Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Covid-19 ayında jenosidleri anmak…

Zelzelelerin, tsunamilerin, virüslerin insanoğluna ettiğinden çok daha fazlasını insanlıktan çıkmış ırkçı insan müsveddelerinin gözünü kırpmadan yapabildikleri hiç unutulmasın…

7 Nisan 2020… Covid-19 tüm ülkeler gibi Belçika’yı da kasıp kavuruyor… Üç haftadır eve kapanmanın getirdiği alışkanlıkla saat tam 11’de, son bir günde hastaneye yatırılanların, yoğun bakım altına alınanların ve de yaşamını yitirenlerin sayısını öğrenmek için ekranda flaş veren sayfaları tıklıyorum… Birkaç gündür her şey iyi gider gibiyken günlük ölü sayısının büyük bir sıçrama yaparak 403’ü bulduğu anons ediliyor…

Nüfusu 10 milyonun biraz üzerinde olan Belçika’nın ölü sayısında, nüfusları İtalya. İspanya, Fransa, İngiltere gibi 50 milyonun üzerindeki ülkelerden sonra beşinci sıraya yerleşmiş olması, sağlık hizmetleri federal ve bölgesel hükümetlerde tam dokuz ayrı bakana emanet edilmiş bu ülke için tam bir skandal.

Ölü sayısının bir günde ikiye katlanmasının nedeni, yaşlıların kaldığı bakım evlerinde gereken koruma önlemleri alınmadığı için yaşı 70’i, 80’i aşanların art arda azrailin tırpanına kurban gitmesi…

Televizyonda konuşan bir bakımevi çalışanı isyan ediyor… Bu yaşlı yurttaşlara da, onlara bakmakla görevli personele de korunma araçları verilmediği, gereken testler zamanında yapılmadığı için ölüm sayısının daha da artacağını söyleyerek ülkeyi yönetenlerin suratına acı gerçeği çarpıyor: "Belçika’nın yaşlı bakımevleri artık sakinlerinin her an ölüme gidebilecekleri temerküz kamplarıdır!"

Bu ülkede yaşlıların sayısının genel nüfusa göre sürekli artış gösteriyor olması daha Covid-19 belası ülkenin üzerine çökmeden önce yöneticilerin kara basanıydı… Devlet bütçesinden yaşlıların emekli aylıklarına ve sağlık giderlerine ayrılan payı düşürmek için bazı şeytani projeler ciddi ciddi tartışılır olmuştu. Projelerin en korkuncu da çok yaşlı olanların, tedavisi pahalıya mal olan bir hastalığa yakalandıkları takdirde, tedavi etmek yerine bir an önce öteki dünyaya gitmelerine yeşil ışık yakmaktı.

Öyle görünüyor ki Covid-19 bu hesaplar içindekilerin yardımına koştu, gerekli koruma tedbirlerinin belki de kasten ihmal edildiği bakım evlerindeki yaşlıları "nüfus fazlası" olmaktan çıkarmaya başladı.

49 yıldır yaşadığım ve yerlisiyle, göçmeniyle, sürgünüyle onlarca dostumu, yoldaşımı, komşumu vakitleri erince sonsuzluğa uğrama elemini yaşadığım Belçika’da hayatta kalmış yaşıtlarıma reva görülen bu vicdansızlığa isyan ederken, gelen bir telefon mesajıyla daha da sarsıldım.

Evet, bu kez Covid-19 belası, yaşlı değil, 33 yaşındaki bir Ermeni dostumuzu da hayattan kopartıp almıştı. Evli ve iki çocuk babası Sarven Kolukısaoğlu, Liège’deki bir hastanede yoğun bakımda ve karantinada olduğu için ailesi günlerdir kendisiyle birlikte olamamanın acısını yaşıyordu, ölümü tüm sevdiklerine büyük bir darbe oldu.

Sarven’i daha genç yaşlarında ailesiyle birlikte Türkiye’den Belçika’ya göçtükleri yıllarda tanımıştım… Babası İstanbul’un usta zanaatkârlarından Kalust Kolukısaoğlu… Annesi Ani Toraman, Belçika’ya geldikten kısa bir süre sonra Güneş Atölyeleri’nde Fransızca kurslarını izlemiş, tüm sosyal ve kültürel etkinliklerimize büyük özveriyle katılmıştı.

Ani, Ermenice ve Türkçe’nin yanına Fransızca’yı da katıp Belçika’daki göçmenlere ve sürgünlere topluma uyum konusunda nasıl hizmet verileceğini kısa zamanda öğrendiği için eğitim kadromuzda hak ettiği yeri aldı… Tüm yavruları gibi Belçika’da meslek sahibi olup örnek bir yuva kuran oğlu Sarven’le de iftihar ediyordu.

Covid-19’un genç yaşta Sarven’in canına kastetmiş olması sadece Ani ve ailesi için değil, Güneş Atölyeleri’nin tüm emekçileri ve 50’yi aşkın çeşitli milliyetten öğrencileri için de acı bir darbe oldu. Karantina dönemindeki yasaklara rağmen Sarven’in acılı ailesiyle doğrudan ilişki kuran, bizleri de sürekli bilgilendiren, sürgün yıllarında sevgili babasını ve annesini Brüksel’de toprağa verme acısını yaşamış olan Güneş Atölyeleri’nin başkan yardımcısı Nubar Şerbetçiyan oldu.

Nubar da Belçika’daki Ermeni diyasporasının 80’li yıllarda yoğunlaşan ırkçı baskılar nedeniyle Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan kuşağından… O da Ani gibi ilk Fransızca eğitimini Güneş Atölyeleri’nde almış, tüm sosyal ve kültürel etkinliklerimize büyük özveriyle katılmıştı… Ermenice, Türkçe ve İngilizce’nin yanına Fransızca’yı da kattıktan sonra iş hayatına atıldı, bunun yanı sıra bir yandan Ermeni diyasporasının tüm etkinliklerinde aktif olarak yer alırken Güneş Atölyeleri’nde de yönetim sorumluluğuna ortak oldu,

Nisan ayı acılı bir ay… Covid-19’un sadece Belçika’da değil, dünyanın dört bir yanındaki can kırımının yoğunlaştığı bir ay değil, insanlık tarihinin iki büyük jenosidinin yıldönümüne rastlayan ay…

1915 Ermeni soykırımının 24 Nisan’a denk gelen anma etkinlikleri her yıl olduğu gibi bu yıl da Belçika’da uzun zamandan beri hazırlanıyordu… Ne ki, Covid-19 darbesi, bu seneki 105. yıldönümü etkinliklerinin yapılmasını engellendi. Belçika Ermenileri Komitesi başkanı Nicolas Tavitian bu seneki anma etkinliğinin toplantılarla değil, çevrimiçi buluşmalarla gerçekleştirileceğini açıkladı.

Evet, 24 Nisan, sadece Ermeni ulusu için değil, insan haklarından, özgürlüklerden, halkların kardeşliğinden yana olan herkes için kara bir yıldönümü… Osmanlı’nın işlediği ve hesabı cumhuriyet döneminde hâlâ sorulmamış olan 1915 Jenosidi’ini anımsatarak inkârcıları sorgulamak, bu konuda bugüne değin vurdumduymaz davranan devletleri de tavır almaya çağırmak 24 Nisan günü sosyal medyanın ana gündem maddesi olacak…

Sadece 1915 Ermeni Jenosidi mi?

7 Nisan günü Sarven’in ölüm haberinin üzüntüsünü yaşarken ekranıma düşen bir mesaj bundan 26 yıl önce, Afrika kıtasının göbeğinde, süper güçlerin hoşgörüsü altında işlenen bir başka insanlık suçunun, Ruanda’daki 1994 Tutsi Jenosidi’nin başladığı günün yıldönümünü anımsatıyordu.

Mesaj, bu soykırımda eşini kaybetmiş olan sevgili dostumuz, çeyrek asırlık çalışma arkadaşımız, Güneş Atöyeleri’nin baş öğretmeni Ruandalı Florida Mukeshimana’dan geliyordu.

Florida, yazar olarak Zaha Boo takma adını kullanan kızı Yolanda’nın 1994 Soykırımı’nın yıldönümü dolayısıyla yazdığı "26 yıl önceydi, tüm dünya görmezden geldi…" başlıklı isyan dolu yazısını göndermişti. Facebook’ta derhal paylaştım.

Yolanda bu soykırımın tüm dehşetini, çok sevdiği babasının o ortamda katledilmesinin acısını daha 13 yaşındayken annesi Florida’yla birlikte yaşamıştı…

"Hâlâ havsalam almıyor… İnsan soyu o hale nasıl gelebildi? Bir değil, iki değil, tam üç ay boyunca ara vermeden tüm bunları nasıl yapabildi? Onca insana, erkeği, kadını, çocuğu, ihtiyarıyla niçin kıyıldı? Sırf Tutsi olarak doğdukları için ve düşünceleri yüzünden… Çoğu hâlâ toplu gömüldükleri çukurlarda, aileleri nerelerde gömüldüklerinden hâlâ habersiz… Ben de, katlettikleri babamın vücudunu ne yaptıklarını hâlâ bilmiyorum, belki de hiçbir zaman bilemeyeceğim" diyor Yolanda…

Ve uluslararası vurdumduymazlığı sorguluyor:

"Uluslararası toplum o dönemde tamamen kör, sağır ve dilsiz kaldı. Bu üç handikabın aynı zamana denk gelmesi nadirattandır, ama aynen öyle oldu… Soykırımın ilk günlerinde derhal müdahale edilebilirdi. 10 Nisan 1994 itibariyle soykırım çarkının tüm acımasızlığıyla döndüğünde artık hiçbir şüphe yoktu. Ama bu dünyanın süper güçleri kıllarını kıpırdatmadılar… Bu vurdumduymazlığın sonucu: Ruanda'da yaşayan Tutsi nüfusunun yüzde sekseni yok edildi. Bir milyon insan hiçbir müdahaleyle karşılaşmadan katledildi."

Yolanda, annesi Florida ve kardeşleri bu soykırımdan canlarını kurtarabildikten sonra Belçika’ya sığınmışlar… Florida Mukeshimana ile 1996’da Güneş Atölyeleri ekibine Fransızca öğretmeni olarak katıldığında tanıştık. Öylesine mütevaziydi ki, kadroya girdiğinde ailece yaşadıkları dramdan hiç bahsetmemişti.

Başından geçen tüm acı olayları Belçika Parlamentosu’nda Tutsi soykırımı üzerine tanıklık yapmaya gittiği zaman öğrendik.

Ruanda, nüfusu Hutulardan ve Tutsilerden oluşan bir Afrika ülkesi. Hutular çoğunlukta, Tutsiler azınlıkta... 1973’te darbeyle iktidara gelen General Habyarimana’nın dikta yönetimine karşı FPR silahlı mücadele veriyor. FPR’yi sadece Tutsiler değil, demokrat ve barışsever Hutular da destekliyor.

Florida’nın eşi Ngurinzira Boniface, Ruanda’da Belçika sermayesinin kışkırttığı Hutu-Tutsi etnik kavgasına barışçıl bir çözüm bulmaya baş koymuş yürekli dışişleri bakanı... Gerillayla görüşme masasına oturmuş, 1993 Ağustos’unda Arusha barış anlaşmasını imzalamış.

Barış sürecinin bozulmasına ve soykırımının başlamasına neden olan Cumhurbaşkanı’nın uçağını düşürme olayının savaş rantıyla beslenen çevrelerin bir komplosu olduğu, katliamın bir Belçikalı’nın yönetimindeki Bin Tepe Radyosu’nun yayınlarıyla kışkırtıldığı daha ilk günden biliniyor.

Florida Belçika Parlamentosu’nda yaşadığı soykırımı anlatıyor:

"6 Nisan 1994, 19.30-20.00 sularıydı. Bir dostumuz telefon ederek cumhurbaşkanının uçağının düşürülmüş olduğunu haber verdi. Birkaç dakika geçmeden Bin Tepe Radyo Televizyonu olayı duyurdu. Ülkenin üzerine bir felaketin çökmekte olduğunu belliydi. O gece hiç uyuyamadık.

"Saat 7.30’da bizi korumakla görevli Birleşmiş Milletler’e bağlı Belçika’nın Mavi Kasklıları kocama telefon ederek Çalışma Bakanı Ndasingwa’nın katledildiğini bildirdiler. ‘Siyasal katliamın başladığı anlaşılıyor. Herhalde sizin oraya da gelecekler. Sizleri daha güvenlikli bir yere götürelim’ dediler.

"Birkaç parça eşyamızı alıp Mavi Kasklılarla birlikte evimizden ayrıldık, bir okula götürüldük. Gün ilerledikçe binaya sığınanların sayısı hızla artıyordu. Katliamdan kurtulabilenlerdi. Askerlerin ve MRND-CDR (öldürülen başkanın partisi) milislerinin Tutsilere ve muhalefet partilerinin mensuplarına saldırıp nasıl katlettiklerini anlatıyorlardı. Dehşet içindeydiler. Bıçak, balta, taş, ellerine ne geçerse onunla vurup katlediyorlarmış... Kimileri, öldürülecekse kurşunla öldürülmek için yalvarıyormuş... Askerler, bunları önce öldürmekte kullanacakları kurşunların parasını verip satın almaya zorluyor, sonra da parasını ödettikleri kurşunları ateşleyerek öldürüyormuş...

"9 Nisan’da, Mavi Kasklılar okula sığınanları bölgeden uzaklaştırmaya başladılar. Sıra bize gelince, komutan, ‘Muhalefete mensup bir bakanı, hele de barış görşümelerini yürüten bir bakanı kurtarmayı göze alamayız’ diyerek kocamı götürmeyi göze alamayacaklarını söyledi. BM emrindeki bir Belçikalı subay böylece onu açıkça idama mahkûm etmiş oluyordu.

"11 Nisan’da kurtarma operasyonuna yardım için yine BM’ye bağlı Fransız askerleri geldiler. Belçikalı meslekdaşının aksine, Fransız komutan kocama, ‘Sizi de Fransız Elçiliği’ne götüreceğiz. Orada daha güvenlikte olursunuz’ dedi. Demesine kalmadı, Belçikalı subay hemen araya girip ‘Eğer bunu da götürürseniz, sizin de başınız belaya girer’ dedi. Fransızlar da korktu, bizleri ve tehlikeli sayılan 2 bin kişiyi kendi kaderimize terk ederek gazlayıp gittiler.

"Bunun üzerine kocam ve çocuklarımla kendi başımızın çaresine bakıp arka yollardan uzaklaşmaya çalıştık. Biraz ilerlemiştik ki, milisler yolumuzu kesip bizleri yaka paça Muhafız Alayı’na götürdüler. Üstümüzde neyimiz varsa hepsine el koydular. Sonra altı asker gelip kocamı bizlerden kopardı.

"Kocamın katledildiğini birkaç gün sonra jenositçilerin uğursuz Bin Tepe Radyosu’ndan öğrendim. Spiker, ‘Ruanda Yurtsever Cephesi’nin (FPR) tüm işbirlikçileri temizlendi. Ngurinira Boniface artık Arusha’ya gidip vatanı FPR’ye satamayacak. Babamız Habyarimana’nın dediği gibi, Arusha anlaşmaları artık birer palavradır.’ diyordu."

Bu acıları çocuklarıyla birlikte yaşamış olan Florida 24 yıldır Güneş Atölyeleri’nde Dersim Kürtlerine, Diyarbakır Ermenilerine, Tur Abdin Asurilerine, Emirdağ Türklerine, Afganlılara, Pakistanlılara, Afrikalılara, Latin Amerikalılara, Arnavutlara, Boşnaklara, Azerilere ortak iletişim dili Fransızcayı öğretiyor.

Florida’nın ana dili Kinyarwanda... Katledilen kocası, bu dilin sayılı uzmanlarından... Karı koca, bir zamanlar Belçika sömürgesi olan Ruanda’da Fransızca’nın egemenliği karşısında anadillerini ayakta tutmanın, geliştirmenin mücadelesini de vermişler. Florida öğrencilerine Fransızca öğrtnirken kendi dillerini, Ermenice’yi, Kürtçe’yi, Süryanice’yi, Türkçe’yi, Arapça’yı da asla unutmamalarını, aksine giderek daha geliştirmelerini ısrarla tembihliyor.

Evet, bugünkü yaşanan Covid-19 acıları geçmiş Nisan aylarında başlamış olan 1915 ve 1994 Jenosidlerinin acılarını unutturmasın.

Zelzelelerin, tsunamilerin, virüslerin insanoğluna ettiğinden çok daha fazlasını insanlıktan çıkmış ırkçı insan müsveddelerinin gözünü kırpmadan neler yapabildiklerini Türkiye halkları Dersim, 6-7 Eylül, Kanlı Pazar, 1 Mayıs, Maraş, Çorum ve Sivas cankırımlarıyla yakından tanıdı.

1915 ve 1994 jenosidleri gibi onlar da unutulmayacak…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi