Ceren Gündoğan

Ceren Gündoğan

Bentleri yıkan “Kurak Günler”

Emin Alper’in yazıp yönettiği Kurak Günler, taşrayı, Türkiye’nin kemikleşmiş Anadolu sağcısı insan profilini odağına alan, Türkiye’den çok daha gerçek bir Türkiye manzarasını gösteren bir film.

Unutma pratiği sağlam bir toplumuz… Büyük bir yüzde, toplumdaşlarının maruz kaldıklarını duymaz. Duyar da duymaz. Büyük bir yüzde, kendi maruz kaldıklarını yaşar. Yaşar da unutmak ister. Yaşama güdüsü arsız iştahıyla çağırır, “ölmedin ya” der, içteki ses, “Yaşamana bak.” Yaşama bakmak için, sürdürebilmek için huzurlu anları, çok da ses çıkarmamak gerekir. Büyük bir yüzde, başa gelen kötülüklerle başa çıkamıyorsa, kötülüğü normalleştirme yoluna gider ki en fenası bu olsa gerek. Minik bir yüzdenin payınaysa, isyan etmelerin, eyleme geçmelerin yanında büyük bir kahır kalır. Hele içinde yaşadığı toplumdaki uzlaşamadığı büyük bir yüzde sırtını iktidara dayıyorsa…

Toplumsal duyarlılık ortak yaşamın sürme nedenlerinden en önemlisiyken toplumsal duyarlılığı yüksek bireylerin hüzün dalgalanmaları da yüksek olur. Hatırlamak değil, unutamamaktır trajedileri.

Emin Alper’in yazıp yönettiği Kurak Günler, taşrayı, Türkiye’nin kemikleşmiş Anadolu sağcısı insan profilini odağına alan, Türkiye’den çok daha gerçek bir Türkiye manzarasını gösteren bir film. Filmin bütçesi için verilen bakanlık desteğinin geri istenmesinin nedenini filmin çarpıcı gerçekçiliğini hazmedemeyen iktidara karşı seyirci, gösterime girer girmez filmi sahiplenerek gösterdi. Tarafınız belliyse hazmedemeyeceğiniz değil, ruhunuza iyi gelecek bir film, Kurak Günler.

Suları sık sık kesilen Yanıklar kasabasındakiler, yeraltı sularının kullanılmasıyla oluşan devasa obrukların gümbürtüsüne de, vıcık vıcık bir neşe içinde avlananların attığı kurşun seslerine de alışkındır.

AV-AVCI SARMALI

Taşraya göreve gelen genç savcı Emre, sadece inandığı-bildiği biçimde davrandığı için yerel mütegallibenin zorbalığına karşı avken, yöredekilerin oturmak için artık pek rağbet etmediği eski evlerden birine yerleşir ve evdeki fareler için kasabadan bir çocuğun kapan kurmasına, evin kuytularına zehir dökmesine ses çıkarmazken avcı durumuna düşer. Bir noktada avın avcı, avcının av olabildiğine dair ilginç bir sarmalı çarpıcı anlatımıyla gösteriyor film.

Kınalıada’da bir sabah yürüyüşünde kıyıya vurmuş bir yaban domuzu ölüsüyle karşılaşmıştık. İstanbul’daki Üçüncü Köprü inşaatı son hızla devam ediyordu. Köprünün yapılmaya başlamasıyla birçok hayvan ve bitki yuvasından, yaşamından oldu. O güzel domuzun ne yaşadığını, nasıl olup da adaya sürüklendiğini merak etmiştim. Başka bir yerde, kurgu bir mekânda da olsa, onun başına gelenleri Kurak Günler’de gördüm.

Denizin açıklarında avlamak istedikleri balıkları yedikleri gerekçesiyle yunuslara kurşun yağdıranlara, yaban domuzu avlayıp kuyruğunu İlçe Tarım’a getirenlere beş adet fişek ödül verenlere, tümden bunu normal sayan yapıya bir cevap veriyor Kurak Günler.

Filmin senaryosu kadar kamera açıları, kadrajları, oyuncu yönetimi, sanat yönetimi, mekân seçimi büyük bir dikkati ve özeni gösteriyor. En büyük başarıysa yönetmenin oyuncu seçimleri olmuş. Selahattin Paşalı, Ekin Koç, Erol Babaoğlu, Selin Yeninci, Eylül Ersöz ve tüm oyuncu kadrosu, yönetmenin hikâyesine sadakatini de gösteriyor. Oyuncuların hepsi inandırıcı bir içtenliğe sahip.

ÇARESİZLİK BENTLERİ YIKILIYOR

Güçlünün güçsüze, zorba bir erkekliğin kadına yapıp ettiklerine, iktidar olduğunda erilleşebilen kadının buzdan donuk yüzüne, içine doğduğu toplumsal ortam nasılsa ona göre şekillenen çocuğun-çocukların büyükleri taklit ede ede sonunda onlardan biri oluşuna, ikiyüzlülüğünü sorun etmeyen, kirlilerini örtbas etmek için arsızca ve zorbalıkla her yolu kullanan, her koşulda kendini aklayan güruha büyük sözleri var filmin.

Unutma pratiği sağlam bir toplumuz dedik ama sanat neyse ki genellemelerimizin değillemesini yapıyor. Emin Alper, toplumsal bellek dediğimiz çaresizlik havuzunda birikenleri enfes bir filmle kayıt altına almış. Çıkan gürültü yıkılan bentlerden geliyor.

Kurak Günler’de Türkiye’nin maço, seksist, ataerkil yapısıyla harmanlanmış güç ve tahakküm dengelerinin çok boyutlu bir röntgeniyle karşı karşıyayız. Soluksuz bir gerginlikle izlediğim film, çarpıcı finaliyle de büyük, derin, inatçı bir son sahneyle bitiyor. Aynı çukurda değiliz!


Ceren Gündoğan: 1983 İstanbul doğumlu. İBBŞT TAL'de ve Akademi İstanbul Tiyatro bölümlerinde oyunculuk, Kocaeli Üniversitesi GSF/ Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık bölümlerinde öğrenim gördü. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda oyuncu ve reji asistanlığı, Asis Yapım'da proje tasarım asistanlığı ile dizi ve belgesel senaristliği yaptı. İlk romanı Yaralı Rüzgâr, 2022 Mayıs ayında Eksik Parça Yayınları etiketiyle yayınlandı. Artı TV'de Artı Sahne programı sürdürüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ceren Gündoğan Arşivi