Ragıp Zarakolu
Bilineceği Bilmek
12 Eylül darbesinden sonra herkes bir bekleyişteydi. Bülent Ecevit’in genelkurmay başkanı olmasının önünü açtığı Kenan Evren’in darbeyi yapmış olması, Demirel’in indirilmiş olması, Ecevit’in de onunla birlikte tecrit edilmesine karşın, CHP’nin oy tabanı bir bekleme moduna girmişti.
Biraz 12 Mart darbesinin ilk günleri gibi. Öte yandan MHP’nin de operasyon konusu olması ve Alpaslan Türkeş’in "aranıyor" ilan edilmesi de, bekle gör tavrını pekiştirmişti.
Her şeyden önce, ülkücüler tarafından vurulma, devrimciler tarafından cezalandırılma korkusu kısa bir süre ferahlamaya yol açmıştı.
12 Mart’ta olduğu gibi bu kez aydınlar toplu olarak hedef haline getirilmemiş, sadece TKP ile bağlantılı olan dernek ve sendikalar kapatılma yanında operasyon konusu olmuştu.
12 Eylül cuntasının baş korkusu, işçi sınıfının genel greve gitmesi ve de devrimcilerin birleşerek barikatlar kurması idi. "Direniş komiteleri" korkutucu bir tasarım idi.
Ama Fatsa operasyonuna karşı direnilmeyişi, bir başka Tariş direnişi örneğinin sergilenmeyişi de riski göze almayı kolaylaştırdı.
Demokrat’ı çıkarırken, ziyarete gelen Avrupa sol basınından dostları DİSK’e ve devrimci sendikalara götürüyorduk. "Darbe olursa ne yapacaksınız?" sorusuna "genel greve gideceğiz" yanıtını alıyorduk.
Devrimci çevrelerle röportajlarda ise alınan cevap, "barikatlar" ve "silahlı direniş" oluyordu.
12 Eylül darbesinden sonra yabancı gazeteci arkadaşlar, bir "direnişe" tanık olma heyecanı ile geldiler. "Hani bir şey olmuyor" diyeceklerdi.
Tam o sırada Salvador’da çok insanın yaşamına mal olan bir iç savaş yaşanıyordu. Türkiye’de de böyle bir direnişin patlak vermesi bekleniyordu.
Darbe haberi, Demokrat’a bir gün önce geldi. Gazetenin imtiyaz sahibi, Taner Akçam’ın babası Dursun Akçam o gün İzmir’den yurt dışına uçuruldu.
12 Eylül sabahı gazetenin manşeti, gazetecilik açısından harikaydı: "Ankara’da bir şeyler bekleniyor."
12 Eylül öyle haberdar olunarak geldi.
Dış haberler şefi olarak, ilk sayfanın alt yarısında, "Salvador’da halk direniş barikatlarında" diye alt manşet atmıştım. Aklım sıra direnişe omuz vermek için.
Gazete takımının yarısı gazetede gecelemişti. Sabah darbenin özel operasyon ekiplerinin dayanması beklenirken, kapıya kıtıpiyoz bir askeri jip geldi, içinden bir er indi ve sıkıyönetim komutanlığının emrini tebliğ etti: "İkinci bir emre kadar gazeteniz kapatılmıştır!" Aynı emir, Aydınlık ve MHP’nin Hergün gazetesine de tebliğ edilmişti. TKP’ye yakın Politika gazetesi ise daha darbe öncesinde kapatılmıştı.
Sokağa çıkılması yasaklanmıştı. Ama sıkıyönetim komutanlığı, kontrol birliklerine "gazetecilerin ofislerine gitmesine izin verin" talimatı vermişti.
Tam darbe gecesi Ayşe Nur, bizim dış haberlerin en genci Firdevs ile İzmir’den İstanbul’a geliyordu.
Hatta İzmir’de bulduğu Beşikçi Hocanın bir kitabı varmış, onu hemen çantadan çıkarıp, bir naylon torbada bir yerlere itelemiş. Kimlik kontrollerinde sorun olmasın diye. Balıkesir’i geçtikten sonra almışlar haberi. Kadıköy’de indiklerinde, şehirlerarası yolcuların, mahallelerine gitmesine yardımcı olmuş askerler.
12 Mart döneminde Cumhurbaşkanlığı sekreteri olan Cihat Alpan Paşa bir sohbetimizde, "aydınlara 12 Mart döneminde yanlış davranıldı" diye bir çeşit eleştiri ya da özeleştiri yapmıştı.
Bu arada Kenan Evren’i hiç sevmezdi. Ama cunta bu kez aydınlara karşı ihtiyatlı davrandı. Aydınlar da kendilerini riske sokmayacak, medyada konumlanacak arayışlar içine girdiler. Elbette cuntanın yasaklarını veri alarak… Bir anlamda sivil toplumculuğun da önü açılmış oldu.
Devrimci önderlikler de bir direnişi başlatmak yerine, "kadroları kırdırmamak" adına bekle-gör ruh haline girmişlerdi.
"TKP, neden 12 Eylül’e hemen anında tepki almadı" diyen diğer sol hareketlerin de aslında bir direniş planı olmadığı ortaya çıktı.
Sıkıyönetim sendika liderlerini ve kadrolarını aranıyor ilan ettiğinde, Selimiye Kışlası önünde teslim olma kuyrukları oluştu. Buna rağmen DİSK Davası başlarken, ne olur ne olmaz diye tedbir alıp, çevre sokaklara tanklar dizen, 15-16 Haziran’ı unutmamış olan askeriye, kısa zamanda buna gerek olmadığını anlayacaktı.
"Direniş komiteleri" fikriyatının da askeriyeyi hayli endişelendirdiği anlaşılıyordu. Zira Kenan Evren, darbeden kısa süre sonra Konya’da yaptığı konuşmada, "biz gelmesek devrimciler gelecekti" diyecekti.
Devrimcilere, "ülkücü terör"e karşı savunma ihtiyacı nedeniyle omuz veren ve CHP’nin oy tabanı olan mahalleler, cunta ülkücüleri tutuklamaya başlayınca bir anda yabancılaştı ve kapılar kapanıverdi.
12 Eylül’ün üniversitedeki ilk günlerine değinmek üzere başlamıştım bu yazıya. Mete (Tunçay) Hocanın 1983 yılında Alan Yayıncılık’ta baskıya keyifle hazırladığım "Bilineceği Bilmek" kitabının İletişim Yayınlarından 36 yıl sonra çıkması nedeniyle. Sağ olsun, genişletilmiş yeni baskıya (İletişim Yayınları 2019) yardımcı olan Erden Akbulut bana yeni yıl hediyesi olarak yollamış. Neyse bir başka yazıya…
Demokrat gazetesi çıktığı 10 ay boyunca, bir anlamda yaşanan iç savaşın kroniğini tuttu.