Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Cumhuriyetin ilk demokrasi şafağında yandaş-karşıt senaryoları

Demokrasi şafaklarında yaşanmış olup bize radikal karşıtlık ve taraftarlık saflaşması diye sunulan fikir ayrılıkları ve saflaşmalar, resmin bir kısmı üzerinden anlatılmaktadır. Bu resim demokrasi karşıtlığı veya taraftarlığı okuması için yeterli değildir.

Osmanlı-Türkiye demokrasi tarihine dair Tarih Terslerinde geçen hafta demokrasi şafaklarıyla ilgili tespitler çerçevesinde “Osmanlı demokrasi şafaklarında yandaş - karşıt senaryoları” başlığıyla ele aldığım mevzuya yine yandaş-karşıt senaryoları bağlamında cumhuriyet dönemi ile devam etmek istiyorum.

1876 yılından itibaren parlamenter anayasal monarşi (meşrutiyet), cumhuriyet ve demokrasi kavramlarıyla öne çıkan ümit verici dönüm noktalarına (demokrasi şafaklarına) odaklanarak sunduğum genel gözlem ve tespitler arasında önemli bir yeri bu senaryolar tutuyor. Her biri geceye evirilmiş demokrasi şafaklarını doğru anlamak için bu senaryoların tartışılması gerekiyor.

Muzaffer aktörlerin tarihyazımı ve hafıza politikaları sayesinde toplumsal hafızada meşrutiyet, cumhuriyet veya demokrasi yandaşlığı ve karşıtlığı ikilemi olarak yer etmiş olan basit ve net saflaşmaların aslında öyle olmadığını görmek için, bize sunulan çerçevenin birazcık dışına veya mümkünse üstüne çıkabilmek yeterli olabilir. Bunun için olgusal bilgi bağlamında yeni keşiflere ve bulgulara gerek bile yok. Mevcut literatürden yararlanarak şu basit gerçeği görmek mümkündür: Demokrasi şafaklarında yaşanmış olup bize radikal karşıtlık ve taraftarlık saflaşması olarak sunulan fikir ayrılıkları ve saflaşmalar, resmin sadece bir kısmı gösterilerek anlatılmaktadır. Üstelik o sınırlı çerçeve içinde sunulan resim de insanları şartlandıran yanıltıcı bir okumayla sunulmaktadır.

Önce resmin tamamına baktığımızda, demokrasi şafaklarıyla eş zamanlı olarak veya daha çok hemen öncesinde mevcut olup tasfiye edilen daha radikal, kapsamlı veya liberal demokrasi anlayışlarını da görebiliriz. Bu anlayışlar hakkında yeterince çalışma yapılmadığı gibi, kaynaklar da sınırlıdır.

Büyük resmi bir yana bırakıp egemen tarihyazımının gösterdiği resme baktığımızda ise başrolü oynayan tasfiyecilerin kendi arasındaki tartışmaları ve çatışmaları görürüz. Ancak bu sınırlı resim üzerinden demokrasi karşıtlığı veya taraftarlığı okuması yapmak yeterli değildir. Çoğu zaman acımasız bir iktidar savaşında yaşanan kişisel çekişmelerin veya grup çıkarlarının ağır bastığı bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu görmemiz gerekir.

*****

Modern Osmanlı’da yaşanan ilk iki demokrasi şafağı olarak Birinci Meşrutiyet dönemi (1876-78) ile 1908 Devrimi sonrasını geçen hafta ele almıştım. Bu yazıda ise ilanından itibaren Cumhuriyet dönemine aynı bağlamda odaklanmaya çalışacağım.

Başlamadan önce hemen belirmeliyim ki tarihyazımı ve toplumsal hafıza politikaları aracılığıyla bugün toplumun geçmiş algısında ve siyasi saflaşmada belirleyici rol oynayan bu senaryolar, en açık şekilde Cumhuriyet dönemi demokrasi şafaklarında yaşanmış ve yazılmıştır.

Türkiye demokrasi tarihinin üçüncü şafağını oluşturan 1920-23 yılları arasına baktığımızda, hem yazılan senaryonun niteliği ve niceliği açısından hem de günümüzdeki çarpık siyasi saflaşmayı belirleme gücü anlamında en sıra dışı örnekle karşılaşırız.

