Bir İstanbul yazısı

İstanbul bir hazinenin üzerinde oturuyor ve biz bu hazineyi kullanmıyoruz.

Uzun süredir böyle bir yazı yazmak istiyordum ama yazının da çok fazla gündemden alakasız olmasından çekiniyordum.

Millet ittifakının adayı, HDP oy destekli, CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinin Türkiye’nin son yıllarının makûs talihinin yenilmesinde, aşılmasında çok önemli bir aşama olduğunu düşünüyorum, umuyorum.

Ben de kendi sütunumda belediye çalışmalarında Sayın İmamoğlu’na, naçizane bir biçimde, yol gösterici, öneriler içeren yazılar yazmaya dönem dönem gayret edeceğim.

Kent rantlarının İstanbullulaştırılması, belediye ihalelerinin daha verimli hale gelmesi, imar planı değişikliklerinin etkinleştirilmesi konusunda aklıma gelen önerileri sunmaya gayret edeceğim.

Sayın İmamoğlu güzel işler yapıyor, İstanbul’un 24 saat yaşayan bir kent haline getirilmesi fikri, toplu ulaşımın bu doğrultuda yeniden ele alınması hep çok anlamlı projeler.

Ancak, malum, bizler "ancaksız" cümle kurmaya zorlanırız, kimse darılmasın.

Yukarıda belirttiğim gibi İmamoğlu’nun çabalarını beğeni ile izliyorum ama bir konu hep aklıma takılıyor.

Sayın İmamoğlu’nun İstanbul’a yönelik çok önemli projelerini konuşurken bu ifadelerde İstanbul yerine mesela Ankara’yı koyun, durum, analiz, önerinin içeriği ve uygulanabilirliği değişmeyecektir.

Oysa, İstanbul bambaşka bir yer; unutmayalım, İstanbul tüm 17. yüzyıl boyunca, yani yaklaşık bir asır, hatta biraz daha fazla dünyanın en büyük, nüfusu en kalabalık şehri, Çin ve Japon kentlerinden bile daha büyük.

17. asır sonrası Osmanlı’nın sanayi devrimini, 1648 Cromwell, 1789 Fransız Devrimi gibi büyük dönüşümleri ıskalamaya başlaması ile birlikte İstanbul tahtını Londra, Paris, New York, Tokyo gibi şehirlere bırakıyor.

Ama, İstanbul her zaman İstanbul ve dünyanın, başka özellikleri ile, değişmeyecek tek şeyi, tarihi ve coğrafyası ile, dünyanın muhtemelen en önemli üç, dört şehrinden biri.

Bunları neden vurguluyorum, çünkü, yeni İBB Başkanımızdan doğma büyüme bir İstanbullu olarak beklentim her kent için çok önemli, hatta yaşamsal projelerin yanı sıra İstanbul’a özel bir şeyler de önermesi, yapması.

İyi bir İstanbullu için İstanbul demek Doğu Roma demektir, Bizans demektir, Osmanlı demektir, Cumhuriyet demektir.

Bu tarihsel dönemlerden, süreçlerden birini görmezden gelinerek bu kenti yönetmeye başlamak demek İstanbul’u fakirleştirmek, olağanlaştırmak, sıradanlaştırmak demektir.

Oysa, İstanbul çok zengin, çok olağanüstü, çok sıra dışı bir şehir.

Türkiye’de maalesef egemen olduğu iddia edilen kötü bir zihniyeti biliyorum, İmamoğlu’na hakaret amacıyla Pontus diyen çapsız, ırkçı bir zihniyet bu; bu zihniyetin yaygınlığından da aslında çok emin değilim ama sesleri, başka sevimsiz güçlerin desteğiyle çok çıkabiliyor.

Bir CHP eski milletvekili Abdullah Gül’e Ermeni demiş idi, çok aptalca, ırkçı bir söylemdi ama Abdullah Gül’ün bu iddia karşısında hakaret dava açması o milletvekili hanımın yaptığı kadar, hatta belki de daha kötü idi; Türkiye bu ise, iki ucu pis değnek, durum çok vahim demektir.

Keşke Sayın İmamoğlu da kendisine "Pontuslu" dendiğinde, evet, doğru ben Pontusluyum diyebilse idi, çünkü Pontus Amasya’lı Strabon’dan beri Kızılırmak’ın doğusunda Karadeniz kıyıları için (yani Trabzon dahil) bir tabir; Pontus bir coğrafi tabir, aşağılayıcı bir içerikle kullanılması çok iğrenç.

Anadolu kelimesi (Anatolia) de Yunanca’da "güneşin doğduğu yer" yani Doğu demek, bunu da hatırlayalım.

Bu kelimelerden kalkarak çirkin siyaset yapmak gerçekten çok dangalakça.

Çok sevdiğim, saydığım ve bu konuları çok iyi bilen bir büyüğüm bana mesela Sultanahmet Meydanı’nı iki metre aşağıya alıp (Yılanlı Sütunun kaidesine bakın) Bizans’ın ünlü hipodromunu (At Meydanı) ortaya çıkarmanın İstanbul’a muhtemelen on milyon ek turist çekeceğini iddia etmişti; neden olmasın?

Sultanahmet-Aksaray arası şimdi Yeniçeriler Caddesi olarak bilinen yolun yine iki metre altı Bizans’ın ünlü Mermer Caddesi ve olduğu gibi duruyor; inanmayan Beyazıt Meydanı yakınındaki ünlü Koska Helvacısı’nın oraya gidip inceleyebilir.

İstanbul bir hazinenin üzerinde oturuyor ve biz bu hazineyi kullanmıyoruz.

Bu tarihsel örnekler Bizans döneminden, birileri İstanbullu olmanın ne anlama geldiğini bilmedikleri için bu tarihi çok öne çıkarmak istemiyorlar ama bu bakış çok aptalca çünkü koca Ayasofya orada duruyor zaten.

İstanbul’da Bizans’ı gizlemek istiyorsun da Osmanlı’ya saygı ne kadar, o da belli değil, inanmayan Süleymaniye’de Mimar Sinan’ın türbesini ziyaret etsin, ne demek istediğimi görsünler.

İmamoğlu bakalım Sultanahmet Meydanı’nı (Bizans Hipodrom) ve Yeniçeriler Caddesi’ni (Bizans Mermer Cadde) iki metre aşağıya çekmeye gayret edebilecek mi?

İstanbul’a ve tarihine çok büyük bir hizmet vermiş olur bunu yaparsa.

Ben muhafazakarlığı dindarlık olarak değil tarihin bütününe sahip çıkma olarak anlıyorum.

İstanbul’da Bizans’ı yok varsayan bir muhafazakarlık anlayışı çok zavallıdır.

İstanbul Üniversitesi’nde, düşünebiliyor musunuz, bir Bizans kürsüsü bile yok artık.

Şehirde de bir Bizans müzesi yok.

Ben buna sadece kültürel zavallılık değil, korkaklık da derim. 

İstanbul tarihinde Cumhuriyet bir asır, Osmanlı yaklaşık beş asır ama Bizans on bir asır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi