Pelin Cengiz
Cerattepe’nin, Dersim’in, Hasankeyf’in suçu neydi?
Artvin Cerattepe’de Doğu Karadeniz’in dağları madenler için şirketlere peşkeş çekiliyor, Hasankeyf’te 12 bin yıllık insanlık mirası 50 yıl ömrü olacak bir baraj için dinamitleniyor, Dersim’de çatışma ve operasyonlar sonrası ormanlar yanıyor. Bir yanda doğal varlıklar, diğer yanda tarihi miras geri dönüşsüz olarak yok ediliyor.
Senkronize şekilde doğaya, yaşam alanlarına, kültürel ve tarihi varlıklara yönelik bu barbarlığa, bu vandalizme, bu toptan yok edilişe bugün ses çıkarılmayacaksa ne zaman çıkarılacak?
Şimdi kendi yaşam alanına "henüz" dokunulmadığı için sesini çıkarmayanlar, emin olun ki bugün Karadeniz’in kadim ormanlarını yok edenler, Dersim’in dağlarını yakanlar, Hasankeyf’in binlerce yıllık tarihini dinamitleyenler bir gün sizin de kapınızı çalacak.
İstiyorlar ki, insanlar çaresiz kalsın, tüm olup bitenlere boyun eğsin, yerini yurdunu terk etsin, etmiyorsa da kalıp, kimliğinden, haklarından, doğasından vazgeçsin. Bugün buralarda yükselen mücadeleye, muhalefet sesine, direnişe gözlerini, kulaklarını kapatanlar buraların kolay kolay teslim olmayacağını da bilmesi gerekiyor.
Ormanları yakılarak, barajlarla suları kuşatılarak, dağlarında siyanürlü altın madenciliği yapılarak, köyleri boşaltılarak bir anlamda yaşam alanları insansızlaştırılarak buralardaki insanlar "terbiye edilmeye", "hizaya getirilmeye" çalışılıyor, farkındayız. Seçimlerle ele geçirilememiş yerler, kimi zaman devlet güçlerinin zoruyla kimi zaman yandaş bir şirketin rant ve talan iştahıyla, o da olmazsa hiçbir meşruluğu olmayan yerel yönetimlere atanan kayyumlarla terbiye edilmek isteniyor.
Mesela, Dersim coğrafyası "güvenlik" gerekçesi adı altında yapılan ve yapılması planlanan baraj, HES gibi projelerinin tehdidi yetmezmiş gibi bir de artık sistematik hal alan orman yangınlarıyla tahrip ediliyor. Valiliğin özellikle yangına müdahale etmemesi yeterince kötü değilmiş gibi halkın yangına müdahale etmesini de engellemesi hangi akılla, hangi ahlakla, hangi siyasi duruşla izah edilebilir? Vatanseverlik sadece lafta kalaca birşey değil, bu düpedüz memleketin sahip olduğu değerlere hainliktir.
Hasankeyfin bir baraj projesi için feda edileceği ve sular altında kalacağı yıllardır uluslararası kamuoyu da dahil herkesin malumu. Bu zaten kabul edilemezken, şimdi görüyoruz ki Hasankeyf acımasızca dinamitlerle patlatılarak, yıkılarak yok ediliyor. Sanki düşman toprağına saldırır gibi…
Geçen yıl Avrupa’nın önde gelen kültür mirası kuruluşu Europa Nostra, Hasankeyf’i, Avrupa’nın "En Çok Tehlikede Olan 7 Kültür Mirası" listesine seçmişti. Evet o tehlike geldi, kapıya dayandı. Türkiye’deki Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 20. Maddesi, "Taşınmaz kültür varlıkları bulundukları yerde korunmalıdır" diyor. Ne dikkate alan oldu, ne de itirazları dinleyen. Göz göre göre Hasankeyf yok edildi, insanlar yerinden yurdundan sürüldü. Devletin "yok et, insanı sür, yeniden inşa et" politikası burada da devreye girdi, kriterlerinin 10’ndan 9’unu karşılamasına rağmen Türkiye, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne Hasankeyf’i aday göstermek için başvurmadı bile…
Barındırdığı eşsiz eserler sayesinde çok hızlı ve kolay şekilde açık hava müzesi haline getirilebilecek Hasankeyf, aynı zamanda bu toprakların toplumsal ve kültürel belleğini temsil ediyor. Bazı kaybedişlerin geri dönüşü yok ne yazık ki.
Doç. Dr. Adnan Çevik'in "Hasankeyf: Medeniyetlerin Buluştuğu Kent" adlı çalışması, Hasankeyf ve bölgesinin Anadolu'daki ilk Türk-İslam başkentlerinden biri ve İslamiyet'in Anadolu'da kök saldığı ilk bölge olduğunu gösteriyor. Türkiye’de iktidarın iç politikada kullandığı "ecdada sahip çıkma", "geçmişi olmayanın geleceği olmaz" söylemlerinin de nasıl içi boş bir popülizm olduğunu görüyoruz.
12 bin yıl boyunca savaşlara, depremlere, sellere dayanabilmiş insanlığın dünya mirası 12 bin yıllık Hasankeyf, 50 yıllık baraj inşaatına direnemedi. Ilısu Barajı sadece Hasankeyf'i değil, aynı zamanda Türk İslam tarihinin Anadolu’daki eşsiz izlerini de yok etti. Bir baraj uğruna camilerin, türbelerin, külliyelerin yok edilmesi, Türkiye’nin sözde en "dindar" hükümetinin iktidarında meydana geldi, bu vandallık tarihe böyle düşülmelidir.
Bir önceki yazıda bahsetmiştim, 25 yıldan fazla bir zamandır Artvin Cerattepe’de devam eden maden mücadelesi, defalarca hukuk yoluyla elde edilen kazanımlara rağmen, topyekün bir kent halkının itirazlarına rağmen sürdürülüyor. Hem de madenciliğin en vahşi şekliyle. Madenin girişinde büyük harflerle besmele yazılmış. Eh ne de olsa memleketin dağını, taşını, ormanını, suyunu kurban ediyorsunuz. Besmeleyle doğa katliamı yaparken, hem de orada çalışanların dini duygularını sömürüyorsunuz.
İnsanların genciyle yaşlısıyla kentte huzuru kalmadı. 94 yaşında Cerattepe direnişinin sembol isimlerinden Erzade Yalçıntaş, "Doğamızı kirletmesinler, ormanları çöle çevirmesinler. Ellerini vicdanlarına koysunlar. Benim vicdanım bunu hiç kaldırmıyor, çok üzgünüm. Bu mücadeleye katılmaya her zaman hazırım, son nefesime kadar. Ben gelmişim 94 yaşına, biz genç nesiller için mücadele ediyoruz. Ömrüm yettikçe mücadeleyi sürdüreceğim" diyor.
Miyase Şeyhoğlu da bize benzer şeyler anlatıyor ve soruyor. "Karşımızda tutarlı hiç kimseyi bulamıyoruz. Murgul’da yıllar önce bunlar yaşandı, insanlar, hayvanlar öldü, karşılığında para verildi. Doğanın, kuşun, arının canını nasıl geri vereceksiniz? Nereye gidelim? Kime söyleyelim? Artvin’i terk edin diyorlar. Bir kişinin keyfi için. Biz bu yaşta nereye gidelim? Neden böyle oldu? Kime soralım? Artvin’in suçu neydi?"
Miyase Hanım, Artvin’in suçu neydi diye soruyor. Biz de tekrar tekrar soralım ve sorgulayalım: Artvin gibi Dersim’in, Hasankeyf’in, Kaz Dağları’nın, Alakır Nehri’nin, Ege köylerinin, Kuzey Ormanları’nın, Marmara kıyılarının, Trakya’nın suçu neydi?