Süreyya Karacabey
Çocuk mezarlığı
Sonra suda ölüsünü buldular. “Kimse dokunmasın” demiştir belki de su, “bırakın uyusun burada. Hangi imam, hangi yüzle okuyacak duasını. Çocukların anladığı bir dua değil sizinki, yaşarken kefen giydiren türden. Bırakın, dokunmayın, uyusun burada, balıklar korusun onu.”
Susmalardan yapılmış köyün göğünde sadece kuşların attığı bir çığlığın içine gömsünler onu. Kimse ağlamasın.Gitsin yaksın o köyü. Abiler ve amcalardan oluşan fasit çemberin içine sıkışmış çocukları kurtarsın. O çemberi kırsın gücü yeten. Çemberin dışında duran ve yurttaşların emanet edildiği dinsel öğretileri, ahlak diye tepemize boca eden bir devletin kolaylaştırıcılığını sorgulasın ağlayan.
Sonra suda ölüsünü buldular. Buzdolabında günlerce saklanmış bir ölü çocuk uçarak suya indi. Bir başkası daha uzaktan geliyordu. Hepsi çuvalın içine girdi. “Çok yorgundum” demiştir onlara da Narin. Devletin, ailenin öldürdüğü çocuklar tekrarladılar Narin'in söylediğini:” Çok yorgunduk.”
Kimse ağlamasın. Çaresiz kalınca ağlar insan. Tepesine yanardağ lavları inince, depremle yıkılınca evi. Bir köy bir çocuğu susarak kaybettiğinde, başka bir çocuk, keskin bir nişancı tarafından evinin önünde öldürüldüğünde, öteki dünyaya hazırlık kurslarıyla aileler birleşip çocukları öğüttüğünde, ülkesi bir çocuk mezarlığına dönüştüğünde ağlamaz, kanı donar çünkü.
Ağrı'da kaybolan Leyla'yı da bir dere kenarına bırakmışlardı, bulunduğunda on sekiz gün sonraydı ve köyün yakınındaydı dere. Sonra başka çocuklar da bir suyun kıyısına bırakıldı. Asla ne olduğu tam olarak anlaşılmadı, örtbas edildi olanlar, herkes birbirini kolladı.
Mafya'nın ünlü omerta yasası işliyor bir kız çocuğu herkes tarafından öldürüldüğünde. Suç, kolektif olunca havaya dağılıyor ceza, suya bırakılan yeni bir beden ortaya çıkana kadar da unutuşa bırakılıyor. Gerçekten sekiz yaşındaki bir çocuğun bu şekilde ölümü karşısında susabilir mi insan? Utanç, kolektif olunca havaya dağılıyor. Yas ve utanç ise hep bize kalıyor. Sahi, ölmeden önce bağırabilmiş midir Narin? Ses, boğazında yok olurken, çok yorgunken, neye uğradığını anlamış mıdır?
Kimse ağlamasın, sustukları gerçek parçalanana kadar çığlık atılsın. Çünkü o çığlık çocukların boğazında bırakıldı.
Kimse ağlamasın, o köyler, o evler, o akrabalar, o yetkililer yok olana kadar haykırılsın.
Kimse ağlamasın,küçük çocuklara tecavüz edilip, işkence edilen Şakran cezaevinin damını niye o zaman, yıkmadığını sorsun birbirine herkes.
Suç, kolektif olunca dağılıp yok oluyorsa, cezayı keseceklerin kolektif sesi yankılasın çocuk mezarlığının giriş kapısında.
Kimse ağlamasın, o çuvalın içine tıkılan küçük bedenlere, başka bir hayat sunacak bir yer hayal etsin. Vazgeçtiği mücadeleye, tam da buradan başlasın herkes. Sessizce geçiştirilemeyecek bir şey olduğuna çarpsın, burada ömür denilen şeyin. Kimse için değmezse bile çocuklar için değer diye düşünsün, bu iliştirilmiş hayatta bıkkınlığın donuklaştırdığı ruhlarımız.
Herkes o çuvalın içinde şimdi. “Örselediğiniz bütün kızçocuklarının ölüleri, asla rahat bırakmayacak sizi” demiştir su, Narin'i verirken. “Benim temizleyeceğim bir el yok burada. Lanet, örgütlediğiniz hayatlardan yayılıyor havaya, zehir içeriden dışarıya doğru yükseliyor ve alçaklığınızın materyalini ateş bile eritemiyor.”
Sonra suda buldular ölüsünü.
Süreyya Karacabey kimdir?
Süreyya Karacabey Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik, Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek başlıklı kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.