeyene' yapılan ilkel bir dayatma...

Bunun gerekçeleri zaman zaman muhafazakârlaştırma, zaman zaman Müslümanlık olarak peçelense de, yapılanları bunlarla açıklamak haksızlık olmaz mı diye de düşünüyorum.

xxxxxxx

İlkel, sığ, baskıcı bir yaklaşımın nedeni nedir?

Cumhuriyet, "tekke ve zaviyeleri" kapatarak, kent Müslümanlığının kendini yeniden üretme imkanlarını mı yok etti, acaba?

Diğerine 'düşman' gözle bakarak kendini dayatma arzusu içinde olanlar, Şeyh Galib'e mi daha yakın, yoksa insanlık tarihinin eşsiz tanıklarından biri olan Buda heykellerini yok eden Taliban anlayışına mı?

Ya da Müslümanlığın yorumu Şeyh Galip'ten Taliban'a neden geriledi?

xxxxxxx

Ta o zamandan olup biteni gördükçe bağnazlığı ret eden “kent dindarlarını” özlemekten söz eden yazı şöyle devam etmiş:

Vaktiyle, yıllar önce ziyarete gelen iki genç solcudan birinin sigarasını yakmaya hamle eden arkadaşının eline vurması gözümün önünden hiç gitmedi. Kibarlığı solculuğa aykırı zannediyordu.

'Milliyetçi' geçinenlerin ise beğenmedikleri fikirleri tartışmak yerine, sövgü ve tehdit göndermesi hala güncel bir tarz.

Müslümanlık adına diğerlerini esir alma da artan bir iştah içinde.

Bu davranışların etiketleri ne olursa olsun, temeldeki ilkellik hep aynı kalıyor.

Yoz ve sığ, gelişmemiş bir lümpen tavır.

xxxxxxx

Türkiye'de büyük bir çoğunluk 'var olduğunu' hissetmek için ne yapacağını bilemiyor.

Bunun en kestirme yolu, eğer gücü yeterse, kendini ve inançlarını dayatma olarak beliriyor.

Başkasına 'saygı' göstererek kendini ifade etmek içinse hukukun ve onun etrafında örülen 'temel hak ve özgürlüklerin' yeşerdiği bir toplum olmak gerekiyor.

xxxxxxx

18 yılda aynı konuları, üstelik gittikçe koyulaştırarak yaşamaya “gelişmişlik” diyebilir miyiz?

Dünyanın gelişmiş ülkelerinden bu kopuşu nasıl açıklayacağız?

Neden hep aynı konuların içinde debeleniyoruz?

Gelişmiş ülkelerle aramızdaki makas gittikçe açılıyor.

Herhalde bunların birçok nedeni vardır ama bence asıl neden siyaseti hayatın merkezine koymamız.

Devlet herkes için ortak geçim kaynağı olarak görüldüğünde tabii ki devleti ele geçirmek için yapılan siyaset de hayatın merkezine oturuyor.

Biz de o merkezde her gün biraz daha dibe batıyoruz…


Mehmet Altan kimdir?

İlk imzası 15 yaşında yayınlandı. 20 yıl Sabah, 6 yıl da Star Gazetesi'nde baş yazarlık olmak üzere çok uzun yıllar köşe yazarlığı yanında televizyon programcılığı ve yorumculuğu yaptı. 30 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı.1993 yılından beri profesör. Yayınlanmış 40 civarında kitabı var. 15 Temmuz sonrası Anayasa'nın 19., 26. ve 28. maddeleri yok sayılarak tutuklandı. 21 ay cezaevinde kaldı. AYM, AİHM ve Yargıtay kararları ile hak ihlaline uğradığı saptandı. 29 Ekim 2016 tarihinden beri KHK'lı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Altan Arşivi