Cem Erciyes
Boğaziçi’nde bir cinayet
Türkiye’nin yaşayan en önemli mimarlarından biri Emre Arolat. Yurt içinde ve dışında büyük, prestijli projelere imza atan, aranan bir mimar. Tasarladığı yapılar arasında müze de var, AVM, fabrika, konut da var, cami de… Mimarlığa ve kente kendine özgü bir bakış açısı getiren, yaklaşımları ve entelektüel birikimiyle de öne çıkan, tasarımlarıyla tercih edilen bir mimar. Türkiye’yi ve dünyayı iyi tanıyan, her yerde her türden proje gerçekleştirmiş, muhtemelen çeşit çeşit insanla, işverenle çalışmış, kamu görevlilerinin bin bir çeşidini tanımış Emre Arolat bile iki gün önce İstanbul’da gördüklerine inanamadı.
Instagram hesabından yaptığı paylaşımda çok önemsediği bir yapının, Şemsettin Sirer Yalısı’nın ‘ağzının burnunun dağıtılmasına’ duyduğu kızgınlığı içinden geldiği gibi yazdı:
“Şemsettin Sirer Yalısı’nın son halini gördüğümde gözlerime inanamadım. Yıllar içinde defalarca krokisini çizdiğim, hem dışının hem de içinin oransal zarafetinden her defasında çok etkilendiğim bu yapıya yaklaşırken yine çok heyecanlanmıştım oysa…“ diyen Arolat, yalının yeni halini görünce tanıyamamış…
Belli ki tadilata giren bina el değiştirdiği gibi şekil de değiştirmiş ve ona değer katan emsalsiz tasarımının birçok özelliğini yitirmiş. Üstelik bu dışarıdan görülen; binanın içinde neler olduğunu kimse tahmin bile etmek istemiyor olmalı.
Emre Arolat şöyle sürdürüyor sitemini: “Bu lümpence yaklaşımda, Sedad Eldem’in bu nadide yapısının katledilmesinde sorumluluk sahibi olan kim varsa onları bu vahim yanlışı düzeltmeye davet ediyorum. Başka yapı mı kalmadı efendim ağzını yüzünü dağıtacak, içine kat ekleyip saçağının üzerine gecekondu pencereleri açılacak, yan cephesine soysuz sopsuz bir mimari yaklaşımla tuhaf kabartmalı süsler eklenecek?”
SEDAD HAKKI ELDEM ESERİ
Hakikaten Arolat’ın koyduğu resimlere bakınca görüyorsunuz olan biteni. Türk mimarlığının en etkili isimlerinden Sedad Hakkı Eldem’in imzasını taşıyan yalı, tüm inceliklerini yitirmiş. Eldem’in geleneksel Türk evi yaklaşımının, 1960’ların mimarlık akımlarına verdiği yanıtların neredeyse tüm izleri silinmiş. Şemsettin Sirer Yalısı, orijinalinin çirkin bir benzerine, eskinin yok edildiği bir güncellemeye dönüşmüş. Ahşap yapıyı çağrıştıran meşe kaplamaların tamamı beyaz sıvanın altında kaybolurken binaya bir de ek kat çıkılmış. Bu yeni kat kaçak mıdır değil midir bilinmez. Ama nasıl mümkün olduğunu da anlamak mümkün değil.
Emre Arolat’ın ve onun paylaşımının altına yorum yapan yüzlerce kişinin ve bu paylaşım üstüne yeni paylaşımlarla yalıyı gündeme getiren herkesin aklının bir türlü yatmadığı şey de bu: Bir mimar böyle bir şeyi nasıl yapar ve Boğaziçi’nin imar izinlerinden sorumlu kurumlar böyle bir şeye nasıl izin verir?
Belli ki birisi parayı bastırmış ve yalıyı almış. Onu eski püskü, demode, hatta çirkin bile buluyor olabilir. Neticede Boğaz’da yalı bulmak, bulup da almak kolay değil. Nitekim 1964 yılında zengin bir iş adamı olan Şemsettin Sirer de eskiden üstünde başka bir yalının bulunduğu bu ince uzun arsayı bulup satın alabilmiş. Ama kendisi günümüzün yalı alabilen zenginlerinden farklı olarak mimarlığa değer veren birisiymiş. Yeni evini yapması için dönemin en prestijli mimarı Sedat Hakkı Eldem’le anlaşmış. (1971 yılında Bomonti’de tül fabrikası yaptırmaya karar verdiğinde de parlak mimarlar Doğan Tekeli ve Sami Sisa’yla anlaşacaktır).
O tarihten sonra yalı belki de defalarca el değiştirmiştir. Sıradan bir göz, ahşap olmayan, Osmanlı olmayan, 19. Asırdan değil belli ki Cumhuriyet döneminden kalan bu evi değersiz bulabilir. Ama aslında benzeri çok az bulunan, mimarlık kitaplarına, araştırmalarına geçmiş, ‘yüzyılın eserleri’ listelerine girmiş çok özel bir yapı bu. İşte binayı alan kişiye bunu da anlatabilmek gerekirdi. Binanın esas değerinin yüzlerce başka yalı gibi Boğaziçi’nin kıyısında yapılmış, manzaralı bir ev olması değil Sedat Hakkı Eldem tarafından tasarlanmış olmasından kaynaklandığını, güzelliğinin o saçaklarından, balkonundan, ahşap kaplamalarından, içindeki seramik kaplı bardan geldiğini söylemek gerekirdi… Bunu söylemek tabii ki mimara düşerdi. Yalı sahibine yepyeni ve şıkır şıkır bir ev yapmak için işe koyulup Sedat Hakkı Eldem’in detaylarını tıraşlayıp bozup dönüştüren, en berbat ve sıradan moda yapı unsurlarıyla ‘süsleyen’ mimarın ise bunu hiç umursamadığı belli. Müşteri memnuniyeti esastır.
O zaman gözümüzü bu şehri korumaktan, milyonlarca insanın ortak değerlerini, kültürel birikimini, tarihini yaşatmaktan sorumlu kamusal kurum ve kuruluşlara çeviriyoruz. Onlar ne yaptı? Belediyeden, Kültür ve her şeye karışan Şehircilik Bakanlığı’na herkes bu tür uygulamalardan sorumlu. Ama tabii ki en çok Boğaz Öngörünüm Bölgesi’ni denetleyen kurumlar… En ufak tadilatın bile kolay olmadığını burada yaşayanlar iyi bilir. Buna rağmen, tescillenmiş, mimarlık tarihine girmiş, Yeniköy sahilinde yerini almış, herkesin denizden ve karadan görebildiği, eğitimli gözlerin her geçişte zevkle seyrettiği böyle bir yapıya bunun yapılması nasıl mümkün olabilmiş?
Yaşanan gerçek bir kültürel cinayet. Emre Arolat bütün sorumluları bu hatayı düzeltmeye çağırmış. Düzeltmek ne kadar mümkünse o kadarına razıyız sanırım. Ama esas meselenin hala doğru dürüst çalışmayan koruma mekanizmalarımız olduğunu biliyoruz. Hatta daha da önemlisi ne zaman nerede karşımızca çıkacağını bilmediğimiz kültüre, bilgiye, tarihe karşı egemen olan o değersizleştirme…
Cem Erciyes: Gazeteci, yayıncı. 1971 doğumlu Cem Erciyes, İzmir Bornova Anadolu Lisesi’ni ve Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. İstanbul Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler dalında yüksek lisans yaptı. Gazeteciliğe 1992’de Dünya Gazetesi’nde başladı. Dünya Kitap dergisi ve kültür sanat sayfalarında çalıştı. 1997 yılında Radikal’e geçti. Kültür Sanat Editörü ve Radikal Kitap Eki Yayın Koordinatörü, Ek Yayınlar Yönetmeni gibi görevler üstlendi… 2016 yılında Doğan Kitap’ın yayın direktörlüğünü üstlendi. Halen bu işi yapıyor. Çeşitli dergi, gazete ve internet sitelerinde yazıları yayımlandı. TRT’de, Açık Radyo’da kültür sanat ve tarih programları hazırladı, sundu