Doğan Özgüden
Berlin’deki umut kıvılcımları…
Tayyip terörünün sürgüne zorladığı ve mücadelelerini yurt dışında kurdukları etkin enformasyon kurumlarıyla sürdüren iki değerli meslekdaşımız bu haftayı, Berlin’de yapılan Toplumsal Sözleşme Arayışı konulu konferansı değerlendiren umut verici yazılarla açtılar.
Can Dündar #özgürüz sayfasında "Uzun yıllar süren dağınıklığın ardından Türkiye muhalefeti son İstanbul seçiminde demokrasi şemsiyesi altında buluşmayı başardı… Cumartesi ve Pazar günleri düzenlenen ‘Toplumsal Sözleşme Arayışı’ konferansı, İstanbul seçimini kazanan dayanışmayı Berlin’e taşıdı… Aramızda Saadet Partisi’nden HDP’ye, İyi Parti’den CHP’ye kadar milletvekilleriyle partililer, Avrupa’da etkin örgüt temsilcileri, sürgündeki akademisyenler, gazeteciler, sanatçılar, politikacılar vardı" diyor.
Artıgerçek’te konferansın "Türkler, Kürtler, Çerkesler, Ermeniler, Karadenizliler, Süryaniler… Müslümanlar, Hristiyanlar, Aleviler… Sosyal Demokratlar, Kemalistler, Marksistler, Liberaller, Muhafazakâr Demokratlar"ın ortak çağrısıyla toplandığını vurgulayan Celal Başlangıç da, toplantıya iktidar medyasından gelen saldırıları şöyle değerlendiriyordu:
"İşte iktidarın ve yandaşlarının en çok korktuğu şey olmuş, farklı renklerden, siyasetlerden, partilerden, düşüncelerden, dinlerden, etnik ve mezhepsel kökenlerden gelenler yan yana ve kararlı bir şekilde geleceğin Türkiye’sinde ‘nasıl yaşamalıyız’ sorusuna yanıt arıyorlardı. Korktukları için çok saldırdılar, kriminalleştirmeye çalıştılar, iftira attılar, karaladılar. Çünkü bu yan yana gelişte iktidarı nasıl kaybedeceklerini gördüler."
Şimdi büyük beklenti, sürgünde böylesine geniş bir yelpazenin katılımıyla oluşturulan Demokrasi İttifakı’nın Türkiye’de de bir an önce gerçekleştirilmesi…
Siyasal sürgün sayısının büyük boyutlara ulaştığı 12 Eylül 1980 darbesinden günümüze Türkiye’deki siyasal yaşamı etkilemek ve demokratikleşme mücadelesini desteklemek için zaman zaman konferanslar organize edildi, ittifaklar kuruldu.
Bu yolda ilk kapsamlı örgütlenme hiç kuşkusuz 1 Haziran 1982’de Almanya’da Dev-Yol, PKK, TEP, SVP, TKEP, THKP-C (Acilciler), İşçinin Sesi, TKP-ML (Partizan) ve Devrimci Savaş’ın bir araya gelerek kurdukları Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) idi.
1980 Cuntası’nı "faşist" olarak nitelemeyi reddeden Türkiye Komünist Partisi, onunla birleşme görüşmeleri yürütmekte olan Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi bu cephenin dışında kalmışlardı.
Sürgündeki muhaliflerin Türkiye’deki baskı rejimine karşı ikinci önemli toplu çıkışı, 12 Eylül Cuntası tarafından vatandaşlıktan çıkartılmış olanların 23 Eylül 1987’de Başbakan Turgut Özal’ın ziyareti dolayısıyla Berlin’de düzenlemiş oldukları ortak basın toplantısıydı. Yapılan ortak açıklamanın altında Türkiye İşçi Partisi, Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi, DİSK, TÖB-DER, Maden-İş, Bank-Sen, Sosyal-İş, İKD, İGD liderleriyle sürgündeki gazeteci, yazar, müzisyen, ressam, şair, hukukçu ve mühendislerin imzaları yer alıyordu.
AKP iktidarı döneminde tüm sürgünleri bir araya getirmeye çalışan ilk önemli girişim ise 15 Aralık 2012’de Köln’de yapılan bir toplantıyla Avrupa Sürgünler Meclisi’nin kurulması oldu. Varlığını hâlâ sürdürüyor, önümüzdeki 13 Aralık’ta bir Sürgünler Konferansı yapmaya hazırlanıyor.
2013 yılı Türkiye’de barış ve demokratikleşme umutlarının güçlendiği bir yıldı. Türkiye Kürdistanı’nda 30 yıldır süren içsavaş halinin sona erdirilmesi için kapalı kapılar ardında görüşmeler başlatılırken Suriye Kürdistanı’nda Kürt halkı islamcı terör örgütüne karşı silahlı mücadeleye girerek Rojava’yı yaratmıştı, İstanbul’da ise kitleler Gezi direnişleriyle iktidara meydan okuyordu.
Önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, ardından bir BDP heyetinin İmralı Adası’nı ziyaretiyle başlayan "barış süreci"Akil İnsanlar heyetlerinin çeşitli illerde ikna toplantıları yapmasıyla yeni bir boyut kazanmıştı.
Bu "Barış süreci"ne katkıda bulunmak üzere Avrupa’da yaşayan Anadolu ve Mezopotamya’dan gelmiş Arap, Asuri-Süryani-Keldani, Çerkez, Ermeni, Kürt, Laz, Roman, Rum, Türk göçmen ve sürgünler ilk kez 29-30 Haziran 2013 tarihlerinde Brüksel’de bir toplantı yaparak Avrupa Barış Meclisi’ni oluşturdu.
Ancak Dolmabahçe Sarayı’nda hükümet temsilcileriyle HDP delegasyonu arasında varılmış olan uzlaşmaya rağmen, Erdoğan 28 Şubat 2015 günü Ukrayna dönüşünde masayı devirerek barış sürecine fiilen son verdi.
Türkiye’de Tayyip’in başkanlık diktası kurmak üzere misli görülmemiş bir baskı ve zulüm kampanyası başlatması, Meclis’in 3. Büyük grubunu oluşturan HDP’yi yoketmek üzere kitlesel tutuklamalara gitmesi, Kürt yerleşimlerinde taş üstüne taş bırakmaması karşısında Avrupa Barış Meclisi işlevini yitirdi.
Halkların Demokratik Kongresi Avrupa Örgütü (HDK-A) işte bu koşullarda 4 Şubat 2017’de Brüksel’de toplanan bir kongre tarafından kuruldu.
Büyük bir raslantı, bu toplantıdan dört gün sonra da, yurt dışında gelişen muhalefetin sesini duyurmak üzere Celal Başlangıç ve arkadaşları tarafından Köln’de kurulan Artıgerçek yayına başladı. İlk sayıya yazdığım "Sürgün tarihimizde ‘hayır’lı iki yeni olay" başlıklı yazıda şöyle diyordum:
"65 yıllık medya, 46 yıllık sürgün yaşamımın bu yeni yılında hem gazeteci olarak, hem de insan hakları savunucusu olarak zulmün padişahlığının ergeç yıkılacağı umudumu pekiştiren iki büyük olay: 4 Şubat’ta Brüksel’de toplanan Halkların Demokratik Kongresi–Avrupa örgütünün kuruluş toplantısı, üzerinden dört gün geçmeden 8 Şubat’ta Artıgerçek’in yayına başlaması…
"Sürgün kıtası Avrupa’da 46 yıldır katıldığım kaçıncı direniş toplantısıydı! 1971 Darbesi’ni izleyen Demokratik Direniş toplantıları, 1980 Darbesi’nden sonraki Demokrasi İçin Birlik toplantıları, 90’lı yıllardan sonra diyaspora ağırlıklı toplantılar, 2000’li yılların Avrupa Sürgünler Meclisi ve Avrupa Barış Meclisi toplantıları…
"70’li, 80’li yılların girişimlerinde başı çekenler Türkiye’de uğradığı baskılar nedeniyle sürgüne çıkmak zorunda kalmış ya da ekonomik göç dalgası içinde emekçi olarak Avrupa işçi sınıfının saflarına katılmış sol hareketin çilekeşleriydi…
"80’li yıllarda yoğunlaşmaya başlayan Kürt, Ermeni, Asuri, Ezidi göçü 90’lı yıllardan itibaren hem Türkiye’deki baskı rejimine karşı mücadelenin, hem de bulunduğumuz sürgün ülkelerinin demokratik güçleriyle dayanışma ve birlikteliğin kitlesel gücünü oluşturmaya, hatta önderliğini üstlenmeye başladı.
"Türkiye’de devlet terörüne karşı silahlı direnişi başlatan Kürt ulusal hareketinin başarıları, kapatıldıkça isim değiştirerek yasal mücadele nöbetini üstlenen yasal partilerin efsanevi mücadelesi, Avrupa’da ve diğer kıtalardaki direniş örgütlenmelerine büyük bir ivme kazandırdı.
"Başlarda erkek egemen nitelikteki örgütlenmeler, direniş hareketleri, özellikle Kürt ulusal hareketinin yönlendirmesiyle kadın ağırlıklı olmaya başladı.
"Ancak direnişin tüm diyasporaları kapsaması daha da uzun zaman aldı. 1915 Ermeni ve Asuri soykırımlarını ardından Dersim soykırımının tüm bileşenlerce tanınması güçlü birliktelikler oluşturulmasının olmazsa olmazıydı.
"Belçika’da Demokrat Ermeniler Derneği, Avrupa Ermeni Federasyonu, Brüksel Kürt Enstitüsü, Brüksel Asuri Enstitüsü ve İnfo-Türk’ün 1915 soykırımının 90. yıldönümünü 2005 yılında birlikte anmaları, iki yıl sonra Ermeni meslektaşımız Hrant Dink’in alçakça katledilmesine karşı Avrupa kurumları önünde protesto toplantı ve yürüyüşleri düzenlemeleri bizler için bir milattı.
"Tüm diasporaları kapsayacak ikinci büyük girişim ise Türkiye’de başlatılan barış kampanyalarına paralel olarak Kürt, Türk, Ermeni, Asuri, Ezidi, Alevi örgütlerinin aktif katılımıyla 2013’te Avrupa Barış Meclisi’nin kurulmasıydı.
"Türkiye’de Tayyip iktidarının barış sürecini sabote ederek başkanlık diktası kurmak üzere misli görülmemiş bir baskı ve zulüm kampanyası başlatması, HDP’yi yoketmek üzere kitlesel tutuklamalara gitmesi, Kürt yerleşimlerinde taş üstüne taş bırakmaması karşısında Türkiye’nin ezilen halkları için artık Halkların Demokratik Kongresi içinde ya da çevresinde birleşerek direnmekten başka yol kalmadı.
"İşte HDK Avrupa örgütünün 4 Şubat 2017’de Brüksel’de kuruluş kongresi yaparak kapsamlı bir mücadele programını onaylaması, özellikle de yaklaşan referandum sürecinde ödünsüz bir ‘Hayır’ kampanyası yürütme kararı vermesi tarihsel bir önem taşıyor. HDK-A sürgün topraklarında islamcı faşizmin ‘Evet’ kampanyasına karşı devasa bir mücadele yürütecek. Bu mücadelede HDK-A’ya yardımcı olmak, katkıda bulunmak, kendine ‘demokratım’, ‘devrimciyim’ diyen Alevi’si, Asuri’si, Ermeni’si, Kürd’ü, Ezidi’si ve Türk’üyle her Türkiyeli’nin görevi…"
Üzerinden üç yıla yakın süre geçtikten sonra bu mücadeleyi yürütme görevini Berlin konferansında kurulduğu açıklanan Demokrasi İttifakı üstlenmiş bulunuyor.
Önemli bir farkla… Sürgünde daha önce başlatılan girişimlerin hiçbirinde düzen partileri ne parti olarak doğrudan, ne de milletvekili katılımıyla temsili olarak yer almış değil… Doğrudan katılımda bulunamasalar bile en azından bir dayanışma mesajı gönderdiklerine de asla tanık olmadık.
Geçtiğimiz hafta Berlin toplantısında HDP milletvekillerinin yanı sıra CHP ve Saadet Partisi milletvekillerinin de söz almış olması gerçekten ileri bir aşama… Hele İyi Parti Berlin temsilcisinin de ikinci gün toplantıya katılarak Akşener’den selam getirdiğini söylemesi sadece konferans salonunda belli bir heyecan yaratmakla kalmadı, Dündar’ın ve Başlangıç’ın yazılarında da vurgulandığı gibi önemli bir açılım olarak algılandı.
Ancak toplantının hemen ertesinde Türkiye’deki İyi Parti yönetiminin bu konferansa destek verdiklerini yalanlaması, toplantıya katılan üyesini partiden ihraç etmesi Demokrasi İttifakı’na giden yolun ne kadar engebeli olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Zaten İyi Parti sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu, daha önceki bir açıklamasında, "HDP ile ittifak yapılması halinde, Millet İttifakı'na Katolik nikahı ile bağlı olmadıklarını" açıklamıştı.
Hele İyi Parti lideri Meral Akşener’in Habertürk’te Fatih Altaylı’nın Teke Tek özel programında, CHP’den bu yönde öneri gelse bile, HDP ile ittifaka "Hayır" diyeceklerini tekrarlaması bu partinin gerçekten demokratik bir ittifaka taraf olmayacağını, aksine böyle bir ittifakın oluşmasına sürekli engel çıkartacağını gösteriyor.
Sadece İyi Parti mi? Geçtiğimiz genel ve yerel seçimlerde HDP ile ittifakı ısrarla reddetmiş olan CHP’nin de Demokrasi İttifakı konusunda genel merkez düzeyinde ne tavır alacağı hâlâ belli değil…
Oysa metropol belediye başkanlıklarını hangi partinin açık desteğiyle kazanmış olduğunu çok iyi bilen CHP’nin, Akşener’li Millet İttifakı fantezisini artık bir yana bırakıp, HDP’ye çoktan Demokrasi İttifakı çağrısı yapmış olması gerekirdi.
Günümüzün yakıcı sorusu: CHP katolik nikahlı mı, imam nikahlı mı olduğu belirsiz Millet İttifakı’nı artık unutup Demokrasi İttifakı’nda gerçekten yer alabilecek mi? Dayanışma bu kez Berlin’den Ankara’ya taşınabilecek mi?
Umarız, Berlin Konferansı’na katılan ve konuşan CHP milletvekili sürgündekilerin heyecanını ve kararlılığını Kılıçdaroğlu’na ve çevresine de gerektiği gibi yansıtır da, Demokrasi İttifakı en kısa zamanda Türkiye’de de bir gerçeklik olur…