Bengi Semerci: Kızları korumanın yolu erkekleri eğitmekten geçer

Psikiyatrist Prof. Semerci’ye göre 'İncel' olarak tanımlanan 'istemsiz bekarlar' kadınların erkeklere bakım ve cinsellik borcu olduğuna inanıyor, kadınların erkek seçme özgürlüğüne karşı çıkıyor. Başarıya zorlanan çocuklar ise intihara meyyal oluyor.

İktidarın etnik kimliklerden cinsiyet kimliğine kadar her alanda kutuplaşmayı sistematik olarak derinleştirdiği ve bu kutuplaşmada belli kimlikleri kayırdığı Türkiye’de toplum çürüyor. Adaletin terazisi hakkı değil, gücü tartıyor, eğitim sistemi zenginlere kalite, yoksullara ise milliyetçilik, dincilik, militarizm, “erkeklik” dayatıyor. Sertlik, kabadayılık, erkeklik yüceltiliyor ve güçlünün haklı olduğu bir toplumsallık inşa ediliyor.

İktidarın ideolojik kodlarını arkasına alarak kadınlara yöneltilen eril tahakküm vahşet eylemlerine ve toplu cins kırımına dönüşüyor. Peki böylesi bir şiddet ve tekinsizlik ortamında çocuklar nasıl korunabilir? “İncel” denen erkeklik hâliyle nasıl baş edilebilir? Psikiyatrist Prof. Dr. Bengi Semerci’ye kulak veriyoruz…

bengisemerci.jpg

4 Ekim günü İstanbul-Fatih’te 19 yaşındaki Semih Çelik’in, kendisiyle aynı yaşta olan İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’i vahşice katletmesi ve ardından intihar etmesi üzerine, kadın düşmanı “İncel” (involuntary celibate’-istemsiz bekarlık) akımına odaklandık. Çevrimiçi ağlarda takılan, çoğunluğu genç veya ergen erkeklerden oluşan ve kadın nefreti üzerinden bir araya geldikleri anlaşılan bu ataerkil alt kültür akımı, her şeyden önce psikiyatrinin konusu mu?

Bir kere “İncel” denen bu akım yeni değil, müsebbibi de internet değil. Yani çevrimiçi ağlar söz konusu değilken de böylesi bir eğilimin belli gruplar arasında söz konusu olduğunu biliyoruz. Fakat internet bu grupların birbiriyle bağ kurmasını kolaylaştıran bir sistem oldu. Öte yandan evet, bu adli psikiyatrinin konusu olabilecek bir mesele ama, her “İncel” için psikiyatrik vak’a diyemeyiz. Türkiye’de bu alanla ilgili kapsamlı bir araştırma yok ama daha önce Kanada’da, Amerika’da, İngiltere’de, Japonya’da bu gruplarla ilişkili kişiler toplu katliamlar yaptılar. Bu katliamlar üzerine yapılan bazı adli psikiyatrik değerlendirmeler, bahse konu “İncellerin” homojen değil, çok heterojen olduğunu gösteriyor.

Nasıl yani?

Yani aralarında psikiyatrik sorunu olan da var, olmayan da. Yine bu araştırmalar, söz konusu grup içinde depresyon gibi son derece yaygın, ama ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmayan rahatsızlıklar taşıyanların olduğunu da gösteriyor. Dolayısıyla “İncelleri” doğrudan “psikiyatrik açıdan sorunlu” diye kodlamak yanlıştır.

SOSYAL İZOLASYON TEK BAŞINA PSİKİYATRİK BİR HASTALIK OLMAYABİLİR

“İncel” kavramını mizojini ideolojisiyle veya hikikomori, yani sosyal izolasyon hastalığıyla ilişkilendirmek yanlış olur mu?

Sosyal izolasyon tek başına psikiyatrik bir hastalık olmayabilir ama sosyal izolasyona neden olan bazı kişilik bozuklukları ve depresyon gibi bir sürü psikiyatrik hastalık var. Esas mesele, sosyal ilişki kurmada beceriksizlik.

Peki bunun kadın düşmanlığı olarak ortaya çıkmasına kaynaklık eden de psikiyatrik hastalıklar mı?

Hayır, ataerkillik. “Erkek olduğum için kadınlar üzerinde hak sahibiyim” inancı bu. Kadınların erkeklerden daha aşağı olduğuna dair bu inanç sadece “İncel” grubunda yok. Fakat “İnceller” kadınlara yönelik şiddet eylemleriyle dikkat çekti. Dolayısıyla “İncelleri” cemaatlerle, cihatçı terör gruplarıyla da karşılaştırabilirsiniz ama hepsine psikiyatrik hasta diyemezsiniz. İnternet ortamı, sosyal beceriksizliği olan bu insanların bir araya gelmesi, birbirlerini eyleme yönlendirme konusunda kolaylık sağlıyor. O halde internet bu meselenin kaynağı değil, örgütlenme, etkilenme, etkileme alanı. Sosyal becerisi olmayanların internet ortamında ilişki kurmada daha başarılı olduğu bir gerçek.

ÖZBENLİK SAYGILARI DÜŞÜK OLAN İNCELLERE GÖRE KADINLARIN ERKEK SEÇME HAKKI OLMAMALI

Çoğunluğu genç veya ergen erkeklerden oluşan “İncellerin”, yani “istemsiz bekarların” kadın düşmanlığı toplumsal cinsiyet eğitiminin eksikliğiyle mi, devleti yöneten iktidarın yapısıyla mı, toplumla mı, ekonomik koşullarla mı, eğitim sistemiyle mi ilgili?

Özellikle şiddet eylemlerinden sonra “İstemsiz bekarlar” üzerine yapılmış araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlar bize belli bir profil veriyor. Bulgulardan bir tanesi, ortalamanın altında eğitime erişmiş, çoğunlukla 18-30 yaş arası, heteroseksüel erkek profiline işaret ediyor. Bir diğer bulgu ise, bu grubun, kadınların erkeklere bakım ve cinsellik borcu olduğuna dair inanç taşıdığı. Ayrıca “İncellere” göre kadınların erkek seçme hakkı olmamalı. Psikiyatrik açıdan incelenen “İnceller” konusunda elde edilen bazı bulgular ise, bunların çocuklukta şiddet gördüğü yönünde. Özbenlik saygıları düşük, sosyal becerileri az ve kendi sosyal beceriksizlikleri dahil her şeyin müsebbibi olarak başkalarını suçlayan kişilik özellikleri ortaya çıkıyor.

SOSYAL BECERİKSİZLİK DEPRESYONU, İNTİHARI VE ŞİDDET EĞİLİMİNİ BESLİYOR

Dolayısıyla bu kişilik sorununun, Alfred Adler’ın, üstünlük kompleksinin aslında aşağılık kompleksinden kaynaklandığına, bunun bir telafi mekanizması olarak işlediğine dair tespitiyle örtüştüğünü söylemek yanlış olur mu?

Hayır, yanlış olmaz. Fakat “İnceller” açısından bakıldığında intihar eğiliminin de yaygın olduğunu biliyoruz. Kendilerine ilişkin olumsuz algı, beden dismorfik bozukluğu, yani kendi bedenini olduğundan daha kusurlu görme bozukluğu intihar eğilimine de yol açabiliyor. Ayrıca sadece “İnceller” değil, herkes için bir risk faktörü olarak çocuklukta şiddete maruz kalmışlık, şiddet eğilimine yol açabiliyor. Geçmişteki şiddet, gelecekteki şiddetin bir öngörüsüdür, risk faktörüdür. Yine “İnceller” üzerine yapılan araştırmalar, silahlara erişim imkânlarının, kendilerine benzeyenlerle ilişki kurmanın şiddet eğilimini desteklediğini ortaya koyuyor. Fakat bunu genellememek gerekiyor. Nitekim bu özellikleri taşıyan sayısız ergen, online oyunlarda tanışıp ilişki kurdukları halde, kendilerine ilişkin olumsuz algılarını, oyunda puan kazanarak telafi ediyor ve ama hiçbir şiddete de başvurmuyor.

Şiddet eylemine dönüşüp dönüşmemesinden ayrı olarak, bu sorunun kaynağı sosyal becerisizlik, başarısızlık duygusu, kabul, takdir, sevgi görmeyeceğine dair inanç mı?

Bir sürü faktöre ilave olarak, elbette. Örneğin sadece “sosyal beceriksizliği olanlar şiddet eğilimli” demek de yanlış. Çünkü sosyal becerileri olduğu halde “İncel” olanlar da var. Fakat sosyal beceriksizlik gerçekten de kritik bir sorun. Çünkü sosyal beceriksizlik sosyal çekilmeyi, depresyonu, intihar düşüncesini ve şiddet eğilimini besliyor. Yine de sosyal beceriksizliği olanların intihar veya şiddet eğilimli olduğuna dair bir genelleme, mutlak bir öngörü yapmak zor.

O ‘KÖTÜ ARKADAŞ’ NİYE BİZİMKİ DEĞİL DE HEP BAŞKALARININ ÇOCUKLARI?

Ekrana odaklı yaşayan erkek çocukların ebeveynleri de, kadına yönelik şiddetin korkunç boyutlara vardığı bir ortamda zaten kaygılı olan kız çocuklarının anne-babaları da, İstanbul-Fatih’teki olaydan sonra büyük bir kaygı, panik ve karamsarlığa kapılmış görünüyor. Ebeveynler ne yapmalı?

En büyük meselelerimizden biri, sorunu hep kendimizin ve çocuğumuzun dışında, başka çocuklarda ve ebeveynlerde görmemiz. Çocuklarımızın kötü alışkanlıklarını hep “kötü arkadaşlarına” bağlama eğilimindeyiz. Kim bu “kötü arkadaşlar”? O “kötü arkadaş” niye hiçbir zaman kendi çocuğumuz değil de hep başka çocuklar? Bir kere ebeveynler sadece kendi çocuklarının haklarını korumaya değil, kendi çocuklarının da başkalarının haklarını gözetmesini sağlamak durumundalar. Yahut bütün kötülüklerin kaynağı olarak interneti göstermek de başka bir kaçış yolu. İnternet artık var ve siz çocuğunuzun bu alandaki etkileşimini kontrol etmek zorundasınız. Çocuğa kurallar koymak, bu kuralları uygulamak, çocuğun gelişimini dikkatle izlemek ve en önemlisi çocuğu nasıl yetiştirdiğimizi görmek zorundayız.

EĞİTİM SİSTEMİ SORUNLU GÖRÜLEN ÇOCUKLARI DIŞLAYARAK DAHA DA RİSKLİ HALE GETİRİYOR

Fakat bütün sorunların çözümünü ebeveynlerin sırtına yüklemek de bir kaçış yolu değil mi?

Elbette, eğitim sisteminin de düzenlenmesi gerekiyor. Risk grubundaki çocukların okulda tespiti çok zor değil. Fakat bunun için iyi bir rehberlik ve psikolojik danışmanlık sisteminin oluşturulması gerekiyor. 2500 öğrencilik bir okulda tek bir rehberlik öğretmeni istihdam ederseniz, ki bizde durum bu, bırakın riskli çocukları belirlemeyi, hiçbir şeyi göremezsiniz. Oysa bizdeki eğitim sistemi sorunlu görülen çocukları sadece dışlıyor ve aslında daha da riskli hale getiriyor. Bir diğer mesele de sağlık sisteminden kaynaklanıyor. Odasına kapanıp sürekli bilgisayar oyunu oynayan, zorbalığa uğrayan veya zorbalık yapan çocuklar hekime götürüldüğünde ve ama psikiyatrik bir tanı konmadığında, yine de aile ve okulun takibine alınmalı.

Fakat bugün devlet hastanelerinde hekimlere her bir hasta için en fazla on dakikalık zaman tanınıyor. O beş-on dakikada tanı koymak veya herhangi bir sorun tespitinde bulunmak mümkün değil. Kaldı ki, hekim on dakika değil, bir saat de görse, tanı bile koysa, o çocuk daha sonra yine ebeveynlerine, okula ve topluma dönüyor. Aile kontrolü yapmaz ve önerileri yerine getirmezse, okul bu çocukları gözetmek yerine dışlamayı çözüm olarak bulursa, toplum şiddeti normalleştirirse, devlet şiddeti cezasız bırakırsa, şiddet uygulayanlar taltif edilirse, istediğiniz kadar “doktora götürdük”, “terapi aldırdık” deyin. Dolayısıyla bu sorunun çözümü ne tek başına ebeveyne, hekime, okula, topluma, devlete bırakılabilir. Bütün bu aktörlerin birbiriyle ilişki halinde bu soruna çözüm araması gerekiyor.

LE ÇOCUĞUN GELİŞİM DÖNEMLERİNİ GÖZETEREK SINIRLAR BELİRLEMELİ

Ebeveynlik bahsinden devam edelim; çoğumuz çocuğun kontrolünü baskıcı bir ebeveynlikte görüyoruz. Bir de son zamanlarda “çocuğun özgürlüğü” adına tamamen denetimsiz bir ebeveynlik de yaygın. Bunun ortası nedir?

Ortası demokratik aile tutumudur. Çocuğu dinleyen, anlamaya çalışan ama gelişim dönemine göre de doğru sınırları koyan ebeveynlik gerekiyor.

Doğru sınır nedir?

Doğru sınır yaşa göre değişir. Aile çocuğun gelişim dönemlerini gözeterek sınırlar belirlemeli. 8 yaşındaki çocuğun eline tablet veya telefon verirseniz, dahası bunu bir organizasyon içinde yapmazsanız, sonuçlarından yakınırsınız. Aileler çözümü hep bizden, psikiyatristlerden istiyor. Ama biz hep söylüyoruz; 15 yaşından küçük çocukların eline cep telefonu, sınırsız internet koymayın, mutlaka filtre sistemi getirin, internet başında geçirdiği süreyi kontrol edin. Televizyonun kumandası çocuğun elinde olmasın, ekranı ortak alanda kullanmasını sağlayın, sık sık kontrol edin. 18 yaşın altındaki çocukların sosyal medya hesabı olmamalı. Fakat aileler kalkıp çocuklarına bu hesapları açıyor, sonra da şikayet ediyorlar. Doğru sınır her şeye hayır, her şeye yanlış demek değil, ama her şeyi de serbest bırakmadan, gelişim dönemine uygun sınırdır.

KIZ ÇOCUKLARINI KORUMANIN YOLU, ERKEK ÇOCUKLARI EĞİTMEKTEN GEÇER

Fatih’teki cinayet ve intihar vakasından sonra, özellikle kız çocuğu ebeveynlerinin, muhafaza etmek adına çocuklarına hızlı bir baskı uyguladığı, keskin yasaklar koymaya başladıklarını gözlemliyoruz. Ebeveynler kızlarını korumak için ne yapmalı?

Kız çocuklarını korumanın öncelikli yolu erkek çocukları eğitmekten geçer. Ailelerin kaygılarını anlıyorum ama kız çocuklarını kapatarak, sıkı yasaklar koyarak koruyamazsınız. Sert tavırların, bağırıp çağırmanın, şiddet gösterilerinin erkeklikle özdeşleştirildiği, toplumsal cinsiyet kimliğinin bu şekilde kabul edildiği ve yüceltildiği bir toplumsal, siyasal ortam meşru, olağan kabul edilir ve kız çocukları da kapatılarak “korunmaya” zorlanır. Bu zaten kadına yönelik şiddet ve baskının hakim olduğu sistemin başlangıç noktası. Daha da ötesi bu sistem, aynı zamanda erkek çocukları arasındaki şiddetin de kaynaklarından bir tanesi.

ÇOCUĞUMUZA SINIR KOYMAZSAK, BAŞKA ÇOCUKLARIN ÇOCUĞUMUZUN SINIRLARINI BİLMESİNİ SAĞLAYAMAYIZ

Dolayısıyla bu sistem erkek çocuklarını da şiddete açık hale getiriyor, öyle mi?

Aileler erkek çocuklarına sınır koymayarak onları özgüvenli hale getirebileceklerini zannederken yanılıyor. Çocuklara sınır koymak hem kendi haklarını, hem de başkalarının haklarını korumayı bilmeleri açısından çok önemli. Ama biz hem kendisinin hem de başkalarının sınırlarını bilen çocuk yetiştirmiyoruz. Kendi çocuğumuza sınır koymazsak, başka çocukların çocuğumuzun sınırlarını bilmesini de sağlayamayız. Çocuk haklarıyla, sınırsız çocuk farkını ayırt etmemiz lazım. Bizim haklarımızın sınırı, başkalarının haklarının sınırına kadardır. Çocukluğu erken çocukluk, çocukluk ve ergenlik diye ayırmamız boşuna değil. Çocuklara koyacağınız sınırların yaşına uygun olması çok önemli. Üç yaşındaki çocuğa koyduğunuz sınırı 15 yaşındaki çocuğa, 15 yaşındaki çocuğa koyduğunuz sınırı üç yaşındakine koyamazsınız.

ÇOCUKLARIMIZA BAŞKALARININ HAKLARINI HİÇE SAYMAYI ÖĞRETİYORUZ

Çocuk yaş sınırı neden 18?

Beynin organize etme, kontrol etme, davranışların sonuçlarını anlama gibi yetilerinin bulunduğu prefrontal bölgesinin gelişimini tamamladığı dönem 18 yaş, dolayısıyla çocukluktan erişkinliğe geçiş yaşı olarak kabul edilir. Bu süre zarfındaki yönlendirmelerimiz çocuğun erişkin dönemdeki davranışlarını belirleyen önemli bir unsurdur. Basit bir örnekten gidelim; bana göre bir toplumda kuyruğa girme davranışı çok önemli bir göstergedir. Dikkat edin, Türkiye’de hiçbir zaman doğru-düzgün bir kuyruğa girme davranışı yoktur. Önündekinin önüne geçmeye çalışma, bedensel mesafeyi gözetmeme bizde çok yaygındır. Aynı şekilde kuyrukta çocukları “sen öne geç, kimse sana bir şey demez” diye yönlendirmeyi uyanıklık zannederiz. Dolayısıyla çocuklarımıza başkalarının haklarını hiçe saymayı öğretiyoruz.

SÜREKLİ BAŞARILI OLMAYA ODAKLANMIŞ ÇOCUK, BAŞARISIZLIKLA KARŞILAŞTIĞINDA İNTİHARA, ŞİDDETE MEYYAL OLABİLİYOR

Fakat örneğin Japonya gibi kuralların çok iyi işlediği, bütün eğitim sistemi kurallara riayeti benimsetmeye odaklı ülkelerde de erkek saldırganlığı çok yaygın.

Japonya toplumsal kuralların çok iyi işlediği bir ülke olabilir ama o da çok ataerkil bir toplumdur. Orada da erkek çocuk, kadınlar üzerinde hakkı olduğu öğretilerek büyür. Sonuçta dönüp dolaşıp toplumsal cinsiyet rollerine geliyoruz. Masayı silme işini erkek çocuktan değil kız çocuğundan beklemek gibi basit davranışlarla başlıyor, erkek ve kız çocuklarının aynı davranışlarına farklı yaklaşımla devam ediyor ve giderek norm haline geliyor bunlar. Kadınlar karşısında her şeye hakları olduğunu öğrenerek büyütülmüş çocuklar, erişkinlik döneminde bu haklarını elbette elden bırakmamaya, bunun için şiddete de başvurmaya eğilimli olabiliyor. Aslında erkek çocuklara yüklenen bu roller bir yanıyla da taşımak zorunda hissettikleri yük haline geliyor. Sürekli başarılı olmaya odaklanmış erkek çocuk, başarısızlıkla karşılaştığında büyük bir çöküş yaşayabiliyor ve bu intihar eğilimini de, şiddeti de beraberinde getiriyor.

ERGENLİK DÖNEMİ İLLA AİLEYLE ÇATIŞMALI GEÇMEK ZORUNDA DEĞİL

Ergenlik döneminde de çocukların olumsuz davranışları ergenliğe bağlanarak görmezden geliniyor. Ayrıca ebeveynler çocukların ergenlik dönemini kontrol edilemez bir fırtına olarak görüyor. Sizce bir çocuk ergenliğe nasıl hazırlanmalı?

Ergenlik bağırıp çağırmak, kapı çarpmak, kontrol dışına çıkmak değil, bedensel ve ruhsal gelişimin önemli aşaması. Ergenlik döneminde çocuklar bedensel bir dönüşümden de geçiyor. Dolayısıyla öncelikle çocuğu bu değişime hazırlamak, ona başta cinsellik olmak üzere iyi bir eğitim vermek gerekiyor. Çünkü bedendeki hızlı değişim çocuk açısından çok kaygı verici olabiliyor. Ergenlik dönemi illa aileyle çatışmalı geçmek zorunda da değil. Aile ergenlik döneminin çocuğun kendi kimliğini arayış dönemi olduğunu görür ve onunla iyi bir diyalog kurarsa, çocuk aileyi kısıtlayıcı bir engel olarak değil, destekçisi olarak görür ve çatışmaya girmez.

Tabii çocukların ergenlik dönemindeki davranışlarını sadece ailevi faktörler belirlemiyor, değil mi?

Elbette, toplumsal, siyasal, sınıfsal etkenler de çok belirleyici ama yoksulluk ve yoksunluk çok önemli etkenler. Anne baba ilişkisi, veya bunlardan birinin kaybedilmiş olması, ev içinde şiddet olup olmaması, yoksulluk, yoksunluk, işsizlik, siyasal durum, eğitim sistemi, çocuğun yaşadığı çevre ve o çevrenin şiddete nasıl baktığı, suçun ele alınış biçimi çok belirleyici. Bütün bu etkenlerin en sonunda ruhsal sorunlar geliyor.

R ÜLKEYİ MAHVETMEK İSTİYORSANIZ, UMUDUNU ÇALIN

İstanbul-Fatih’teki olayla birlikte cezasızlık sorunu da çok tartışıldı. Sizce ağır cezalar, yaptırımlar bu sorunun üstesinden gelmeyi sağlar mı?

Şiddetin cezasız kalması, şiddet faillerinin korunması, hatta yüceltilmesi, şiddete sözümona haklı gerekçeler bulmak, şiddeti artıran önemli etkenler. Dolayısıyla, tabii ki doğru adalet sistemi şiddeti ortadan kaldırmaya yetmez ama azaltır. Bazı kişi veya grupların cezai müeyyidelerden azade kılınması adalet duygusunu derinden sarstığı için de şiddet yayılıyor. Aynı eylem farklı kimliklere yapılınca, aynı cezalar uygulanmazsa, şiddetin önünü alamazsınız. İnsanlar aynı suçu işleyen herkesin, kimliğinden, konumundan, siyasi pozisyonundan vs, bağımsız olarak, aynı şekilde yargılacağından ve aynı cezayı alacağından emin olabilmeli. Keza tam manasıyla bir sınıfsal eşitlik söz konusu olmayabilir ama insanların yoksulluktan çıkabileceğine dair umut bile ellerinden alınıyor. Bugün gençlerin baş etmek zorunda kaldığı en büyük sorunlarından biri de umutsuzluk. Bir ülkeyi mahvetmek istiyorsanız, umudunu çalın. Eskiden üniversiteye girebilen gençlerin iş bulma umudu vardı. Şimdi adına üniversite denen yığınla bina var ve gençler buralardan mezun olduklarında da iş bulamıyor. İş bulanlar da eğitimde verdikleri emeğe uygun şartlarda çalışmıyor.

TÜRKİYEDE UMUDU DİRİLTECEK TOPLU BİR ARAYIŞ YOK

Son olarak sınırsız şiddet eylemini konuşalım. Fatih’teki olayda Semih Çelik, Ayşenur Halil’i boğazını keserek, İkbal Uzuner’i başını kesip vücudunu parçalara ayırarak katletti ve intihar etti. Bir insanın, hedef aldığı kişinin bedenine yönelik hıncını, vahşetini bir psikiyatrist olarak nasıl yorumluyorsunuz? İnsan nasıl bu kadar vahşileşebiliyor?

Bir kere bu olay daha önce benzeri görülmemiş değil. Şiddete başladığınız anda, uyguladığınız şiddetin derecesi kişilik özelliklerinize, elinizdeki şiddet araçlarına, bu araçları kullanabilme kolaylığına göre değişebiliyor. Şiddete başladığınız anda, bütün öfke ve hıncınızı yönlendirdiğiniz kişiyi artık bir insan değil, bir nesne olarak görmeye başlıyorsunuz. Savaşlar da öyledir. Karşınızdakini kendinizden daha aşağılık gördüğünüz, onu insanlıktan çıkardığınız zaman her türlü şiddeti uygulayabiliyorsunuz.

Psikiyatrist Robert I. Simon, “Bad Men Do What Good Men Dream” (İyi Adamların Hayal Ettiğini Kötü Adamlar Yapar) isimli kitabında, hepimizin yeri geldiğinde “vuracağım, öldüreceğim” dediğini ama herkesin bunu eyleme dökmediğini aktarır. Çünkü insan, davranışlarını kontrol edebilen bir varlıktır. Umut burada aslında. Türkiye’de her ne kadar tek tek kişilerde, sivil toplum örgütlerinde, akademide vs, çeşitli çabalar görsek de, umudu diriltecek toplu bir arayış yok. Bizdeki genel eğilim suçu da çözümü de hep başkalarında aramak. Umut konusunda da aynı eğilimdeyiz ve başkalarının gelip bizim umudumuzu diriltmesini bekleriz. Kendi umudumuzu kendimiz yaratmak zorundayız.

Nasıl?

Herkes elinden gelenin asgarisini değil, azamisini yapmalı. Twitter’da üç-beş paylaşım yaparak, “bak şu da kötü insan, tutuklayın, asın, kesin” diyerek olmaz bu iş. Oturup beklemek yerine, ülkeyi ve dünyayı iyiye doğru değiştirmek üzere eyleme geçmek gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İrfan Aktan Arşivi