CHP Apartmanı ve sahipsiz muhalefet

Gezi protestolarında ve sonrasında CHP'nin ne kadar payı var idiyse, aynen bu referandumda da o kadar az payı vardır.

Duvarlar çatlamış.

Su boruları çürüyüp paslanmış, koridorları daireleri nem kaplamış.

Çatıda kiremitler yerinden oynamış, yağmurda olduğu gibi içeri akıyor.

Asansör bir çalışıyor, üç çalışmıyor.

Habire sigortalar atıyor.

Binanın çoğu erkek, yaşlı kiracıları, 'zoraki komşular' olarak bir arada yaşıyorlar, ama mümkün olduğunca selamsız sabahsız. Hiçbiri binadan memnun değil.Ama apartmanın mevkii ve manzarası nedeniyle kımıldamaya da hiç niyetleri yok.

Her birinina aklında bina yöneticisi olup kafasındaki yönetim tarzını 'hayata geçirmek' var, ama öyle bir yönetim kurulu var ki, her bir konu, en basitinden bile olsa, çözüm bulana kadar - o da bulursa - cılkı çıkana kadar kavga ve küskünlük konusu oluyor. Apartman yöneticisi kim olursa olsun, geldi mi gitmemek için bin dereden su getiriyor ve gelen o 'sularla' bina çürüdükçe çürüyor.

Binaya yeni taşınanlar, daha genç ve şevkli olanlar, problemleri hızla görüp el atmaya kalkıştıkları anda kendilerini kavganın içinde buluyorlar ve fatura onlara çıkıyor.

'CHP Apartmanı'nda durum, kendimizi bildik bileli, böyle.

Apartman'ın kıdemli daire sahibi ve de 'fahri ve ebedi yönetim kurulu başkanı' Deniz Baykal'ın son uvertürleri, binanın genç ve akıllı kiracısı Selin Sayek Böke'nin istifası, huysuz apartman sakini Fikri Sağlar'ı tahliye ettirme girişimleri üzerine gözlerimiz yine, bir yeni parodi serisini izlemek üzere, CHP Apartmanı'na çevrilmiş bulunuyor.

'Apartman yöneticisi' Kemal Kılıçdaroğlu, 16 Nisan referandumu ardından patlak veren tartışma ve tepkiler karşısında çaresizliğe sürüklenince hemen Türkiye'nin diğer siyaset esnafının sığınağına atıverdi kendisini.

Neymiş?

Parti muazzam bir komploya hedef oluyormuş.

Gizli güçler harekete geçmiş.

Son konuşmasındaki 'analiz'e bakalım:

"Toplumun en az yüzde 50’si hayır dedi. Olayın meşru olmadığını artık bütün dünya biliyor, sadece biz değil. Bütün uluslararası raporlara bu halk oylamasının meşru olmadığı yansıdı.

Bu tartışmaları gündemden düşürüp başka bir tartışmayı başlatmak istiyorlar. Bu bağlamda hedefledikleri şu; biz, resmi rakamlara göre en az yüzde 49 olan bloğu nasıl dağıtırız. Bunun arayışı içindeler. Bunun ana omurgasını kim oluşturuyor CHP. O zaman gelin CHP’yi tartışalım.''

Kemal Bey'in kavramlarını bir kenara not edin:

Yüzde 49 blok.

Ana omurga, CHP.

Ve tabii üçüncü çoğul şahıs:

Onlar.

Kim bunlar?

'Mor adamlar'.

Meçhul bazı failler.

Kemal Bey devam ediyor:

"Bir oyun oynanıyor, gayri meşru bir alan unutturulmak isteniyor. Hayır oyu kullanan bütün partiler, bütün sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşlarının, vatandaşların AKP’ye oy verip demokrasiden yana hayır oyu kullanan bütün vatandaşların bu birlikteliği korumak için özen göstermesi gerekiyor.

Ben bu konuda söz veriyorum. Demokratik parlamenter sistemin bütün kurumlarıyla gelmesi için mücadeleyi başlatacağız ve hiç kimse unutmasın mücadele asıl şimdi başlıyor.''

  • Bu söz veren kişi, 7 Haziran sonrasında Saray ve Davutoğlu'nun ince tezgahına gelip haftalarca müzakerecilik oynayarak tarihi bir fırsatın heba edilmesine katkı sağlayan kişi değil mi?
  • Bugün artık herkesin bildiği gerçeği, Ceylanpınar'da öldürülen iki polisin arkasında 'çok karanlık güçler' olduğunu ta o günlerde öğrendiği halde, çıkıp bangır bangır bunu bağıracak yerde barış masasının yıkılmasını seyreden de o kişi değil mi?
  • Dokunulmazlıklar konusunda sergilenen pis oyunu kabullenip bin türlü cambazlıkla Meclis'in üçüncü büyük partisine hapisle, itiş kakışla muamele edilerek demokrasinin iğdiş edilmesine aracılık eden bu kişinin kendisi ve ekibi değil mi?
  • Ne idüğü belirsiz, güdük bir darbe girişiminin - daha doğru deyişle bir çeyrek askeri kalkışmanın - önünü arkasını anlamadan, paldır küldür Yenikapı'ya koşarak, tam da muktedirin arzu ettiği format ve uysallıkla, OHAL'e açılak kapıların tokmağını tutan da bu kişi değil mi?
  • OHAL 20 Temmuz'dan beri demokratik yapıdan ne kaldıysa çatır çatır sökerken, sanki bir manası varmış gibi Anayasa Komisyonu'ydu, Darbe Komisyonu'ydu katılıp muhalefetçilik oynatan da yine aynı kişi değil mi?
  • İfade, toplanma, gösteri, mülkiyet hakları paspas edilirken, ortada ne kadar onurlu gazeteci akademisyen iş adamı bürokrat varsa hepsi kodese tıkılırken, bir saatini cezaevi veya üniversite kapılarında nöbete ayırdı mı bu kişi?
  • Yok solcu, yok Kürt, yok Cemaat diye ortada avukat bırakılmaz, yarısı dayak yer öbür yarısı hapse tıkılırken, bir gün olsun sokağa çıkıp avukatlarla beraber yürümeyi akıl etti mi bu kişi?
  • 16 Nisan'ın ertesinde ilk yaptığı iş yüzde 1500 haklı olarak sokağa dökülen insanlara öncülük edeceği yerde sokağı reddetmek olmadı mı?
  • Sonucu YSK, Danıştay ve AYM gibi 'ele geçmiş' kuruluşlara itirazla götürmenin zerre kadar faydası olmayacağını herkes bildiği halde, sanki bu absürt legalizmle demokrasi geri kazanılacakmış izlenimi yaratarak memleketin biçare insanlarını bir kez daha oyalama sürecine sokmadı mı?

Üzülerek yazıyorum bunları.

Çünkü Kemal Bey iyi bir insan, saygım var ahlakına ve meziyetlerine.

Kırılacaksa da şimdiden özür dilerim, ama dost acı söyler.

Ve siyaset, sadece 'iyi insan' olmakla maalesef yürümüyor.

Bu yazdıklarımın binde birini kibarca söyleyenlerin bile partideki iliştirilmiş esnafı ayağa kaldırmaya yettiği bir siyaset bataklığı söz konusu çünkü.

Peki ya partinin habire sesi çıkan 'eski'leri?

Patlayan 'tartışma' inanın içler acısı.

Siyasi kariyerini 'tescilli mağlup' olarak sürdüren 'tabii milletvekili' Deniz Baykal, bugünlerde halinden pek bir memnun.

Çünkü, o çok sevdiği ağız dalaşı hali, sansasyona ve kavgaya bayılan yılışık medyanın arayıp da bulamadığı bir şey oldu.

Erdoğan kendisini dokunanın yandığı bir tabu haline getirmiş iken, en iyisi CHP'deki bu 'içerden fişekleme'yle gündemi doldurmaktı.

Memleket sathında milyonlarca insan mağduriyetten ve zulümden nasibini alırken, çocuklar akrep panzerlere kurban olur, Cemaat mensupları 'kaybettirilir'ken, açlık grevi yapan cesur akademisyenler haber bile olmazken, Baykal, bu konuların Ankara kadar uzağında, Ertuğrul Özkök'e kendi cevabını yetiştirmekle meşgul şu sıralarda:

"Siz, Hayır oylarının "huzur", "sükûnet" ve "keyif" için yeterli olduğunu sanıyorsunuz, yanılıyorsunuz Ertuğrul Bey. O "telaş", o "hırs" olmazsa o 49 bir sabun köpüğü gibi kaybolur. Zaten o "telaş" ve "hırs" olmasaydı o 49 da olmazdı.

Hatta o tasarının meclisten çıktığı 20 Ocak gecesinin sabahında, parti içinde o zaman önerdiğimiz gibi, biraz daha "telaş" ve "hırs" gösterebilseydik ve Kurultayı çağırıp yeni bir parti yapılanması ile referanduma girebilseydik o 49 bugün 50’nin çok üzerinde olacaktı.

İktidarın, her şey avucunun içinde olduğu halde, referandum sonrasında bile sergilemeye devam ettiği "telaş" ve "hırs"a bakın da biraz ibret alın!

Türkiye bu noktaya adım adım ve göz göre göre geldi. Türkiye’yi bu noktaya taşıyan saldırganlıkların karşısında onlara en büyük desteği veren, işte bu temelsiz, zamansız ve yapay bir huzur ve sükûnet özlemi olmuştur. Bilmelisiniz ki referandumdaki o hırslı çalışma, Cumhurbaşkanı adayı olmak için değil, öyle bir Cumhurbaşkanlığı tehlikesini ortadan kaldırmak için yapıldı. Referandumdan önce 20 Ocak’ta partinin yeniden yapılandırılması önerisi, öyle bir Cumhurbaşkanlığı tehdidinden Türkiye’yi kurtarabilmek için yapıldı.

Şimdi de kitlesel bir ön seçimle belirlenen ve ana muhalefet partisinin etrafında tüm Türkiye’yi seferber etmeyi amaçlayan hırslı mücadele teklifimizin amacı, birilerinin Cumhurbaşkanlığı’nın sefasını sürmesi değil, öyle bir Cumhurbaşkanlığı tehdidini Türkiye’nin önünden kaldırmaktır.''

Yani ne olacakmış?

20 Ocak'tan sonra artık 'bilet kesilmiş' olduğu halde, Saray 'yahu bu CHP bize Allah'ın lütfu, bir seferinde bile doğru yaparlar diye endişe dahi ettirmediler sağ olsunlar!' diye bayram ederken, CHP'yi ellerinde 60 senedir oyuncak gibi tutan baylar bir de o sırada kurultay yapacaklarmış.

Ona gerek yok ki Deniz Bey.

Siz o referandumu yaptırmayacaktınız.

Kendi ağzınızla yakalatıyorsunuz kendinizi:

''Türkiye bu noktaya adım adım ve göz göre göre geldi' diyerek.

Buna meydan veren, bir küçük kesim dürüst CHP'li milletvekili hariç, aralarında sizin de bulunduğunuz siyaset konformistleridir.

Konformizmin esirisiniz.

Göz göre göre olmasın diye...

Zamanında...

Meclis'i ve komisyonları boykot edecek, halkı heyecanla ayağa kaldıracak, ulusal kriz yaratacak, demokrasi adına Meclis'ten çekilecek, Erdoğan'ın oyununu çok daha zor bir hamleyle bozacak, böylece muhalefette herkesi arkanıza ve yanınıza alacaktınız.

Ama bunu asla istemediniz ki.

Kurultaymış.

Geçmiş olsun.

Sayenizde atı alan Üsküdar'ı geçti mi?

Geçti.

Siz bundan sonra Özkök'e ve başkalarına bol bol laf yetiştirirsiniz sadece. Sizde cevap bol.

Bu arada Gürsel Tekin de devrede.

Der ki:

"Arkadaşlarımızın bir kısmı da bu tuzağa düştüler. Bu üzücü bir tuzaktı. Bugünden sonra CHP’de herhangi bir tartışmanın da olmayacağını göreceksiniz."

Neymiş bu tuzak?

Nasıl kurulmuş, nasıl işletilmiş?

Kim kurgulamış?

Kimler?

Varsa cevabı, bunu halka anlatın da herkes bilsin.

Tartışma da olmayacakmış partide bundan sonra.

Eh, gayet normal.

CHP bu, tartışmaya ne gerek var?

Maaşlar tıkır, ayrıcalıklar yerinde, tuz kuru.

Mağduriyet solculara, liberallere, Kürtlere, Cemaat'e...

CHP'ye bir şey olmaz ki.

Altan Öymen - yılların Altan Abisi - de görüş belirtmiş.

'Sayın Böke’nin demokrasimiz açısından çok sakıncalı ve tehlikeli unsurlar içeren ve sonuçları YSK’nın referandum akşamında aldığı kararlarla daha da tartışmalı hale gelen anayasa değişikliğiyle ilgili değerlendirmeleri, elbette isabetli' diye giriyor lafa.

'Ancak benim dışarıdan izlediğim kadarıyla' diyor, 'CHP’nin o konudaki politikalarını oluşturması süreci henüz devam ediyor.Konu, parti meclisinin bugünkü toplantısında görüşülür herhalde. Bence Böke’nin konuyla ilgili düşüncelerini orada dile getirmesi ve kararını sonra oluşturması daha yararlı olabilirdi.'

La havle vela kuvvete.

Öymen'e kalırsa, memleket zaten faşizm tüneline girmiş olsa bile telaşa pek gerek yok canım, süreç devam edecek, binada toplantılar yapılacak, hım hım da hım hım diye diye konuşulacak da konuşulacak. Partide herkes kendi başına parti olduğu için de pek bir mutabakat olmadan bir sonraki oturuma kadar vedalaşılacak.

Daha vahim olan Öymen'in söylediğinde, şu:

Belli ki, referandum öncesinde ne yapalım da heyecanı kabartalım konusunda ne kadar az kafa patlatılmışsa, 'sonuç şöyle olursa ne yaparız, böyle olursa ne yaparız' konusunda hiç düşünülmemiş. Yani 17 Nisan üzerine kafa yoran olmamış. Sıfır.

Önerdiği şey, Bor'un pazarı geçmiş olsa da, Parti Meclisi'ne not düşmenin isabetli olacağı.

Hayırlı işler CHP.

Bütün bu içler acısı tablo içinde ne hazin olanı, CHP'nin referandumdaki yüzde 49'u esasen kendisine mal etmesi.

Akıl alır gibi değil.

Gezi protestolarında ve sonrasında CHP'nin ne kadar payı var idiyse, aynen bu referandumda da o kadar az payı vardır.

Türkiye'de - HDP'yi bir blok olarak ayrı tutarsak - ta 2013'ten beri karşılığını arayan ama bulamayan ve buna rağmen, hayran olunası bir dirençle, tamamen spontane bir şekilde despotizme karşı koyan bir kitle var.

Hakikat bu:

Sahipsiz bir muhalefet.

Tarık Ziya Ekinci'nin yazdığı gibi:

''Halkoylaması sürecinde kendiliğinden oluşan ‘HAYIR’ cephesinin bileşenleri arasında önceden yapılmış bir sözleşme ya da anlaşma yoktur. ‘Hayır’ kampanyasına katılan örgüt ya da bireylerin her biri demokrasi dışı gördükleri anayasa değişikliğine karşı ve demokratik hukuk devleti için oy kullanmışlardır.''

Halkoylaması bittikten ve YSK itirazların tümünü reddederek nihai kararını açıkladıktan sonra artık anayasa değişikliği kesinleşmiş ve hukuk mücadelesinin yolu kapanmıştır. Sayın Erdoğan’ın deyimiyle "Atı alan Üsküdar’ı geçti."

Türkiye’de soyut bir "Demokrasi Cephesi" oluştu. Bu cepheyi oluşturan güçler arasında organik bir bağ yoktur.Aralarındaki tek ortak nokta ülkede kuvvetler birliğine dayalı otoriter bir sistemin kurulmasını önlemek ve demokrasiye açık bir sürecin işlemesine katkı yapmaktı.Bu heterojen topluluğun birlikte hareket edecek aktif bir cephe haline gelmesi ancak ortak bir siyasetin belirlenmesiyle olasıdır.Aksi halde, sadece kimi bireylerin kafasındaki birlik hayali kısa zamanda ve farklı nedenlerle yok olmaya mahkûmdur.

‘Hayır oyu’ kullananlar tek bir örgütün üyeleri değildir. Hayırcılar cephesini siyasi bir partinin ya da karizmatik bir liderin ikbal aracı olarak kullanmaya kalkışmak hezimetle sonuçlanmaya mahkûm bir yanılgıdır.''

Peki ya bundan sonra?

CHP kendi içine büzülmeye devam edecek mi?

Önümüzdeki manzara açıktır.

Benim Eylül 2016'dan beri yazdığımı HDP'den Mithat Sancar da dillendirmiş:

"Seçimlere (2019 cumhurbaşkanlığı seçimi) kadar olan dönemi OHAL ile götürmeyi amaçlıyorlar'' diyor.''Seçimlerde de kendisinin kazanacağı ve AKP’nin çoğunluğu elde edeceğini düşünüyor. Seçime kadar OHAL’i yol temizliği için kullanmayı amaçlıyorlar. Toplumu OHAL’e alıştırmak istiyorlar. Bunun da asıl hedefi seçime kadar yol kazasına uğramamaktır. Seçimlerde bir yol kazası istemiyorlar."

OHAL çatır çatır sürecektir.

İkincisi, CHP yönetimi istediği kadar 'asıl şimdi başlıyor' diye atıp tutsun, referandum sonucu meşrulaştırılmıştır. Bunun davası artık olmayacaktır.

HDP 2019 için 'gevşek işbirliği'ni de içeren bir zeytin dalı çağrısı yapıyor.

Mesele 'hayır'ı bir 'demokrasi cephesi'ne çevirmek ise, HDP'siz hiçbir şey olmaz.

Bu da açık.

Ama ondan öncesi var.

Meclis'te şimdi despotik düzenin kaldırım taşları sayılan 'uyum yasaları'nın geçmesi gündemde.

Bunun için komisyonlara ve genel kurul çalışmalarına HDP katılmama niyetinde.

HDP'ye göre meşru olmayan referandum sonucunun gerçekten de meşru görülmediğinin tescili olan bu 'katılmama' hali konusunda CHP ne yapacak?

Evet, CHP ne yapacak?

Katılacak mı katılmayacak mı?

Bana sorarsanız şimdiye kadar ne yaptıysa aynısını yapacak.

Katılacak.

CHP, 'muhalefetimsi'dir.

Ona göre Saray ve AKP ne yaparsa yapsın, meşrulaştırılmaya muhtaçtır.

Bakalım, CHP bundan sonra Meclis'te ne yapacak?

Mim koyun ve izleyin.

Umarım beni yanıltırlar.

En çok istediğim bu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi