Süreyya Karacabey
Bütün tiyatrolar kapatılsa ne yapardınız?
Bütün tiyatrolar KHK benzeri kararla, bir gecede kapatılsa ne olur? İnsanlar akın akın sokaklara dökülür mü, tiyatro izlemek bizim hakkımız diye yeri göğü inletir mi? Tiyatro benim için bir yaşam biçimi diyenler ne yapar acaba? Devlet yasakladıysa itiraz etmek tehlikeli olabilir, başımızı belaya sokmayalım şimdi, reklam, dizi işine gömülelim bir süre mi derler, yoksa başka bir şeyle hayatlarını anlamlandıramayacaklarını düşünerek, isyan bayrağını mı çekerler. Hayatınızda tiyatro olmazsa, kaybedeceğiniz şey gerçekten nedir?
Ülkede düzenli aralıklarla oyunlar yasaklandığında ve haksızlığa uğrayan tiyatrocular bu yasaklara karşı çıktığında, örgütlü bir seyirci inisiyatifinin kendi seyir hakkının gaspına yönelik bir hareketini arayan, pek bir şeyle karşılaşmayacaktır. Gerçi tiyatrocuların tamamını da çok ilgilendirmez görünür bu yasaklar. Onlar için tekil bir yasak, kendilerinden uzakta, “sakıncalı” birilerinin başına gelmiş münferit vakalardır, tek bir yasağın bile bütün sanata yöneltildiğini görmezden gelirler.
Aslında burada karşımıza çıkan şey, hemen her alanda yaşananın benzeridir. Hepsi için geçerli olan ise, hiçbir susturma edimi, sadece yöneldiği şeyle sınırlı değildir, herkese yöneltilmiş bir uyarı niteliğini taşır ya da bir çeşit yıldırma operasyonudur. Dolayısıyla size çok uzak bir yerde birilerinin oyun yapma hakkı engelleniyorsa, bunun gerçek anlamı herkesin oyun yapma hakkına yöneltilmiş tehdittir. Sahneyi karartan irade, seyircinin seyir hakkının üzerinden de dümdüz geçmiştir. Bir şey elinizden alındığında verdiğiniz tepki, teslim ettiğiniz şeye duyduğunuz bağlılıkla doğru orantılıdır.
Bir gecede bütün tiyatrolar kapatılsa hakikaten ne yaparsınız?
Ülkedeki yönetim kurgusunun distopik dokusu, her şeyin mümkün olabileceğine ilişkin yeterince işaret bırakmışken, sahnede tek bir sesin yasaklanmasını bir varlık problemi olarak görmemiz gerekir. Bütün kötü hikayeler böyle başlar. Hak ihlalleri, ayrımcılıklar hep ötekinin başına gelen olarak görülür, o öteki'ye uzaktan bakılır ve sessizlikle geçiştirmenin bir yolu bulunur. Sonra olay örgüsü çatallaşmaya, farklı kollardan herkesi kapsamaya, öteki ile iktidar arasındaki yalın görünen çatışmayı bozmaya ve herkesi içine almaya başlar. Başlar, başlamıştır, başlayacaktır.
Hep böyle olur. En ufak bir hak ihlali karşısında sert ve tahammülsüz kolektif bir tepki örgütlendiğinde ise kurgu, bir delinin yazdığı hikaye olmaktan çıkar ve yeniden tutarlı bir bütünlük kazanır. Ama bu hiç yapılmaz, yapılmamıştır, sessizlikten bir duvara dönüşen kitle finalde ağlayarak birbirine sarılır. Bütün ayrımlar ortadan kalkmış, sap saman karışmış, izler tozlu yollarda çoktan silinmiştir.
Tikel haksızlık tümele yönelen bir şeydir, tiyatronun fuayesine bunu yazın.
Susturulan bir tiyatrocu susturulmuş tiyatro demektir. Bunu da.
Tiyatro tarihinde, tiyatroyu yasaklamaya çalışanların tek bir adı vardır, tiyatro düşmanları, bu düşmanlar çağa göre değişir. Kimi zaman saray olur, kilise olur, şeyhülislam olur. Ama adı değişmez: Tiyatro düşmanları. Düşman kelimesi, savaş literatürüne aittir, yani tiyatronun tarihi aynı zamanda bir savaşın tarihidir. Şöyle kendi halinde bir sanatla, ne demeye bu kadar çok uğraştılar diye düşünürseniz yanılırsınız. Bütün sanat türleri içinde en fazla rahatsızlık veren tiyatrodur. Çünkü tiyatroda insanlar biraraya gelir, yazılı metne uyulmayabilir, her an doğaçtan bir suç işlenebilir, ya dine, ya topluma, ya devlete karşı. Ya da hiçbir şey yapmasa bile bedenlerin “erotik” kışkırtıcılığı yüzünden suçlanır düşmanın dinsel kesimi tarafından. Sansürün ve yasaklamanın tarihinde çok enteresan, gülünç, aynı zamanda çok trajik olaylar kaydedilmiştir. Ve bu tarih kaydedilirken, tiyatroya karşı olmaktan söz edilir, falanca tiyatroya değil, tiyatrolar vardır, çoğuldur ama tiyatro durumu tekildir.
Bütün bu savaş tarihinde tiyatro yenilmemiştir. Kimseye silah doğrultmadan düşmanı atlatmayı başarmış, sesi kısılsa bile yaratıcı yollarla seyirciye sesini duyurmayı becermiştir. Fransa'da sözlü oyun yapma tekeli belirli tiyatrolara verildiğinde panayır, pazar yerlerinde oyuncuların bu ayrıcalıklı tiyatrolarda sahnelenen oyunların parodisini çıkarıp halkı eğlendirdiğini görürsünüz, ya da başka seyirciler bulmak için yollara düştüklerini. Bu yasaklı tarihin en ibret veren öyküsü Ortaçağa aittir.
Hıristiyanlık tarafından şeytani bulunup yasaklanan tiyatro, Ortaçağ kilisesinde kutsal ayin sırasında yeniden belirir. Quem Quertis'le. İsa'nın ölümünü duyan Meryemler mezara gelir, mezar boştur, onlara sorulur: “Kimi arıyorsunuz?” İsa'nın bedeni yoktur, tiyatro da yoktur. Bir yokluğun mevcudiyetine çarpıldığında teatral edim başlayacaktır. İslam ülkelerinde ise XII. Yüzyılda Ömer İbn-ül Fârız, bir eserinde, din adamlarının itirazlarına karşı gölge oyununu savunmaktadır. Tasvirlere ip geçirmek ya da sopa yerleştirmek için konulan deliği gösterir, hiçbir canlı böyle bir delikle canlı kalamayacağına göre bu tasvirler canlı yaratma ediminin dışında, Tanrı'nın işine karışmanın dışındadır. Suretlere açılan delik, bir boşluk, tıpkı diğerinde olduğu gibi tiyatronun varlığını bir boşluğa, bir yokluğa bağlar. Boş bir mezara sorulan sorudan, bir surete açılan delikten yeniden doğmayı başlayan bir sanatla zaten başa çıkamazsınız.
Dünya tiyatro günü yaklaşırken, o günü, dünyanın bütün yollarında kovalanarak yürüyen, sığınaklarda oyun yapan eski tiyatroculara armağan edelim ve tiyatro düşmanlarına karşı “tiyatro” için direnelim.
Peki sen seyirci, bir gecede bütün tiyatrolar kapatılsa ne yapardın?
Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.