Eser Karakaş
CHP’liler kendilerini büyükelçi zannediyorlar galiba
Salı günü Türkiye Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde çok önemli bir çoğunluk oyuyla yeniden monitoring sürecine girdi yani siyasi gözlem altına alındı.
Konunun detaylarına girmeyeceğim, bu yazıyı okuyan herkes muhtemelen zaten biliyor.
Ancak, CHP meselesine gelmeden bir konuya da değinmek istiyorum.
Aşağıda size Avrupa Konseyi üyesi ülkeler içinden iki grup ülke sıralayacağım.
Birinci grup: İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, Danimarka, İsviçre, Norveç, İsveç.
İkinci grup: Arnavutluk, Ermenistan, Azerbaycan, Bosna Hersek, Gürcistan, Moldova, Rusya Federasyonu, Sırbistan, Ukrayna.
Siyasi ve hukuki Avrupa standartlarına uyum açısından sizce Türkiye hangi gruba dahildir ya da olmalıdır?
2004 senesine kadar hiç kuşkusuz Türkiye ikinci grup siyasi ve hukuki aidiyeti olan bir ülke idi.
2004 senesinde bir şeyler oldu, bu süreçte AKP ve Erdoğan’ın hakkını da yemeyelim ve Türkiye birinci gruba dahil edildi yani siyasi gözlem, monitoring dışına alındı.
Ve hemen arkasından da yüksek iktisadi büyüme sürecine girildi, kişi başına gelir üç bin dolarlardan on bin dolara geldi
Sonra, diyelim 2010 sonrası, AKP değişti, siyasi ve hukuki yaklaşımlarıyla tipik bir ikinci grup ülkesi olduk.
Bu değişim de Salı günü itibariyle vicahiye çevrildi, Türkiye monitoringe alındı, son senelerdeki uygulamalarıyla uyumlu gerçek yerini buldu.
AKP’li arkadaşlara ve vatandaşlara da hatırlatalım, bu kararın kısa ve orta vadede ekonomik maliyeti çok büyük olacak, Türkiye yani vatandaşlar milyarlarca dolar para kaybedecek, daha da fakirleşecek, işsizlik daha da artacak.
Başka bir ifadeyle de 2004 sonrası yaşananın tam tersi olacak.
Gelelim CHP konusuna.
Bu monitoring kararı AKPM’de (Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi) alındı.
Bu Mecliste Avrupa Konseyi üyesi 47 ülkenin nüfus ve başka kriterlere göre belirlenmiş sayıda milletvekili var, ulusal parlamentolardan geliyorlar.
Türkiye’den de dört partinin (AKP, CHP, MHP, HDP) milletvekilleri bulunuyorlar ama bu milletvekilleri bu Mecliste (AKPM) kendi ülkelerinin milletvekilleriyle beraber değil, siyasi gruplar itibariyle oturuyorlar ve davranıyorlar ya da öyle olmaları varsayılıyor.
Salı günkü oylamada Türkiye’li AKPM milletvekillerinden AKP ve MHP milletvekilleri doğal olarak Türkiye’nin monitoringe alınmaması yönünde oy kullandılar.
AKP ve MHP milletvekilleri zaten referandum sürecinde de birlikte davrandılar, Türkiye’de tek tük münferit olay dışında hukuk dışı gelişmelerin yaşanmadığı kanısındalar, zaten yürütmede de onlar var.
MHP’yi de bu yürütme erkinin içine katıyorum artık zira muhtemelen yeni kabinede milletvekilleri de olacak.
CHP ise Türkiye’de hukuk katliamlarının altını çiziyor, insan hakları ihlallerinin arttığına dikkat çekiyor, doğru da yapıyor, sosyal demokrat bir partinin yapması gerektiğini yapmaya çalışıyor diyelim en azından iyimser bir yorumla.
CHP’nin içeride söylemini bilmeyen yok, benim ekleyecek bir şeyim olmamalı.
İçeride böyle ve muhtemelen de haklı bir çizgi tutturan CHP AKPM’de çok ilginç bir biçimde Türkiye’nin monitoringe alınmaması yönünde oy kullanıyor.
AKPM üyesi dört CHP milletvekili, Sayın Deniz Baykal, Sayın Gülsüm Bilgehan, Sayın Haluk Koç ve Sayın İlhan Kesici Salı günü monitoring kararında AKP ve MHP ile aynı istikamette oy kullandılar.
Tüm AKPM üyelerinin, 47 ülkenin, hangi istikamette oy kullandıkları Avrupa Konseyi’nin sitesinde mevcut.
Bu davranışı anlamaya çalışıyorum, anlayamıyorum.
Bu mesele, özellikle konu hukuk ilkeleri ve insan hakları olduğunda "milli duruş, ulusal dayanışma, stratejik davranış" gibi laflar havada ve anlamsız kalmalı.
İşin özeti şu: AKPM Türkiye insan hakları ve Avrupa hukuku uygulamalarında Avrupa Konseyi, AİHS standartlarının gerisinde kaldı iddiasını gündeme getiriyor ve CHP milletvekilleri de bu iddianın doğru olmadığını oylarının istikametiyle söylüyorlar.
İçeride başka söylem, dışarıda başka söylem; bu kabul edilebilir bir şey değildir, insan hakları ihlalleri konusunda böyle çifte standart, ulusal duruş falan olamaz, olmamalıdır, kendine sosyal demokrat diyen milletvekillerinde hiç olamaz, hiç ama hiç olmamalıdır.
Tutarlı oy kullanan iki HDP milletvekiline yönelik çirkin söylem de kabul edilemez.
Ülkelerin büyükelçileri mesleki statü olarak yürütmenin, Dışişlerinin memurlarıdır, her durumda, istifa etmedikçe, resmi görüşün arkasında dururlar, bu da son derece normaldir, olması gereken budur.
Peki, bir siyasi organda, AKPM’de sosyal demokrat grupla beraber davranan bizim aslan sosyal demokratlar neden böyle oy kullandılar, kendilerini Dışişlerinin memuru mu görüyorlar?
Bu soruya benim mantıklı bir yanıtım yok, kendilerine sormakta yarar var.
Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden atılması söz konusu olsa, her durumda bu organın içinde olmakta fayda var diyebilir ve atılmamıza karşı çıkabilirsiniz sevgili CHP’li milletvekilleri, bu tutumunuz anlaşılır bir şeydir.
Ama, insan hakları ve hukuk ihlalleri karşısında AKPM’nin en doğal ve fonksiyonel tepkisine karşı çıkarsanız, içeride de AKP’nin hukuk ve insan hakları ihlallerine karşı çıkabilmenizin meşruiyeti kalmaz.
Tekraren ifade ediyorum, insan hakları konusunda milli duruş olmaz, olamaz, olmamalıdır.
İnsan hakları ihlalleri konusunda "kol kırılır yen içinde kalır" mantığı yakışıksızdır.
Sayın CHP milletvekilleri, siz AKPM’de yekpare bir Türkiye’yi değil, bir siyasi görüşü temsil etmek, AİHS’ni vatandaşınız lehine savunmak için varsınız, siz büyükelçi değilsiniz.
Zaten üstelik bu karar da Türkiye’ye karşı bir karar değil, iktidar partisine ve uygulamalarına karşı bir karar.
Karar Antalya portakal üreticilerine, bizim mahallenin bakkal amcasına, takıldığım lokantanın garsonuna, taksi şoförüne karşı bir karar değil.
Kim insan haklarını ihlal ediyor, kim AİHS standartlarının dışına çıkıyorsa ona, onlara karşı bir karar.
Bu karara karşı çıkmak CHP’ye mi düştü?
AKP ve MHP bu işi zaten yapıyorlar, siz de onlarla aynı çizgiye geldiniz, aferinler size.