ayşe düzkan
bir daha asla diyebilmek…
19 aralık, türkiye’nin yakın geçmişindeki iki kanlı olayın tarihi. 1978 maraş katliamı ve 2000’de, utanmazca "hayata dönüş" adı verilen cezaevi katliamı. dünya vahşet tarihi diye bir şey var mıdır bilmiyorum ama bu iki katliam da ölenlerin sayısından bağımsız olarak, böyle bir tarihte yerini alabilir.
böyle katliamlar, bir köyün, bir mahallenin silahla taranmasından farklı. hem failler hem maktuller açısından. vurulup düşmesini izlediği insanların sorumluluğu da tetiği çekenin tabii ama maraş’taki gibi birkaç aylık bir bebeğin iki bacağından tutup parçalamak, hamile bir kadının karnından cenini çıkartmak, yaşlı bir kadının gözlerinin oyup öldürmek başka bir psikoloji gerektiriyor. bu havsalayı zorlayan cinayetleri işleyenlerle siyaset yapmaya devam edenler, yirmi yıl kadar sonra, sırpların benzer şeyleri boşnaklara yapması karşısında infial gösterdi. başlarına bir şey gelmeyeceğini bilseler, aynı şeyleri sırplara yapmakta tereddüt etmeyecek insanlar…
19 aralık 2000’de, cezaevindeki solcu tutuklu ve hükümlüler, giysilerini etkilemeyen ama derilerini eriten bir kimyasalla yakıldı. yanarken kurşunlandı. yanarak can verenleri bir tarafa bırakıyorum, saçlarını, burnunu, kulaklarını kaybeden insanlar var. emir kulluğu da bir yere kadar ama ya emir verenler, planlayanlar?
bu iki katliam da tekil değildir, maraş’ın hemen ardından çorum katliamı yaşandı, sünnilik üzerinden alevilerin katledilmesinin tarihi sivas’a kadar uzanır. 19 aralık’ın habercisi pek çok cezaevi katliamı oldu, ulucanlar, veli saçılık’ın kolunu kaybettiği burdur gibi. bunları yapanların hiçbiri hak ettikleri cezayı almadı, hatta genellikle ceza almadı. zaten güvende olduklarını bilerek yaptılar bu işleri.
alevilere yönelik katliamların hepsi engellenebilecek, müdahale edilse, "hafif" atlatılabilecek şekilde gelişti. hepsi de, faşist örgütlenmelerin tabanını oluşturması hedeflenen yoksul sünnilere, ellerini korkak alıştırmamayı telkin etmeyi, solun doğal tabanı sayılan alevilerin gözünü korkutmayı hedefliyordu. 12 eylül darbesine zemin hazırlamak gibi bir hedefi olduğu da söyleniyor, sağcılar arasında da kabul gören bu iddia bence dikkate alınmaya değer. bütün anlamlandırmalar, değerlendirmeler bir grubun yönlendirildiği, önünün açıldığı fikrine dayanıyor. ama bir düşünün, nasıl bir yönlendirmeyle böyle işler yapabilirsiniz?
daha önce de yazdım, 19 aralık katliamını bir tür darbe olarak değerlendiriyorum. çünkü bu katliam ve sonrasında "ara dönem"lere mahsus yönetim araçlarına başvuruldu, basın susturuldu, sokak gösterileri o dönemde adet olmayan bir şiddetle bastırıldı, hayatını kaybedenlerin, yaralıların yakınlarına o dönem için sert sayılacak bir baskı uygulandı. iktidarda dsp-mhp-anap koalisyonu vardı, başbakan bülent ecevit’ti, onlarca kişinin katledildiği bir işe "hayata dönüş" adını vermek sanırım onun şair ruhunun bir eseridir. adalet bakanı hikmet sami türk’tü. ara ara olup biteni hatırlatanlar olsa da, hepsi itibarını korudu. diğer yandan bu katliam, solun belli kesimlerine yönelik çok ağır bir imha anlamını taşır; illa bir benzetme yapmak gerekirse, 28 şubat’ın islamcılara yönelik baskısıyla kıyaslanamayacak, çok kanlı bir müdahale. "solda" duran islamcıların bile, 28 şubat’a infial ederken, akıllarına getirmedikleri bir müdahale.
bu katliamları yıldönümleri yakın olduğu için birer örnek olarak ele aldım. böyle çok şey var türkiye ve dünya tarihinde. devlet görevlilerinden, siyasetçilere, zamanın basınına kadar ortak bir tutum oldu bu konuda; maraş vb. sivil güçlerin elinden çıkan katliamları "kaza" olarak tanımlamak ya da sorumluluğu ölenlere atmak, 19 aralık benzeri katliamların da devletin bekası için gerekli olduğunu savunmak. sadece katliamlarla değil, hesap verilmezlikle yüz yüzeyiz yani.
bunun karşısında ne yapacağız? bireysel veya kolektif olarak, öfkeyle, hayal kırıklığıyla dolmamak mümkün değil. bu bazen bu ülkeden ümidini kesmeye yol açıyor; bunu son zamanlarda çok sık görüyoruz. ama bu ülke bizim, ondan vaz geçmeye hiç niyetimiz yok. bu katliamların sorumlularının hesap vermesi, gelecek için caydırıcı olacaktır, muhakkak ki. ama şu gerçekle yüzleşelim; hesabını soramadık, soramıyoruz, soramayacağız. bunu sağlayacak hiçbir mekanizma yok, kurulmadı. bırakın yargılanmayı, cezalandırılmayı, kapılarının önünde slogan atıp mahcup etmek bile söz konusu olmadı.
zaten intikam ya da adalet, canı yananların içini soğutur, bir daha benzer şeyler yapmaya yeltenenlerin iki kez düşünmesine yol açar. ama katliamları engellemek çok daha başka şeyler gerektiriyor. bu ülkeyi, katliam yapmayacak, katliamları benimsemeyecek, geçmiştekilere sahip çıkmayacak bir yönetime, halkın kendi yönetimine kavuşturmayı mesela. en az bunun kadar önemlisi, bu ülkede yaşayan erkekleri, kafa kesecek, bebek parçalayacak, yaşlıları öldürecek insanlar haline getiren, bu ülkenin insanlarını bunları hoş görecek şekilde yetiştiren düzeni değiştirmek. çünkü adalet geçmişten çok gelecek için lazım.