ayşe düzkan
başka bir umutlanmak mümkün mü?
biliyoruz, telefonların ekranlarında ya da yazışmalarda görünen tarihin son hanesinin değişmesi, sıfırken bir olması, başka değişikliklerin alameti olamaz. üstelik geçtiğimiz yıllar, gelenin gideni aratması etrafında şekillenmişken, daha üç yıl önce yılbaşı gecesi, bir katliam haberiyle (bir katliamlar dizisinin sonuncusu, sonuncu katliam değil tabii, sadece bir dizinin sonuncusu) karşı karşıya kalmışken yeni yılın yeni umutlara gebe olması çok zor görünüyor ama umutlanmak üzerine düşünme vesilesi olabilir belki.
yeni yıldan, hayattan, gelecekten ne bekleyebiliriz? pandemiyle ilgili beklentileri bir kenara koyuyorum çünkü bizim gibi sıradan insanların iradesinin bu kadar etkisiz olduğu bir alanda söz söylemek zor ve anlamsız geliyor bana. çünkü dünya siyasetinin büyük oyuncularının, bilim dünyasının, tip ve ilaç tekellerinin belirlediği bir süreç pandemi. ama işte bizim gibi sıradan insanların da bir araya gelerek siyasetin büyük oyuncularından biri haline gelmesi mümkün. belli bir dava için bir araya gelmenin sonucu, "bir elin nesi var, iki elin sesi var"ı aşıyor, bir araya gelenlerin gücü matematikte toplama olarak adlandırdığımız işleme benzemiyor; katlanıyor. biliyoruz. ama kolay da olmuyor, onu da biliyoruz.
bir araya gelmek, sıradan insanların en önemli gücüyken ve cesaretin bulaşıcılığı dahi bir arada mümkünken bedel ödeme cesaretini, bunun gururunu umutlarımızın odağına koymasak mı acaba? "bu iş çok zor, bu işi yapabilenler (ki gizli öznesi "biz" olan bir cümle bu) çok önemli, çok değerli insanlar, bu herkesin harcı değil" sonucu da çıkabilecek cümleler kurmasak mı? sıradan insanın, özündeki muazzam gücü ortaya çıkaracak, dünyayı değiştirecek beraberliği, yaygın kullandığımız adıyla örgütlülüğü "korkmuyoruz" diye değil de, "korkacak bir şey yok" diye kurmak daha iyi olmaz mı? sonra, anlatmak kadar dinlemeye de ağırlık versek, sınıfın deneyiminin, gündelik hayat pratiğinin tarihten öğrendiklerimiz kadar anlamlı, en az onun kadar yararlı ve değerli olduğunu hesaba katsak?
çünkü tarih bugünü anlamanın en önemli araçlarından biri ama sadece biri. bugünü, toplumu, siyaseti anlamak, açıklamak ve en önemlisi dönüştürmek için çok daha başka araçlara ihtiyacımız var. herhangi bir durumu, tarihte, tarihimizde bir benzerini bulup onun üzerinden düşünerek anlamak mümkün değil. tarih tekrardan ibaret değil, biz tarihimizden ibaret değiliz ve en önemlisi, tarih bilinci nostaljiyle alakalı bir şey değil. entelektüel enerjimizi dün ne kadar haklı olduğumuzu kanıtlamaya değil bugünü anlamaya ayırmalıyız. umut zaferden evladır diye düşünenler olduğunu biliyorum, onlardan değilim ama umut da, geçmişten değil gelecekten ve bugünden devşirilir, değil mi?
o yüzden mücadele, daha iyi mücadele değil zafer, zaferler umut etmekten yanayım. yenilmenin olağan, makul, doğru, kanıksanmış bir hal olmasını, daha iyi yenilme fikrini benimsemiyorum. bunun devrimci değil dervişçe bir tutum olduğunu, bizi özeleştiriden alıkoyduğunu, toplumsal bir karşılığı olmadığını düşünüyorum. bence yenilgiden öğrenilir, hatalar tekrar edilmemek üzere tespit edilir. bizim yenilgi üzerine konuşmamak, yenilgiyi kabul etmemek gibi bir geleneğimiz var. baştaki temaya döndüğüm için bağışlayın ama yenilgiye giden yolda gösterilen cesaret, ödenen bedeller, yenilgiyi yenilmek olmaktan çıkarmıyor. öyle olmuyorsa başka türlüsünü denemek gerekir. taktiksel değişiklik ya da stratejinin sorgulanması, temel davanın sorgulanması anlamına gelmez. tam aksine, halk nezdinde görünür olan yenilgi (bunu her yenilgi olarak da okuyabiliriz çünkü halkın, yenilgiyi tanıyacak sezgileri vardır) sorgulanmadıkça temel davanın sorgulanması sonucunu doğurur.
ama zaferden ne anlamalıyız? her şeyin olumlu yönde altüst olacağı büyük zaferden başka bir zafer tanımamanın ertelemecilikten başka bir şey olmadığını artık gördük sanırım. ama çok akıllı, demokrat bir takım adamların, avrupa’nın yönlendirmesiyle mütevazı bile olsa bir değişim sağlamayacağını da gördük. halkın umudu olmak istiyorsak, (halkın parçası olduğumuzun bilincinde olmanın yanı sıra) "hesabını soracağız" gibi -hele de yakın tarihte- tutmamız mümkün olmayan, bizi gerçeklikten koparıp retoriğe hapseden, güvenilirliğimizi zedeleyen ve gerçekleştiğinde bile sınırlı bir kesimi etkileyecek sözler vermeyi bir kenara bıraksak. bunları vaat ya da umut olarak yüklenmesek. tarihte küçük bir yer alsa da, hepimizin hayatında büyük etkisi olacak küçük zaferlere ihtiyacımız olduğunu, asıl öğretici olanın yenilgi değil zafer olduğunu görsek. bir işçi direnişinin taleplerinin karşılanması, bir yasanın geri çektirilmesi, bir doğa parçasının kurtarılması, bir erkeğin ceza alması… bir yerden başlayalım, yolumuza çıkıp tökezleten taşların çoğu zihnimizde, onları ayıklayıp yolumuzu açalım. dilek, umut, vaat.
herkese geçmiştekilerden daha iyi bir yıl diliyorum.