Alp Altınörs
Bu kaçıncı ölmendir Oslo?
İsrail Meclisi, 18 Temmuz’da geçirdiği bir kararla, Filistin Devleti’nin kurulmasını İsrail için “varoluşsal tehdit” ilan etti. Böylece, Filistin Devleti’nin kurulmasını öngören ve altında İsrail’in ve FKÖ’nün imzası bulunan Oslo Anlaşması’nı belki de son kez öldürmüş oldu. Bununla açıkça ilan edildi ki; “Filistin Özerk Yönetimi” İsrail işgali altındaki bölgelerde bir nevi belediyenin ötesine geçemeyecek, 1967 sınırlarında bir Filistin Devleti’ne asla İsrail rıza göstermeyecek.
Bu, Oslo’nun kaçıncı öldürülüşüdür? 13 Eylül 1993’de İsrail Başbakanı İzak Rabin ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Yaser Arafat tarafından imzalanan Oslo Anlaşması, Filistin Özerk Yönetimi’nin Gazze ve Batı Şeria’da kuruluşunu ve kademeli bir geçişin ardından 1999’da bu bölgelerde bağımsız Filistin Devleti’nin kuruluşunu öngörüyordu.
İşin aslında, berbat bir anlaşmaydı. Çünkü ilan edilecek bu sözde-bağımsız Filistin Devleti’nin içinde de İsrail yerleşimleri, İsrail askeri, İsrail mahkemeleri kalacaktı! Filistinli mülteciler geri dönemeyecekti. Doğu Kudüs, Filistin Özerk Yönetimi’ne dahil edilmemiş ve statüsü muğlak bırakılmıştı (gerçekte 1967 sınırlarında bir Filistin Devleti’ni kağıt üzerinde dahi kabul etmiş olmuyordu İsrail, bu sebeple). Doğu Kudüs’ün dahil edilmemesiyle, Filistin Yönetimi, Gazze ve Batı Şeria’da birbirinden yalıtık iki cebe (ya da anklava) bölünmüş oluyordu.
Ancak ne var ki, bu berbat anlaşma bile, İsrailli fanatik dinci çevreleri çılgına çeviriyordu. Anlaşmayı imzalayan İzak Rabin’in fanatiklerce katli, Oslo’nun ilanını belirsiz bir tarihe erteledi. Oslo bir kez daha öldü. Faşist Ariel Şaron’un Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya baskın yapması ile Oslo, bir daha, bir daha öldü. İkinci İntifada, böylece, 2001’de patladı. Yaser Arafat’ın trajik ölümü ile Oslo, yine öldü.
Filistin seçimlerini Hamas’ın kazanması ve neticede Gazze ile Batı Şeria’nın iki ayrı otoriteye dönüşmesi ile, Oslo bir kez daha öldü. Gazze’den çekilip burayı Hamas’a terk ederek, İsrail bu sonucu hazırlamıştı. Artık Yahudi köktendinciler, fanatikler, İsrail’de yükselişe geçmişti. Batı Şeria’da ise yasadışı İsrail yerleşimleri hız kazandı. Doğu Kudüs’te Siyonist aşırı sağın terörü, Mescid-i Aksa’nın yıkılması talebine değin vardı. Arap devletleri ise bütün bunlara aldırmaksızın İsrail’le normalleşme kuyruğuna girerek, Oslo’yu bir daha, bir daha öldürüyorlardı.
İşte Hamas’ın 7 Ekim saldırıları bu şartlarda gerçekleşti. Durumu, şartları, ilişkileri kökünden sarsarak, bir Filistin Devleti fikrini yeniden uluslararası dolaşıma soktu. İspanya gibi pek çok Avrupa devletinin Filistin’i tanımasını getiren de bu yeni şartlar oldu. Uluslararası Adalet Divanı, İsrail’i Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te “işgalci” ilan eden bir karara imza attı. İsrail’in onyıllardır Filistinlileri mahkûm ettiği “sessiz soykırım” sürdürülemez hale geldi. Oslo’nun adı var kendi yok haliyle, bu şartlarda bir hükmü olamazdı. İsrail Meclisi, aldığı kararla her türlü ara yolu kapattı: İsrail varsa, Filistin Devleti var olamaz. Aslında bu, daha 1999’da kesin olarak netleşmiş bir gerçeklikti.
Peki, bundan sonra ne olacak? İsrail’in en geri sınırlardaki, ordusu dahi olmayan, içinde İsrail askerlerinin varlığının devam ettiği sözde-bağımsız bir “Filistin Devleti”ni -emperyalist çevrelerde son aylarda pişirilen bu senaryoyu- dahi “varoluşsal tehdit” ilan etmesi Filistinlileri seçeneksiz bırakıyor.
Güney Afrikalı siyahlar, Güney Afrika vatandaşı olmak için savaşıyorlardı. Oradaki Apartheid rejimi ise onları vatandaş yapmamak için. Burada durum farklı. Filistinliler, ya da daha doğrusu, 1967 sınırlarında yaşayan Filistinliler, İsrail vatandaşı olmak istemiyorlar. Smotriç gibi faşist fanatikler Batı Şeria’yı “ilhak” çağrısı yapıyor ama onlar da 5 milyon Filistinliyi İsrail vatandaşı yapmak istemiyorlar.
İsrail’in uzun vadeli planı, bu 5 milyon Filistinliyi sürüp (Gazzelileri Mısır’a, Batı Şeria’dakileri Ürdün’e, Doğu Kudüs’tekileri Avrupa ve ABD’ye) bu bölgeleri Yahudi yerleşimleriyle doldurmaktı. Böylece sıra “ilhak”a gelebilecekti. Ancak 7 Ekim “Aksa Tufanı” bu plana çomak soktu. Filistin Direnişi’nin gücü, uluslararası bir bunalıma yol açtı. Artık Oslo’nun hayaleti dahi kalmadığına göre, Filistinlilerin devlet hakkını lafta değil, gerçekten sağlayacak yeni ve adil bir anlaşmanın İsrail’e dayatılmasının zamanı gelmiş demektir.
Dünyanın tüm demokratlarına düşen, İsrail’i boykot hareketini geliştirerek, ırkçı Apartheid rejimini tecrit etmek ve İsrail soykırımlarını durdurmaktır. Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail işgalini saptayan ve tüm devletleri “İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarındaki varlığını hukuki olarak tanımlamakla, yardım veya destek sağlamakla yükümlü” kılan kararı Filistin’e dair yeni bir sözleşmenin hukuki zeminini oluşturmaktadır. Nihayetinde, İsrail’in gücü de sınırsız değildir. Esnemezse kırılacaktır.
Alp Altınörs kimdir?
Çevirmen, iktisatçı ve siyasetçi. Avukat bir anne ve babanın çocuğu olarak Ankara’da doğdu. Liseyi TED Ankara Kolejinde bitirdikten sonra, Bilkent Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler eğitimi gördü, ancak yarım bıraktı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde İktisat Fakültesi’ni bitirdi. Ankara Üniversitesi’nde Rus Dili ve Edebiyat eğitimini halen sürdürmektedir. İspanyolca eğitimini İstanbul Cervantes Enstitüsü’nde tamamladı. İngilizce, İspanyolca ve Rusça dillerinde çevirmenlik yapmaktadır. "İmkansız Sermaye-21. Yüzyılda Kapitalizm Sosyalizm ve Toplum" adlı kitabın yazarıdır.