Koray Düzgören
Beka korkusundan Kürt soykırımına mı?
"Kürtler Bekamız için en büyük tehlikedir" lafını son dönemde sık sık duyuyoruz. Gerek AKP’li yöneticileri, gerekse HDP dışındaki ülkenin siyasi elitleri de bu lafı başka biçimlerde de olsa kullanıyor. Hatta bazı sol parti ya da örgütlerde de neredeyse aynı söylem var. Onlar da bir anlamda Türk elitleri gibi düşünüyorlar. Yani aslında onlar da aynı fikirde.
Ne demek bu?
Aslında hep yazıyoruz. Batmak üzere olduğu sırada Osmanlı’nın ve kuruluşundan itibaren de yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli tabusu, en değişmez paradigması nüfusun Türkleştirilmesi...
Önce ülkenin Hristiyan nüfusu hedef alındı.
Soykırımlar, katliamlar ya da zorunlu göçle Anadolu neredeyse Hristiyanlardan temizlendi. Ardından da devlet, Kürtlere yöneldi.
Bölünme, parçalanma, ufalma korkusu, yerleşik bir devlet paranoyası haline geldi. İktidarın gazetelerine bakın. Hemen hergün Erdoğan’ın sınırların ötesinde geniş çaplı bir harekatı, daha doğrusu savaşı teşvik eden yorumlarından, bunlar üzerine yapılmış haber ve analizlerden geçilmiyor.
Arzu ettikleri bu savaş kime karşı yapılacak dersiniz?
Onlar açıkça zikretmiyorlar ama söz konusu edilen sınırların ötesindeki Kürtler olduğu çok açık. Sınırların içindekilerle savaş, zaten bir süredir devam ediyor. Savaş derken, sadece PKK ile yapılan savaşı kastetmiyorum. Kürt siyasi hareketi ve sivil toplum örgütleriyle, medya mensuplarına karşı ellerindeki kamu ve yargı gücü ile tek yanlı bir savaş veriyorlar. Buna siyası soykırım denmesi pek haksız değil.
Zindanlar Kürt tutsaklarla, muhaliflerle dolu.
TÜRK SİYASİ ELİTLERİN KÜRT KORKUSU
İktidara muhalifmiş gibi yayın yapan milliyetçi, ırkçı gazetelerde de aynı söylem: "Dış güçler Türkiye’yi bölüp parçalamak istiyorlar. Onlardan önce davranıp sınırların ötesine çıkalım. Musul’u, Kerkük’ü yeniden alalım" teraneleri…
Ulusalcı faşistler de bunlardan geri kalmıyor kuşkusuz. Erdoğan’ı çözüm sürecinde Kürtlere müsamaha gösterdiği için neredeyse hain edecekler.
Irkçısını, ümmetçisini, faşistini bir tarafa bırakalım. Kendisine sol, sosyal demokrat, çağdaş vb. diyen CHP ne yapıyor? Daha dün CHP’li milletvekilleri, HDP milletvekili Leyla Zana’nın milletvekilliğinin düşürülmesi için kurulan komisyonda yine devletçi bir refleksle iktidara destek verip "evet" oyu kullandılar.
Genel Başkanları ne yaptı? Avrupa Konseyi’nin (AK) himayesinde gerçekleştirilen Dünya Demokrasi Forumu’na katılmak için gittiği Strasbourg’daki "Popülizm bir sorun mu?" konulu panelde konuştu. Türkiye’deki demokrasi sorunu yerine genel olarak demokrasiden söz etti. Gerekçe olarak da, "Avrupa’da Türkiye’yi şikayet etmeyi düşünmediklerini" söyledi.
Kürlerle, Kürt meselesiyle ilgili olarak nerde durduklarını ya da durmadıklarını en iyi gösteren Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinde "Anayasaya aykırı, ama biz destekleyeceğiz" sözleriydi.
Kürtlerle ilgili konularda Türkiye siyasi elitlerinin nasıl ortak tavır içinde olduklarını gösteren örnekler saymakla bitmez. Bu konuda dün Artı Gerçek’te Erol Katırcıoğlu’nun da tesbitleri vardı. Şöyle diyordu:
(…) "daha düne kadar varlıkları dahi kabul edilmemiş bu halkın siyasi olarak var olması ve mevcut siyasi sisteme dahil olmak istemesi sanırım Türk siyasi elitlerinin en korktukları meselelerden biridir. O nedenle de 1990 yılından bu yana Kürtler 9 parti kurmuşlar, bunlardan 7’si, ya kapatılmış ya da fesh edilmiş, ikisi ise hala hayattadır (DBP ve HDP). Bu durum bile "Kürt sorunu" dediğimiz sorunun oturduğu ana eksenin ekonomik dışlanmışlıktan çok siyasi dışlanmışlık olduğunu açıkça göstermektedir. Bir başka ifadeyle Türk siyasi eliti, Kürtlerin varlığına değil, Kürtlerin siyasi haklarını kullanmasına karşıdır. O nedenle de siyasi partilerini kapatıp durmaktadır."
"DBP ve HDP kapatılmadı, faaliyetlerini sürdürüyorlar" diyenler için de, iktidarın her iki partinin de binlerce yöneticisini, eş başkanlarını, sözcülerini ve milletvekillerini zindana atarak ya da zaman zaman tutuklayıp serbest bırakarak kapatmaktan beter ettiğini vurguluyordu. Bu politika, Eylül 2014’te Milli Güvenlik Kurulu’nda kabul edilen ‘Kürtleri çökertme planı’ ile belirlendi.
Ama bu planın temelleri çok daha eski. 1925’lerde kabul edilen ‘Şark Islahat Planı’na kadar gidiyor. Orada da Kürtlerin tümüyle asimile edilmesi için alınacak tedbirler belirtiliyordu. Bunların içinde Kürt nüfusun genel nüfus içinde eritilmesi için nüfus değişimleri, zorla göç ettirme ve direnenleri yok etme gibi tedbirler de vardı.
AKÇAM: KÜRTLER İÇİN İMHA TEHLİKESİ
Tesadüf bu ya dün Artı Gerçek’te Burhan Ekinci arkadaşımızın önemli ropörtajında, Prof.Dr. Taner Akçam, ciddi bir tehlikeye dikkati çekiyordu:
"Türkiye’nin yönetici elitleri içinde bulundukları durumu, bir "varlık ve yokluk kavgası" olarak formüle ediyorlar. Böylesi bir ruh hali ciddiye alınmak zorunda ve oldukça da tehlikeli. Tarihte büyük katliamlar genellikle ‘varlık ve yokluk’ psikolojisi içinde gündeme gelmiştir. Varlığının tehdit altında olduğunu düşünen topluluklar büyük cinayetler işlemeye yatkındırlar" diyordu ve şu uyarıyı yapıyordu:. "Kürtlerin de Ermeniler gibi imha edilme tehlikesi var."
Bir süredir iktidarın dilinden düşmeyen ‘beka’ sorunu ve Erdoğan’ın dün de tekrarladığı, "Suriye’de ve Irak’ta bizi tehdit eden unsurları (Tabii Kürtleri) dümdüz ederiz" sözlerinin arkasında da sanki bu niyet yatıyor.
Akçam, içerdeki anti-demokrartik uygulamaların ve muhalefe yönelik baskıların belki sadece bir başlangıç olduğunu da sözlerine ekliyor…
Erdoğan’ın özellikle iddia ettiği gibi Türkiye’de "varlık-yokluk" tehlikesinin olup olmadığına ilişkin bir soruyu da, "Evet, böyle bir tehlikeden söz edilebilir.Aslında tehlikenin ne kadar gerçekçi olup olmadığı ikincil derecede, tali bir sorun" şeklinde yanıtlıyor.
İlaveten Taner Akçam, meselenin Erdoğanla ilgili olmadığını da söylüyor. Bu yaklaşımların Erdoğan’dan çok Türkiye’ye hakim elitlerin korku ve endişelerinin bir sonucu olduğunu belirtiyor. Erdoğan’ın bu milliyetçi elitlerle bir koalisyon oluşturduğu tesbitlerine de katıldığını ifade ediyor.
Bu sözleri doğrulayan birçok belirti var.
Erdoğan dün de son günlerin modasına uyarak, 10 Kasım Atatürk’ü anma törenlerinde güya Atatürk’ü över gibi yaparak Lozan Anlaşması’na eleştiriler yöneltti ve Misakı Milli sınırlarına ulaşmaktan söz etti. Bu laflar, açıkça savaş tehdidi anlamı taşıyor.
Musul ve Kerkük işaret ediliyor.
Erdoğan dün, başka bir törende son derece tehlikeli başka bir şey daha söyledi. "Müslümanın çoğalması şart. Bu konudaki müslüman kadınların hassasiyetine güveniyorum. Türkiye'deki terör örgütü bu konuda çok hassas. En az 10, 15 çocukları var" dedi. Bütün Kürtleri terör örgütü ilan etti.
Bu laf, birçok ırkçı devlet elitinin zaman zaman dile getirdiği vahim bir bakış açısı. Kürt nüfusun Türklerin nüfusundan fazla olma ihtimali bile İslamcısı, ulusalcısı, faşisti, Türkiye elitlerinin uykusunu kaçırıyor besbelli. "Kürtlere ağır doğum kontrol yöntemleri uygulayalım" diyemedikleri için Türklere, "Çok çocuk doğurun" telkinleri yapılıyor. Hatta bunun için devlet teşvikleri verilmeye bile başlandı.
Bunlar esas itibarıyle Türkiye’nin, milliyetçı, ırkçi elitlerinin söylemleri. Açın ulusalcı yayınlardaki bazı yazılara bakın aynı ifadeleri görebilirsiniz. Onlar da zaman zaman Kürtlerin, hangi araştırmadan kaynaklandığı belli olmayan doğum oranlarını vermekten çekinmiyor.
Bütün bu belirtiler, sözler, uygulamalar ve içinde bulunduğumuz savaş ortamı Taner Akçam’ın işaret ettiği tehlikenin ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor. Evet, Türk elitlerinin yüz yıllık paradigması bu.
Hristiyan nüfusu soykırımlarla, katliamlarla yok ettiler ve ya da göçe zorladılar. Ama Kürtleri asimile edemediler. Diz çöktüremediler.
Bunca mücadeleden, direnişten, dökülen kanlardan, çekilen acılardan sonra bu gerçekleşebilir mi?
Bir şeyi istemek başka, yapabilmek başka şey.
Soykırımlar, katliamlarla Osmanlının parçalanmasını engelleriz zannettiler. Tam tersi Osmanlı’nın parçalanmasını hızlandırdılar.
O yanlışın üzerine şimdi yine aynısını yapmaya çalışıyorlar. Sonucun ne olabileceğini Taner Akçam kendisiyle yapılan röportajda söylemiş.
Meraklısı Artı Gerçek’ten okuyabilir.