Senaryoların azameti ve başarası bağlamında sadece 2002 sonrası demokrasi şafağında ve sonrasında yazılanlar bu ilk dönemle yarışabilir!

Bu dönemin önemli bir özelliği de yandaş-karşıt tanımlamalarının dönem içinde bizatihi kurucu figür tarafından açık ve net ilan edilmesidir: Mustafa Kemal’in 1927 yılında Cumhuriyet Halk Fırkasının İkinci Büyük Kurultayında altı gün boyunca yaptığı 36 saatten uzun konuşma ve bu konuşmanın ürünü olarak yayınlanan Nutuk/Söylev eseri.

Sonraki tarih yazımını büyük oranda belirleyen bu anlatı, söz konusu resmi kısmen sunmaktadır, ama daha önemli özelliği öznel okumasıdır. Sonuçta iktidar savaşının galibi tarafından dönemin koşullarında oluşturulmuş bu anlatının savunma ve iddianame niteliği anlaşılabilir. Ancak konumuz açısından önemli mesele, sonradan bu metnin adeta kanonik bir tarih çalışması olarak kabul edilmesi; objektif ve tek doğru tarih anlatısı olarak algılanmasıdır.

Yıllar içinde dönem üzerine yapılmış önemli çalışmaların ortaya koyduklarına rağmen söz konusu anlatıya dayalı olarak bugün de yazılmaya devam edilen senaryoların hala ‘tek gerçek’ olarak kabul edilmesi ise ancak fanatizmle, yani ideolojik körlükle açıklanabilir.

*****

Tarihçinin görevi, eleştirel ve mesafeli bir tutumla konuyu sorgulamak ise diyebiliriz ki memlekette gerçekten tarihçilik yapmak amacıyla bu dönemin yapı-çözümünü yapmaya kalkışanlar, on yıllardır marjinalleştirilmeye ve hatta kriminalize edilmeye çalışılmıştır.

Konumuz olan geceye evirilmiş demokrasi şafakları bağlamında bu döneme baktığımızda, sadece potansiyel olarak var olduğu veya önceki on yılda tasfiye edilmiş olduğu için söz konusu anlatıda yer almayan alternatif demokrasi taraftarlıkları hakkında son birkaç onyılda çok sayıda çalışma yapıldığını söyleyebiliriz. Bu çalışmalar esasen mevcut senaryoları bir yana bırakıp gerçekten tarih konuşmak için gerekli zemini oluşturmakla birlikte, konuyu hala mevcut taraftarlık ve karşıtlık zemininde okuma ve anlama tavrı hâlâ hakimiyetini devam ettirmektedir.

Bunun belki en büyük nedeni, yine sınırlı bir çerçeve içinde devam eden günümüzün çarpık cumhuriyet/demokrasi karşıtlığı ve taraftarlığı saflaşmasının hala bu senaryolardan beslenmesidir.

Bu hakim senaryolara göre renkler berraktır. Buna göre despotik Osmanlı monarşisinden kurtulmanın doruğu ve demokrasiye giden yolun ilk adımı olan Cumhuriyet’in 1923 yılında ilanı, İstanbul’daki ‘hain’ elitler ve Ankara’daki muhaliflere/halife taraftarlarına rağmen gerçekleşmiştir. Bunu sağlayan yegane unsurlar ise milli mücadele önderliğinin başından itibaren mevcut olan kararlı demokrasi ve cumhuriyet mücadelesi, 1920 yılında Ankara’da kurulan demokratik Meclis ve onun (İstanbul’daki hükümete alternatif olarak) kurduğu isyancı paralel hükümet olmuştur.

Bu anlatıda, öncelikle Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan daha radikal veya farklı demokratik hak arayışlarının çoğu görmezden gelinmekte ve senaryoların yazılmaya başlandığı 1923 yılına gelindiğinde bu hareket ve fikirlerin neredeyse tamamının tasfiye edildiği unutulmaktadır..

Savaş bitiminde İttihat ve Terakki üst yönetiminin tasfiyesi sonrası oluşan boşluğu doldurmak üzere inisiyatif alan orta ve alt yönetimden bir kısım İttihatçının önderliğinde yaşanan bu süreçte, Ankara merkezli alternatif hükümet güçleri (İttihatçı Osmanlı bürokrasi ve ordu mensupları) 1919-22 arası dönemde ortaya çıkan alternatifleri tasfiye etmeyi başarmıştır:

  • Muhafazakar/İslami veya devrimci liberal alternatifler
  • Sol/sosyalist demokrasi arayışlarından mütevellit alternatifler
  • Eşit yurttaşlık, özerklik veya öz yönetim amaçlı ortaya çıkan Kürt, Ermeni ve Çerkes aydınların mücadelesine dayalı alternatifler

Bize sunulan resimde bu arayışların ve aktörlerin sadece olumsuz mana ve rollerde yer alması veya flu bir çizimle gaflet ve delaletin sembolü olarak resmedilmesi, tam da bu ‘başarılı’ tasfiye sayesindedir.

Artık uluslararası kabul ve onay da almış olan hem içeride hem de dışarıda ‘muzaffer’ bu grubun, Lozan Antlaşması (Temmuz 1922) ile Cumhuriyet’in ilanı (Ekim 1923) arasındaki dönemde kendi arasında yaşadığı güç mücadelesi, daha doğrusu dostlar arasındaki rekabet, daha o zamandan başlamak üzere sunulan resmin adeta tek öğesi olarak öne çıkarılmaktadır.

Bu sınırlı ve sınırlayıcı resme dayanılarak yazılan senaryolara göre, Ankara merkezli yeni rejimin inşası ve yürütmesi konusunda söz sahibi olacak bu elitler arasında Mustafa Kemal önderliğine karşı eleştirel veya mesafeli olan herkes aynı zamanda cumhuriyet ve demokrasi ve hatta bir bütün olarak çağdaşlaşma karşıtıdır.

1922 yılından itibaren yer yer diktatörlük ile suçlandığı isyancı/devrimci meclisi Nisan 1923’te tasfiye etmeyi başararak 1923 Ağustos’unda kendisine atfedilen deyişle “kız gibi” meclis toplayan Mustafa Kemal ve çevresinin eleştiri, muhalefet ve alternatif çözümlere karşı tahammülsüzlüğü, yönetici elit çevre ne kadar küçülürse küçülsün bitmeyecektir. Nitekim hem bu süreçte hem de sonradan yazılan senaryolarda tüm bu eleştiri, muhalefet ve alternatifler, olgusal çarpıtmalar sonucu cumhuriyet, demokrasi ve hatta çağdaşlaşma karşıtlığı olarak sunulacaktır.

Böylece bütün mesele büyük oranda çarpıtılmış bir karşıt-yandaş senaryosu içinde tartışılmaya başlanmıştır.

Asıl meselenin, tüm rakiplerin başını yemiş olan güç savaşı olduğunu görmek için, bu senaryonun epistemolojik mahkumiyetinden ya da hakim paradigmadan kurtulmak gerekiyor.

1923 yılı Ekim ayına geldiğinde dar bir çevrenin kendi arasındaki fikir ayrılıklarına ve güç savaşına dönüşmüş olan bu rekabet ortamı, Mustafa Kemal’in yabancı basına verdiği bir demeç sonrasında gündeme oturan Cumhuriyet tartışmaları ile birlikte yeni bir boyut kazanacaktır. Yaşanmakta olan bir hükümet krizini Cumhuriyet’in ilanı için fırsat olarak kullanan Mustafa Kemal’in giderek netleştiğini düşündükleri “tek adam rejimi”nin inşa sürecine karşı tamamen veya kısmen muhalefet edenlerden geriye, birlikte yola çıkılan ve mücadelenin başarıya ulaşmasında belirleyici rol almış olan Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Rıfat Bele gibi (dostları Gazi’ye ‘küsmüş’ olan) birkaç paşa kalmıştır.

Her türlü alternatif (demokratik olan veya olmayan) arayışı tasfiye etmeyi başarmış olan ve onlarca yıllık hakimiyet-i milliye anlayışını neredeyse hanedanlığın olmadığı cumhuriyete indirgeyen elitler, güç savaşında baş başa kalmıştır. Ancak ikincilerin neredeyse hiç şansı yoktur. Vekillerin yarısının toplanmış olduğu bir meclis oturumunda Cumhuriyet ilan edilirken ve Mustafa Kemal Reisicumhur seçilirken Ankara dışında olup hiçbir şey yapamayan bu isimlerin bir yıl geçmeden kuracakları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının Ankara hükümetinin gazabına uğraması ve aralarındaki eleştirel ve mesafeli tutumda ısrar edenlerin Mustafa Kemal yaşadıkça dışlanmışlıkları da bunu göstermiştir.

Açıkçası, bize sunulan senaryonun tersine sürecin asıl hikâyesi olan güç savaşlarında mesele basit bir cumhuriyet veya demokrasi karşıtlığı veya yandaşlığı değildir. Son zamanlarda yayınlanan kitaplarda deşifrasyonları bir araya getirildiği veya özetlendiği için bugün erişimi kolay olan dönemin basını ve kitaplarındaki lehte ve aleyhte tartışmalardan anlaşılacağı üzere, bu sırada Osmanlı dönemini aşan seviyede bir demokrasi ve cumhuriyet(çilik) tartışması da mevcut değildir. Cumhuriyet’in ilan edilmesine veya ediliş biçimine muhalefet edenlerin tepki ve tavırları, esasen ilanın amacıyla ilgili varsayımlardan kaynaklanmaktadır ve sonrasıyla ilgili tahayyüller veya kaygılar tarafından belirlenmektedir.

Şüphesiz ne cumhuriyet sadece hanedanlık yerine seçilmiş riyasetin gelmesinden ibarettir ne de saray despotizmi yerine tek parti totalitarizminin geçmesi demokrasi anlamına gelir.

Bugün hala (taraflar değişse de) bu anlatının gücü ve hatta hakimiyeti, ülke için kaygı vericidir.

Söz konusu dönemde totaliter bir rejim ihtimalinin gelişebileceği potansiyelini görerek veya sezerek karşı çıkmaya çalışanların özellikle İslamcı veya postmodernist muhalifler tarafından günümüzde birer demokrasi abidesi olarak sunulduğu görülebilmektedir. Ancak kendilerini tasfiye etmeyi başaran rakiplerinin anti-demokratik uygulamaları nedeniyle İstanbul’daki Saray yanlısı muhafazakarlardan veya halifeliğe büyük anlam yükleyen İslamcı muhafazakarlardan ve İstanbul basınında veya Ankara meclisinde varlığını sürdüren dönemin liberallerinden birer demokrasi kahramanı üretmek de gerçekçi değildir.

Aynı şekilde, Anadolu’da ortaya çıkan Saray yanlısı veya Ankara karşıtı alternatif güç odakları ve bunları Ankara adına bastırdıktan sonra tasfiye edilen Çerkes Ethem gibi kahramanlıktan hainliğe terfi ettirilenleri resmi tarihin anlatısına uyarak ‘demokrasi karşıtı’ ilan etmek doğru olmadığı gibi, demokrasi mücadelesinin neferleri veya önderleri olarak görmek de mümkün değildir.

Başından itibaren Ankara hükümetinin büyük gazabına uğramasına rağmen, aydınlanmacı/modernist körlük ve Bolşevik oportünizmi nedeniyle milli hareketin kuyruğundan ayrılmayan sol/sosyalist alternatifin durumu ise tek kelimeyle patetiktir.

*****

Daha kuruluş aşamasında karşımıza çıkan karşıtlık-yandaşlık senaryoluların cumhuriyet döneminin sonraki üç şafağında (1950 sonrası birkaç yılda, 1960 sonrası yirmi yıllık olasılık baharında ve 2002 sonrası on yılda) da farklı şekillerde tekrarlandığını göreceğiz. Yer sorunundan dolayı bunları sonraki yazılara bırakıyorum…


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi