Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Bildikleri tek şey Filistin askısıdır!

Filistin halkına Türkiye'den tek dayanışmayı devrimciler göstermiştir, ABD bendesi ümmetçiler de o devrimcileri işkenceden geçirip katletmişlerdir.

Bir yıldan fazla oluyor… 23 Kasım 2016, İstanbul… İslam İşbirlği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi toplantısında konuşan Erdoğan yeni seçilmiş olan ABD Cumhurbaşkanı Trump'ı din kardeşleri önünde hararetle savunuyor:

"Şimdi ABD bir seçim yaşadı değil mi? Hesap tutmadı. Hesap farklıydı. Seçimi Trump kazandı. Amerika’da Trump’a ne demeye başladılar: ‘Diktatör’ demeye başladılar. Avrupa’nın değişik ülkelerinde sokaklara döküldüler, diktatör demeye başladılar. Hani demokrattınız? Demokrasi sandık değil mi? Sandıktan çıkan neticeye saygı değil mi? Sandıktan çıkan neticeye niye saygı duymuyorsunuz? Sandıktan şimdi böyle bir netice çıktı, Trump çıktı, saygı duyun. Bize de geliyorlar diyorlar ki ‘Bak Trump, Müslümanların aleyhinde konuştu, İslam’ın aleyhinde konuştu’… Biz siyasette bu tür şeylerin hepsine alışığız. Bugün böyle konuşulur, sonra bu yanlış düzeltilir. Fakat bizim burada kalkıp kesinlikle oyuna gelmememiz lazım."

Tayyip'tir bu, ilke falan hak getire… Üstünden bir yıl geçmiş, Man Adası belgelerinin açıklanmasından zaten başı dertte… Gülen'i yakapaça Türkiye'ye getirtmek için Trump'a yalvarmaları sonuç vermemiş, üstüne üstlük Zarrab'ın ABD'deki duruşması nerdeyse kendi iktidarının yargılanmasına dönüşmüş… Kötü sallanmakta…

Yeni bir "one minute!" lazım… Yatsın kalksın dua etsin, imdadına yetişen yine dün göklere çıkardığı Trump… Değil mi ki hakkaniyet ve vicdandan birazcık nasibi olan hiç kimsenin onaylamayacağı biçimde üç tek tanrılı dinin ortak kutsal kenti Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdığını ilan etti. Fırsat bu fırsattır… İslam İşbirliği Teşkilatı'nın dönem başkanından çok İslam'ın son halifesiymiş gibi tüm İslam ülkeleri devlet ve hükümet başkanlarını İstanbul'da bir araya getirip küffara karşı cihat başlatıyor…

Bir yıl önce Trump için söyledikleri çoktan tarihin çöplüğünde…

Yeni İslam cihadının başkomutanı olarak konuşuyor: "İsrail şimdi Filistin topraklarının neredeyse tamamına yerleşmiş durumda. Onunla da doymuyorlar, hepsini almak istiyorlar. Şu anda Trump Efendi bunun gayreti içinde. Neden? Çünkü evangelist ve siyonist mantığın ürünüdür bu. Bu siyonist mantık Sultan Abdülhamit’e yaptıramadıklarını yapmanın gayreti içinde."

Trump'ın sorumsuz, akıl dışı, dünya barışını tehdit eden, sadece tüm dünya halklarının değil, kendini başa geçirmiş olan Amerikan halkının güvenlik, huzur ve refahını da tehlikeye atan konuşma ve uygulamalarına, milliyeti ve inanç aidiyeti ne olursa olsun her barışseverin, her demokratın karşı çıkmasından daha doğal bir şey olamaz.

Ama Filistin bahane, Erdoğan'ın Trump'a öfkesinin bir başka nedeni de yine kendisinin dünkü konuşmasında: "Ey Trump sen bu İsrail’in mi arkasında duruyorsun? Ben normal karşılamaya başladım. Savunur. Çünkü YPG’yi, PYD’yi DEAŞ’a karşı cepheye süren Trump bunu da yapar."

Yıllarca Suriye'de Sünniliğin Şiiliğe karşı mücadelesinin akıncıları gibi el altından desteklediği, lojistik destek için sınır kapılarını açtığı DEAŞ'ın Suriye Kürtlerinin kadın erkek verdikleri yiğitçe mücadeleyle altedilmesini hâlâ hazmedememiş… Bittabi, bu efsanevi mücadele ile Suriye'nin kuzeyinde, Türkiye sınırında özerk bir Kürt bölgesi kurulmuş olmasını da... Hazmedemediği için de Suriye'nin batı ucundaki Afrin'i sürekli işgal tehdidi altında tutmakta.

Evet, Filistin halkı 70 yıldır süpergüçlerin elbirliğiyle desteklediği İsrail'in baskılarıyla topraklarından, özgürlüklerinden, en temel demokratik haklarından yoksun tutulmakta… Kudüs'ün İsrail başkenti olarak tanınması en son darbe. Tabii ki Tru,pùq karşı çıkılacak.

Öyle ki, İsrail başbakanı Netanyahu Trump'ın skandal jestine Avrupa Birliği'ni de ortak ettirmek için dün Brüksel'e yaptığı seferden hezimete uğrayarak döndü. En keskin İsrail yanlıları dahi bu yüzkarası karara destek vermeyi göze alamadı.

Ama daha da uzun süredir, yüzyıla yakındır Kürt halkının Türkiye, Irak, Suriye ve İran'da faşizan yönetimler tarafından ezilmesi, katledilmesine, en doğal insan haklarından ve özgürlüklerden yoksun kılınmasına halâ pek ses eden yok.

En güncel örnek… Onyıllardır NATO'nun, Avrupa Konseyi'nin üyesi, Avrupa Birliği'nin de üye adayı Türkiye Cumhuriyeti'nde Kürt halkı 80 yıl önce Hitler Nazizmi'nin Yahudi halkına yaptıklarına koşut baskı ve zulüm altında.

Hasan Cemal'in t24'te dün açıkladığı tablo insanlık onurundan bir nebze nasibi olan her kişiyi, Türk olsun, Amerikalı olsun, Alman olsun, Fransız olsun ve de İsrail vatandaşı olsun, isyan ettirmelidir:

"Kürtlerin seçtiği ve yönettiği 102 belediyeden 94'üne devlet el koydu 2016'dan bu yana.  Şu anda 27’si kadın olmak üzere 68 belediye başkanı, başkan vekili hapiste.

"Yine 2016'dan beri 500’e yakın belediye meclis üyesi gözaltına alındı. Bunların 81’i halen tutuklu. Devletin kayyımları tarafından 94 belediyede 2013 belediye personelinin işine hiçbir gerekçe gösterilmeden son verildi.

"43 kadın merkezi ve 2 kadın sığınma evi kapatıldı.

"Belediyeler bünyesinde açılmış kreşler, aralarında tiyatro ve sinemaların da bulunduğu kültür sanat kurumları, sosyal dayanışma dernekleri kapatıldı.

"2015 yılı yaz aylarından bu yana 12 bin kişi gözaltına alındı, bunlardan 6 bine yakını halen tutuklu.

"2016'dan bu yana eş başkan, grup başkan vekili ve parti sözcülerinin de aralarında bulunduğu 15 HDP’li milletvekili tutuklandı. Halen 9 milletvekili cezaevinde."

Manzara böyleyken bu devlet Avrupa Konseyi'nde, Avrupa Birliği'nde hâlâ adam yerine konulmakta ve de bu devletin islamcı diktatörü İnsan Hakları Günü'nde utanmaksızın "İnsan hakları ödülü verilecekse, bunu Türkiye çoktan hak ediyor" diyebilmektedir.

Vurdum duymazlık o raddede ki, Kürt halkının özgürlüğü için mücadele veren kitlesel örgütler hâlâ ABD'nin ve Avrupa Birliği'nin kara listelerinde...

Oysa barış, insan haklarına saygı, özgürlükleri kutsama, Filistin halkı için olduğu kadar Yakın ve Orta Doğu'nun boyunduruk altındaki tüm halkları için istenmelidir.

Evet bu halkların hemen tamamı, Filistin hariç, bugün İstanbul'da Tayyip'e itibar kazandırmak için toplanmış olan İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerin başındaki islamcı despotlar tarafından ezilmekte, sömürülmektedir.

Sözüm ona laik bir cumhuriyet olan Türkiye de 48 yıldır bu islamcı despotlar camiasının üyesidir. Kudüs'teki Mescid Ül Aksa'nın 1969'da bombalanmasından sonra Rabat'ta toplanan İslam Zirve Konferansı'na Türk Hükümeti ilk kez dışişleri bakanı düzeyinde katılmıştır. 

O dönemde bu örgütün ABD emperyalizminin hizmetinde olduğu pek bilinmiyordu. Bu gerçeği ortaya koymak için değerli araştırmacı dostumuz Mehmet Emin Bozarslan 1969 yılında Hilafet ve Ümmetçilik Sorunu adlı bir kitap yazmıştı, bunu Ant Yayınları arasında yayınlamıştık.

Bugün Tayyip'in dönem başkanlığını yaptığı bu gerici örgütün zirve toplantılarına katılım düzeyi 12 Eylül faşizmi döneminde daha da yükseltilmiş, Kenan Evren 1984'te Rabat'taki, 1987'de de Kuveyt'teki konferanslara devlet başkanı sıfatıyla katılmıştır.

Bu petrodolar beslemeli örgüt de, başta Suudi Arabistan olmak üzere bu örgütün başını çekenler de, Filistin halkının özgürlüğünü, tarihsel topraklarında barış ve refah içinde yaşamasını sağlamak için kıllarını dahi kıpırdatmamışlardır.

Örneğin İsrail'in "vadedilmiş topraklar"ı büyük ölçüde fethetmesiyle sonuçlanan Haziran 1967'deki Arap-İsrail Savaşı karşısında Demirel iktidarı sessiz kalırken, İstanbul'daki devrimci gençlik örgütleri Arap ülkelerini desteklediklerini ilan ediyor, "Çünkü bu savaş, yoksul Arap ülkelerinin saldırgan İsrail'e karşı bağımsızlık savaşıdır. Türkiye'deki ABD üs ve tesisleri Arap ülkelerine karşı kullanılmamalıdır" diyordu.

Savaş sonrası yayınladığımız Ant Dergisi'nde bu savaşın ardındaki kirli hesapları ortaya koyduktan sonra şu saptamayı yapmıştık: "Ortadoğu politikada Vietnam'laştı"

Gerçekten de Vietnam Savaşı halkın zaferiyle sonuçlanalı 40 yıla yakın süre geçtiği halde Ortadoğu savaşları ABD emperyalizminin komploları ve onun emir kulu müslüman ülkelerin ihanetleri nedeniyle hâlâ sürüp gitmekte.

Bu ihanetleri 1969 yılında Ant'ın yayınladığı Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi lideri Nayif Havatme'nin Filistin'de halk savaşı ve Ortadoğu adlı kitabı açıkça ortaya koyuyordu.

O günlerde Ant'ın bürosu tüm devrimci gençler gibi İstanbul üniversitelerinde eğitim görmekte olan Filistinli gençlerin uğrak yerlerindendi… Getirdikleri İngilizce bildirilerin Türkçeleştirilmesine destek oluyor, onlarla birlikte İranlı, Kıbrıslı, Kürt, Arap gençlerinin katıldığı açık oturumlar düzenliyor, tüm Ortadoğu halklarının emperyalizmin prangasından tam kurtulabilmesi için bir Ortadoğu Devrimci Çemberi'nin nasıl oluşturulabileceğini tartışıyorduk.

Evet, Filistin halkıyla Türkiye canibinden tek gerçek dayanışma, 60'lı yılların sonlarında devrimci gençliğimizden ve sol örgütlerimizden gelmişti. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan gibi birçok genç devrimci illegal yollardan Filistin'e giderek gerilla saflarında savaşmışlardı.

Gerçekten de o yıllarda Demirel iktidarı Filistin halkına destek vermek şöyle dursun, Filistin halkıyla dayanışmadaki devrimcileri avlamakla, dahası İsrail'in koruyucusu ABD emperyalizmine karşı direnen işçilerin, öğrencilerin yürüyüşlerine, toplantılarına "Kanlı Pazar" örneğinde olduğu gibi sopalı ve bıçaklı saldırılar düzenleyen ümmetçileri desteklemekle meşguldü.

Yusuf Arslan Ant Dergisi'nin 24 Şubat 1970 tarihli sayısında yayınladığımız "El-Fetih'e niçin gittim?" başlıklı yazısında şöyle diyordu:

"Günümüz koşullarında, özellikle emperyalizmin bir sıcak savaş bölgesi haline getirdiği Ortadoğu'da da bütün halkların, Türkiye, İran, Arap, Kıbrıs, Kürt halklarının bir antiemperyalist cephe kurmaları, Ortadoğu Devrimci Çemberi'ni oluşturmaları, emperyalizme karşı kahredici darbenin indirilmesinin başlıca şartlarından biridir. Bu yüzden Ortadoğu'da senelerden beri verilmekte olan devrimci kavganın pratiğinden geçmek ve ezilen Arap halklarının kurtuluş mücadelesine bir nefer olarak katkıda bulunmak için El Feth'e gittim."

1 Şubat 1970'de Filistin dönüşü jandarmalar tarafından yakalanan ve 150 saat işkenceye tabi tutulan Hüseyin İnan ve arkadaşları da Ant'a gönderdikleri mesajda şöyle diyorlardı:

"İşbirlikçi iktidar, Arap halklarının haklı mücadelesi için gittiğimiz Filistin'e ardımızdan ajanlarını göndermiştir. Yurda dönüşümüzde bizleri ustaca hazırlanmış tertiplerle yakalatıp bizi kamuoyuna 'sabotajcı', 'kiralık ajanlar' olarak tanıtmaya çalışmıştır."

Buna rağmen Bâbıâli medyası ve TRT, polisin ortaya attığı yalanları esas alarak bu gençlere "Filistin'de eğitilmiş teröristler suçüstü yakalandı" yaygarasıyla saldırıyordu.

Bunun üzerine 10 Şubat 1970 tarihli Ant'ta devrimci gençleri savunan bir başyazı yazarak sormuştum:

"1950'lerde Amerikan emperyalizminin Uzakdoğu'daki çıkarlarını savunmak için Kore halkına karşı savaşmak üzere binlerce kilometre öteye onbinlerce asker gönderenlerin, yeryüzünün en haklı savaşlarından birini veren Arap halkına yandaş çıkanları suçlamağa hakları var mıdır?"

Onların tabii ki hiçbir hakkı olmadığını o günden beri geçtiğimiz 47 yıl yeterince orataya koymuştur.

Onlar ki Filistin adı altında en iyi bildikleri şey tutukladıkları devrimcilere işkencede kullandıkları "Filistin askısı"dır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi