Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Ebedi Barış

Barış eğer bir boş gösterene dönüşmüşse, kitlelerin özgürlük için mücadele etmesi kaçınılmaz hale gelmiştir belki de. Temel hak ve özgürlükleri için mücadele edenlerin önünde inşa edilmeyi bekleyen bir dünya vardır.

1 Eylül Dünya Barış Günü'ydü. Bir ara bu tespit edilmiş günlerle dalga geçmek için, her günü, özel bir gün ilan ettiğim bir oyun oynuyordum sosyal medyada. Bugün dünya “komşunu yedikten sonra dişlerini fırçalamayı unutma” günü, gibi. Demek ki o zaman diş fırçalayacak zaman kalıyormuş, şimdi yazsaydım karbonatlı suyla ağzını çalkalama günü derdim, belki orayı da geçmişizdir. Her şey çok hızlı ilerliyor şimdi, tiyatroda İtalyan provası denir, oyun baştan sona, ayrıntılar atlanarak şöyle bir üstünden geçerek oynanır, bir çeşit akış provasıdır. İtalyanca hızlı konuşulan bir dil olduğu için böyle adlandırılmıştır muhtemelen.

Uzun zamandır seyrettiğimiz gösteriler İtalyan provası mantığına göre yapılandırıldığı için pek bir şey anlamadan bir akış seyrediyoruz, kostümler, simgeler, replikler, hepsi mevcut ama amaç anlaşılması olmadığı için, ancak şöyle bir bakıp geçiyoruz: “İlk sahnede Rusya başkanıyla bir problem vardı, oradan Irak'a nasıl geçildi, bu geçişlerin ara sahneleri nerede, bütün ton kaybolduğu için o kritik konuşmanın ironik mi yoksa literal mi anlaşılması gerektiğine karar veremiyorum.” Neye karar vereceksin, sana bir şey soran mı var, sayısız yorumcunun işi bu zaten, olan görünenin olmayanla ilişkisi nedir? Kutsal kitap yorumcuları gibi çalışıyor bazıları, “göründüğü gibi değil” sadece aşkın alemin değil içkin dünyanın da mottosu. Onun için size diyalektik çalışın dediler çok uzun zaman önce. Çalışmazsanız zuhur edişin arka planı sahne dışında gerçekleştiği için, olay yine bir gizeme bağlanacaktır, her zaman olduğu gibi.

1795 yılında Kant, “Ebedi Barış” üzerine bir hayal kurduğunda uygarlığın kuruluş esasının savaş olduğunu elbette biliyordu; burası benim demenin, milli hislerden söz etmenin, zenginleşmenin, güçlü devlet olmanın yolunun etrafı mayınlı bölgeye çevirmek demek olduğunu da. Ama o bir filozoftu, kimsenin yalan söylemediği, başkasının toprağına zıplamadığı bir dünyanın kurulabileceğini hayal edebilirdi. Monarşilerin sallanmaya başladığı bir yüzyılda, cumhuriyetçiliği barışın devamlılığı için bir gereklilik olarak görebilirdi.

Savaş durumuna karşı, bireysel hak ve özgürlüklerin korunduğu, ülkelerin birbirinin topraklarına saygılı olduğu bir barış durumunun sürekliliği hakkında düşünebilmenin zamanının yaklaştığına inanmış olabilirdi. Yine de ümit edilmiş diye düşünüyor insan, barış hep ümit edilen bir şey zaten. Küresel açıdan düşünüldüğünde hiç gerçekleşmemiş çünkü, antik zamanlardan beri böyle, hatta mitik zamanların da temel malzemesi. Hiçbir şey bulamazsa yer ile göğü savaştırmış insan, tanrıları, tanrıçaları. Bu yüzden barış hep geleceğe dair bir temenni ve dilek biçiminde okunacak, siyasetçilerden çok şairlerin, yazarların, filozofların konusu olarak kalacak.

Barış çağrısını kimsenin gerçekçi görmediği malum, dünyanın bu biçimi küresel bir barışı hayal etmek için hiçbir zemin yaratmıyor, çünkü barış çağrısı halkları değil devletleri, orduları ilgilendiriyor. Onlar barışı, iki çatışma arasındaki sessizlik anı sanmaktalar, bu yüzden silahsızlanma ya da vicdani ret çağrılarını, vatan hainliğiyle özdeş kılıyorlar. Devlet bir yere saldırmaya karar vermişse, yutkunup sesizce geçiştirmek de mümkün değil, topluluk ne olduğunu anlamadan hadi savaşa gidiyoruz kararının doğrudan tarafı haline gelmek zorunda.

Kimi sevip sevmeyeceğiniz, kimi dost kimi düşman göreceğiniz kabilenizin kararlarına bağlı. Bu sadece filozoflara ve şairlere saçma gelmemiştir değil mi? Savaş zamanı savaşmayı reddedenlerin trajik hikayeleriyle dolu filmler ve romanlar ve “savaş kaçağı” diye bir suç var. Devletin cezalandırdığı yetmezmiş gibi bir de içinde yaşadığı kolektif tarafından cezalandırılıyor bu insanlar. İşte barış denildiğinde akıllarına gelen bu, çatışma durumuna karşı her yurttaşta bulunması gereken hevesin sönümlenmesi.

Eski zamanlarda küçücük bir kentte yaşamış ve ölmüş bir filozof, düzenli orduların ilgasından söz etmişti, üstelik pek çok okur yazarın siyasi görüşlerine pek bayılmadığı bir filozof. Şimdi aynı Avrupa'da Gazze'de olanları protesto eden filozoflar şehirlerden kovulmaktalar. Çünkü savaş eskisinden daha elzem artık, çünkü bu düzenin savaştan başka bir malzemesi kalmadı elinde satacak. Barış giderek bir boş gösteren, savaşın kaçınılmazlığına ikna edilmiş yığınlar içinse tartışılması gereken tek şey, bu durumda savaş hukuku. “Tamam öldür ama kurala uyarak öldür” demek çağın en ileri cümlesi gibi. Bu da çoğu zaman "yemişim hukuku" anayasasına göre suç teşkil edebiliyor. Bu gerçekten sadece filozoflara, şairlere, oyun yazarlarına tuhaf gelmiyordur değil mi, çoğunluk için de tuhaf olmalı.

Televizyon izlerken sokak röportajı yüzünden gözaltına alınan yurttaşın gecenin bir saatinde, kimseye haber verilmeden, ıssız bir yerde bırakılması insanlara, onun gözaltına alınmasından daha korkunç gelmişti. Aynı şeyi sabahın köründe, hadi çık artık dedikleri 82 yaşındaki bir kadına daha yaptılar. Teröre yardım iddiasıyla içeri aldıkları bir kadın. İçeri alınmalarından daha incitici gelme sebebindeki çaresizlik, madem savaşıyorsun bari savaş hukukuna uy denilmesindeki çaresizliğe benziyordu.

Barış eğer bir boş gösterene dönüşmüşse, kitlelerin özgürlük için mücadele etmesi kaçınılmaz hale gelmiştir belki de. Olduğu biçimiyle bu dünyada barış, sadece cephelerin ortasında kısa sürecek bir moladan ibarettir, oysa temel hak ve özgürlüklükleri için mücadele edenlerin önünde inşa edilmeyi bekleyen bir dünya vardır. Bu sadece şairlere, yazarlara ve filozoflara mümkün görünmüyordur değil mi?


Süreyya Karacabey kimdir?

Süreyya Karacabey Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik, Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek başlıklı kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi