dans meseleleri

dansın siyasi hikmeti, uygun adım marş yürümeye itirazın simgesi olması

başlığı görünce konuyu tahmin etmişsinizdir.

muhalif meşrepte olanlar arasında dans kelimesini duyar duymaz aklına emma goldman gelenler çoğunlukta. kendisi bir anlamda ulrike meinhof’un kaderini paylaşıyor. onunla ilgili nasıl ki, üzgün olacağına öfkeli olmayı tercih etmesinin dışında çok az şey biliniyorsa, emma goldman da dans edemediği devrimi devrim saymamasıyla tanınıyor. bunu her duyduğumda, "nasıl yani!" diyorum, henüz kendisi hayattayken gerçekleşen çin devrimi sırasında mesela, dans edildiğine dair bir bilgi mi var yoksa onu devrimden saymıyor mu? ya bu söze sıkı sıkıya sarılanlar; goldman hakkın rahmetine kavuştuktan sonra gerçekleşen devrimler için ne düşünürler? çünkü devrimden önce ve sonra dansı ihmal etmeyen kübalıların bile devrim sırasında dans ettiğine dair bir alamet yok. öyleyse, anarşizmin oluşmasında ve yayılmasında büyük rolü olan goldman neden bu sözüyle tanınıyor?

anarşizm, komünizm kadar köklü ve onunla yaşıt bir politik çizgi ve geçen yüzyılın son on yılından itibaren, önceki döneme oranla daha fazla ilgi görmesi, tarafsız bir bakışla bile -özellikle reel sosyalizmin akıbeti göz önünde bulundurulduğunda- gayet anlaşılır bir şey. ama anarşizm neşe, eğlence, deyim yerindeyse bir tür "gevşeklik" ideolojisi mi? bunu iddia etmek, kabul edersiniz ki sovyet devrimi’nden 1936 ispanya devrimi’ne, almanya’da, yunanistan’da ve daha pek çok ülkedeki kara blok direnişçilerine kadar, bir hatta iki yüzyıldır mücadele eden anarşistlere büyük haksızlık olur. dans konusunda ısrar edenler işin bu yanını düşünmüyor bence. dansa merakları bile şüpheli, içlerinde anca düğünde, o da ısrar üzerine piste çıkanlar olduğuna şahidim. o yüzden bu vurgunun, bir cümleyi böyle onyıllar boyunca, kuşaktan kuşağa taşımanın başka bir sebebi var diye düşünüyorum.

bunun temelinde bence devrimi bir sokak gösterisi ya da daha kötüsü bir seçim zaferi olarak tahayyül etmek var. seçim konusunda, -sıkıcı seçim çalışmalarının arifesinde illa ki hatırlanan- yine goldman’ın, "oy vermek bir şeyleri değiştirseydi yasaklanırdı" sözü var gerçi… sokak gösterilerine gelince, devrimci süreçlerde rolü büyük ama bugün afişleri falan asılan -deniz gezmiş’ten che guevara’ya- başarılı olmuş, olmamış devrimciler sokak gösterisiyle ilerlemedi!

öyleyse nedir bu dansın siyasi hikmeti?

burada bir parantez açmak istiyorum. bazı şeylerin bir tür moda olup yerli yersiz kullanılması adeti var. mesela "şenlikli muhalefet" klişesi. mücadelenin sadece acıdan, dayanma gücünden, anılarına sahip çıkılacak şehitlerden ibaret olmayıp pekala neşeyi de içerebileceği fikri anlamlı. bu neşenin kortejlere, mizahın sloganlara yansıması da güzel ama "gülmek devrimci bir eylemdir" gibi genellemeler kabul edersiniz ki anlamsız. baskı karşısında, siyasal sebeplerle düşülen zor bir durumda gülmek meydan okuma sayılabilir ama genel olarak herhangi bir gülüş neden siyasi bir anlam içersin? hem neşe kadar hüzün, öfke ve başka insani duygular da mücadelenin parçası. ama ırak işgalini protesto ederken neden neşeli olmalıydık mesela? aynı şekilde 8 mart gece yürüyüşü’nde neden kasvetli olalım?

ama dans ısrarı, böyle bir klişe olmanın ötesinde anlama sahip bence. solun, kökeninde militarizm bulunan kimi geleneklerine, adetlerine, alışkanlıklarına karşı durmanın, prestijli bir devrimcinin sözüne dayanarak meydan okumanın simgesi. "askerlik" ya da "askeri" bir faaliyet olmadan askeri disiplin dayatmasına karşı bir meydan okuma. hiç gerekmediği halde "düzenli" olmasında ısrar edilen, bir izci birliğini, bir tümeni andırması beklenen kortejlere, her türden tektipleşme dayatmalarına mesela.

ama onlar da başka şeylerin simgesi ki. herhangi bir tüzüğe bile dayanmayan, karar merciinde olanların o anki ihtiyacına göre şekillendirilen karar verme mekanizmaları; tartışılması, sorgulanması yazılı olmayan kurallarla engellenen kararlar; mensuplarının hayatları üzerinde mutlak bir denetim ihtiyacı… disiplinin, siyasallaşma ve bilincin değişmesi süreçlerinin yerine ikâme edilmesi despotluğu ve kolaycılığı… dans, uygun adım marş yürümeye itirazın simgesi.

insanın bedeniyle, cinsellikle ilişkisini olumlu yönde değiştirebilen, vücudunu tanımasını, sevmesini sağlayabilen, insanı mutlu eden, özgürleşmesine katkıda bulunan muhteşem bir faaliyet. çocuklar, yaşlılar, engelliler dahil herkes, özellikle kamusal alanda dans etme imkânına kavuşmalı. bu sadece müzik ve açık alan demek değil. aynı zamanda yargılayan, egemen estetik normlarının dışındaki bedenleri olumsuzlayan bakışları bertaraf etmek anlamına da geliyor ve en az spor yapma hakkına erişim kadar önemli. ve sanırım herhangi bir devrimi beklemeden, şimdiden açmaya başlayabileceğimiz bir toplumsal alan bu.

devrimin anlamı da tarih içinde genişliyor. yirminci yüzyılın devrimlerinin sağlamadığı, hatta vaat etmediği pek çok şey bugün gündemimizde. ücretli-ücretsiz emeğin özgürleşmesine dair ihtiyaç ve fikirler çeşitlendi, cinsiyete dair meseleler eşitlik talebinin çok ötesine geçti. o yüzden, herkese, eşit koşullarda dans etme imkânı talep etmeyen, yani hem kamusal alanı buna göre düzenlemeyi hem de cinsiyetçi, yargılayıcı "gözleri" değiştirmeyi vaat etmeyen bir toplumsal dönüşüm, tarihin bu aşamasındaki bilincimizle devrim olarak adlandırılmayı hak etmeyebilir çünkü bunlar başka birçok şeyin simgesi ve sonucu. ama devrim için, demokrasi için verilen mücadelede dans’ı aramak şart değil, bence. kendimizi klişelere hapsetmeyelim, eşitlik ve özgürlük için siyaset yaparken siyaseti de eşit ve özgür kılsak, dans etmiş kadar olmaz mıyız?

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi