Ceren Gündoğan
Çok Uzak Çok Yakın
Bir dünya tasarımıdır tiyatro. Edebiyatın diğer türlerinden ayrı olarak okunmak için değil, oynanmak için yazılır ve sahnede canlandırılacağı âna dek oluş amacını tamamlamamış sayılır. Okurun kendi düş gücü, metin sahnelendiğinde "seyirci dramaturjisi"ne bırakır yerini. Yazar, metinde sözcükler; oyuncular, sahnede jestler yoluyla belli işaretler bırakır ve söylenmeyen ile gösterilmeyeni seyircinin zihni tamamlar. Bu anlamda oyun aktif katılım bekler seyirciden. Tıpkı şair Özer Bal’ın "Zamanın Varken" adlı şiirindeki, "çok kısa olan süreci/ daha da kısaltma/ keyfini çıkar oyunun/ bildiğin bir oyun bu/ biraz yorul/ n’olur" dizelerindeki gibi, tiyatro da dikkat ve çaba bekler seyirciden.
TiyatroPol’ün kurucularından Burcu Halaçoğlu’nun yazıp yönettiği ve karakterlerden birini de oynadığı "Çok Uzak Çok Yakın" ise seyirciden dikkatten fazlasını talep ediyor. Bir anlamda oyun, seyircinin aktif katılımına imkan veriyor ve oyunu forum tiyatrosundan ayıran, başı, ortası, sonu belirli kurgusuyla seyirciyi bir yargılamanın içine alıyor.
Ekibin sahne gerisindeki çalışanları, seyirciyi belirlenen duraklarda karşılıyor ve üstündeki yazıyla oyun süresince sigortalandığımızı belirten tiyatronun akbilini her birimize dağıtarak, otobüste istediğimiz yere oturabileceğimizi söylüyorlar. Az sonra otobüsümüz de geliyor! Tiyatro akbillerimizi bipletip yerlerimize oturuyoruz. Halk otobüsü hareket ediyor.
Arka tarafta tartışan iki kişinin yükselen sesiyle dikkat kesiliyoruz. Burcu Halaçoğlu’nun oynadığı Sibel ile Erkan Akbulut’un oynadığı Serhat, iki kardeş, belli ki rutin bir tartışmanın içindeler. Eşzamanlı olarak ön taraftaki Cansu Başlılar (Cemre) ile Buğra Can Şahin’in (Adnan) oynadığı bir çift de, kıpır kıpır hareketlenerek bir şey arıyorlar. Cemre, otobüse binerken montunun cebine koyduğu telefonunu kaybetmiştir ve otobüse binerken Serhat’ın montunu çekiştirdiğini hatırlayarak, iki olay arasında muhtemel bir bağlantı kurmuştur! Gerisi, ancak oyunu izleyenlerin dâhil olabileceği bir olaylar örgüsü…
Bir saatlik oyun boyunca, öfkenin ve önyargılardan kaynaklanan anlaşılamamanın hırçınlığını her iki tarafta da görürüz. Yolcu konumundaki seyircinin de söz söyleme hakkının olduğu "Çok Uzak Çok Yakın", haklıyı ararken suçlunun uzağımızda değil, hemen yanı başımızda olduğunu gösteren bir oyun.
Polisin aranmasıyla kontak kapatan otobüs, anonim kentin boşluğunda, Serhat’ın mahallesindedir. Şoför’ün (Sinan Akbulut) polisi aradığını duyan Serhat, ablası Sibel’in pek de hoşlanmadığı mahalleden arkadaşlarını çağırır. Cemre’nin, "Polisin birazdan burada olacağı" tehdidine karşı, "Bak bakalım dışarıya, burası kimin?" diyen Serhat’ın işaret ettiği bu "tekinsiz muhit"te park etmiş otobüs, bir yargı alanına dönüşür.
Otobüste kontağın kapanmasıyla birlikte, devingenlik mekânın durağanlaşmasına dönüşür. Kültürel üretimin mekânla bütünsel ilişki kurarak oluşmasına yenilikçi bir katkı… Bu anlamda, mekânımız otobüsü de oyunculardan biri olarak düşünmek mümkün. Burcu Halaçoğlu’nun anlatı değil, aksiyon diyen kurgusu oldukça başarılı. Temposu yüksek oyunculuklar da öyle.
"Çok Uzak Çok Yakın", metropolde yaşayan seyirciyi gündelik hayatından aşina olduğu otobüste, metroda karşılaştığı kavgalardan birinin içine çekiyor. Oyun, taraflardan haklı bulduğumuzun her an değişebilirliğini gösterirken hakkaniyeti elden bırakmamayı hatırlatıyor.
Sürprizi bol oyunun asıl hedefineyse, bu tür kavgalara aşinalığının etkisiyle, dayanışmayı elden bırakmayan kentli izleyiciden ziyade, büyük kentler dışındaki Türkiye seyircisi buluşmalarıyla ulaşacağına inanıyorum.
Erkan Yücel’in mektup ve anılarından oluşan kitabı, Dünyanın Her Yeri Sahne’yi (Kibele-Yayın Kolektifi) doğrularcasına yenilikçi bir mekânla ve sokağın anlatısını gerçekçilikle yeniden kurgulayan TiyatroPol’ün, tasarlayacağı yeni dünyaları merakla bekleyerek…